
İki arada bir derede bir çıkmaz sokakta

Avrupa ile Asya'yı birbirine bağlayan bir ülke. Üç tarafı deniz, bir de iç deniz. İklimi, doğası ve tarihi ile pek övündüğümüz, methetmeye doyamadığımız ülkemiz.
Elbette seveceğiz, öveceğiz ve övüneceğiz. Bütün insanlar için geçerlidir bu kural. Herkes yaşadığı ülkeyi, şehri, doğduğu köyünü bir başka sever. Tek bir ağacı, deresi olmasa da burnunda tüter memleket. İnsan güzel olduğu için değil, uzayıp giden köklerinden ötürü sever doğduğu toprakları.
Ve insan en çok en sevdiği şeyi eleştirmeli, eleştirebilmeli. Hatta söz konusu ülkesi olunca daha güzel yarınlar için, daha refah ve huzur içinde nesiller için canımızdan çok sevdiğimiz bu topraklara eleştiriyi hiç esirgemememiz gerekiyor.
Bu noktada biraz özeleştiri biraz da tespit diyelim sözlerimize.
Belki üç kıtada yer almış çok kültürlü geçmişimizden belki de her alanda birbirinden derin çizgilerle ayrılan iki kıtayı birleştiriyor olmamızdan kaynaklanan nedenlerle hemen hiç bir alanda tam, net olamadık, yönümüzü belirleyemedik.
Hep bir varmış gibi, yokmuş gibi, yapıyormuş gibi, yapmıyormuş gibi hali genel karakterimiz oldu yüzyıllar öncesinden bugüne. Olduğu kadar, yettiği kadarla yürüdük hep.
Bu da doğal olarak hiçbir şeyin tam olamaması ya da içeriğinin boş olması sonucunu doğurdu bugüne kadar. Hemen her alanda abartılı ve içi boş sahiplenmeler, ölçüsüz tepkiler, istismarlar ile havada kalan bir duygu, düşünce ve değerler dünyasında yaşamaya devam ediyoruz.
Konuyu biraz açalım. Bazı sorulara cevaplar arayalım.
Seküler bir toplum muyuz? Hayır. Dindar mıyız? Hayır. Peki kendimizi nasıl tanımlayabiliriz? Ortada bir yerde, ikisi de olmama durumumuz var. Ne seküler tarafta olanlar bilinçli, ne de dindarım, muhafazakarım diyenler neye inandıklarını bilmiyorlar. Her şey kulaktan dolma, her şey rivayetler, hikayeler üzerinden yürüyor. Sistem tam olarak ne seküler değerler üzerine oturmuş durumda ne de dini değerler. Resmen arada kalma durumu yani. Aradayız ama ortada bir arayış da yok. Herkes kendi cephesini koruma dedinde.
Seküler kesimde, batı tipi disiplin ve düşünce yapısını hayata geçirebilmek adına bu düşünce tarzının temelini oluşturan düşünürlerden en azından bir kaçının kitabını okumamış, ne doğulu ne de batılı olamamış bir kitle söz konusu.
Diğer tarafta, bırakın insan ürünü eserleri, inanç dünyasının temelini oluşturan, inandığı kitabı ya hiç okumamış ya da anlamadığı bir dilde sözde okumuş, islam ahlakı ve değerlerine sahip olduğunu iddia den bir kitle var.
Ne Osmanlı İmparatorluğu'nun son zamanlarında başlayan batılılaşma hareketleri ile batılı düşünce yapısını, ne de yüzyıllardır içinde yer aldığımız Orta Asya ve Ortadoğu 'nun değerlerini tam olarak anlayabildik. Ne batılıyız diyebildik, ne de doğulu.
Bir yanda çok gitmek isteyip bir türlü içselleştiremediğimiz batının disiplini, diğer yanda ise ne tuttuğumuz ne de bıraktığımız doğunun inanç ve değerler dünyası.
Çözümü var mı? Hayır.