Yağmur Duası ve Papa’nın 10 Yıl Önceki Çevre Çağrısı
Yapay zekânın dünyayı yönetmeye başladığı bir yüzyılda yağmur duasına çıkılması “Ülke olarak hangi çağı yaşıyoruz?” sorusunu sordurttu bana.
Ülkemizin dört bir yanında yaşanan yangınlarla birlikte ülke gündemine oturan kuraklık tartışmalarının ortasında bazı bölgelerde yağmur duasına çıkılması, bilimsel verilere dayalı su yönetimi politikaları yerine, dua ederek çözüm aramak, çağımızın gerçeklikleriyle ne kadar bağdaşıyor? Türkiye’nin tarım, su ve enerji politikalarının bilimden uzaklaştırıldığı her adım, bizi ilerlemek yerine geriye götürüyor. Bununla birlikte, Diyanet İşleri Başkanlığı Mekke sorumlusu Ahmet Daştanbek hakkında ortaya atılan rüşvet iddialarına karşılık olarak söz konusu paraların “sadaka olarak dağıtıldığını” ileri sürmesi ise toplumun dini otoritelere güvenini sarsıyor.
İşte bizim ülkemizde bunlar yaşanırken, dünyanın diğer ucundan, hem de 10 yıl önce, iklim krizi meselesi, kuraklık, su yokluğu bu kadar gündemde değil iken dinin nasıl bambaşka bir amaçla kullanılabileceğini gösteren bir olayı hatırlattı bana. Katolik dünyasının lideri Papa Francis’in 2015 yılında Vatikan’dan yaptığı bir çağrı, tam 10 yıl önce. Bu bir çevre çağrısıydı. Francis, o dönem yayımladığı genelgede, bilimi ve dini bir araya getirerek insan kaynaklı iklim değişikliğine karşı mücadele çağrısı yapmıştı. Toplu taşıma, geri dönüşüm, ağaç dikme gibi bireysel önlemlerden, zengin ülkelerin yoksul ülkelere destek olması gibi küresel politikalara uzanan öneriler sundu. Daha önemlisi, fosil yakıtlara bağımlılığı, tüketim çılgınlığını ve çevreye duyarsız politikaları açıkça eleştirdi.
Bu noktada şu soruyu sormak gerekiyor: Türkiye ortaçağa geri döndürülmek mi isteniyor?
Bilim ve teknolojinin yol göstericiliği yerine, sorunları Allah’a havale etmek, bizi dünyadaki rekabetten koparır. Enerjide geri kalmış bir ülke olmak, yalnızca ekonomik değil, jeopolitik bir zafiyet yaratır.
Örneğin, uzunca bir zamandır özellikle köylerde yaşayan halk, şehirlerdeki farklı sivil toplum kuruluşları desteği ile zeytin ağaçları için büyük bir mücadele içindeler. Çok da haklılar, çünkü bu ağaçlar, bu toprakların kültürel, ekonomik ve ekolojik değeri yüksek bir mirasıdır. Ancak onları sadece kutsal bir dokunulmazlık alanı olarak görmek de çağın gerisinde kalmaktır. Önemli olan, zeytin ağaçlarını korurken onları en verimli şekilde işleyebilecek teknolojiye de sahip olmak. Eğer teknolojiniz, üretim kapasiteniz ve küresel rekabet gücünüz yoksa sadece ağaçları korumak yetmez; kalkınmanın önünde engel gibi algılanabilir. Doğru politika, ne körü körüne kesmek ne de gelişimden uzak kalmaktır.
Bu açıdan mesele, yalnızca doğayı korumak değil; aynı zamanda doğayı korurken teknolojiyi geliştirmek ve enerji bağımsızlığını sağlamak meselesidir. Zeytinlikleri koruyan ama onları ekonomik ve teknolojik bir avantaja dönüştüremeyen bir ülke, potansiyelini boşa harcıyor demektir.
Laik bir perspektiften bakıldığında, Türkiye’nin bilimden uzaklaşarak enerji ve tarım politikalarında geri kalması, ülkenin geleceğini tehlikeye atıyor. Bu, sadece ekonomik bir kayıp değil, bağımsızlığın ve yaşam kalitesinin de erozyonudur.
Elin “gâvuru”, dünyanın en büyük krizini 10 yıl önce gören bir vizyoner olarak insanlığı uyarmışken; bizim din adamımız iddialara göre, makamını kullanarak kendine menfaat sağlamanın peşinde. Biri, dini insanlığın ortak iyiliği için bir araç olarak kullanıyor; diğeri, dini kavramları kendi çıkarını meşrulaştırmak için perde ediyor.
Papa’nın çağrısının yalnızca Katoliklere değil, tüm insanlığa olduğu için şanslıyız. Çünkü biz, iklim krizinin ortasında, hâlâ yağmur duası ve sadaka dağıtma peşinde oyalanırken, teknolojiyi geliştirmeden zeytin ağaçlarına sarılmanın da bizi kurtarmayacağını görmek zorundayız.
Bir tarafta dünyanın geleceğini savunan, bilimi ve inancı birleştiren bir Papa; diğer tarafta, rüşvet iddialarını “sadaka” ile örtmeye çalışan bir din görevlisi ve ülkenin su sorununu dua ile çözmeye çalışan bir anlayış.
Türkiye’nin önünde iki yol var: Bilim ve teknolojiyi rehber almak ya da ortaçağın karanlığında oyalanmak.