İstanbul
Açık
15°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
42,5136 %0.02
49,5614 %-0.08
5.773,66 % 0,36
91.529,20 %-1.891
Ara

Bakışın siyaseti: John Berger'le sanatın ötesine bakmak

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Bakışın siyaseti: John Berger'le sanatın ötesine bakmak

Görmek sadece görmek değildir…

Sanat eserine baktığımızda gerçekten ne görürüz?

Bir figür mü? Renklerin dansını mı? Yoksa gözümüzün önüne sunulmuş bir anlamı mı kabul ederiz?

John Berger’in kült kitabı Görme Biçimleri, yalnızca sanat tarihine değil, bizim sanatla kurduğumuz ilişkiye ayna tutuyor. Ve o aynada aslında hepimizin “öğretilmiş bir bakış”la baktığını gösteriyor. Berger, “görmek bilgi edinmenin bir biçimidir” derken, bu bilgiyi nasıl, kimden ve hangi araçlarla aldığımızı da tartışmaya açıyor.

Ben bir eleştirmen değilim.

Bir sanatçıyım.

Ama Berger’i okurken anladım ki, bir sanatçının da bakışını sorgulaması gerekir.

Çünkü bazen çizdiğimiz şey bizim fikrimiz değil, gözümüze sokulmuş bir bakışın tekrarıdır.

Çünkü bazen yaptığımız iş, yalnızca “güzel” olması için yapılmış bir yeniden üretimdir.

Berger’in kitabında beni en çok etkileyen şey, sanat eserinin yalnızca içeriğiyle değil, sunuluş biçimiyle de ideolojik olduğunu göstermesiydi.

Bir kadının çıplak temsili ile onun bakışa sunuluşu arasında büyük bir fark olduğunu anlattığında, resimle kurduğum tüm ilişkiler yeniden yerinden oynadı.

Ve bu noktada Berger’in ortaya koyduğu temel soruyu ben de bugünün sanatına soruyorum:

“Gerçekten görüyor muyuz, yoksa bize gösterileni mi kabul ediyoruz?”

KADININ TEMSİLİ: SANATTA NESNELEŞME VE ERKEK BAKIŞI

“Kadınlar kendilerine erkeklerin baktığı gibi bakmayı öğrenmişlerdir.”

— John Berger, Görme Biçimleri

Sanat tarihine baktığımızda, kadın figürünün binlerce yıl boyunca izleyici için değil, erkek izleyici için üretildiğini görürüz. Kadın, çoğunlukla bir özne değil, bir gösteri nesnesidir. Berger’in sözleriyle: “Erkekler bakar. Kadınlar izlenir.”

Bu yalnızca çıplak bedenin teşhiriyle sınırlı değildir. Kadının duruşu, bakışı, ifadesi, mekanla ve kendisiyle ilişkisi bile erkek egemen bir estetiğin sonucu olarak şekillenmiştir. Kadın, çoğunlukla kendisine ait bir bakışla değil, kendisine yöneltilmiş bakışı içselleştiren bir karakter olarak karşımıza çıkar. Ressam, kadının yalnızca tenini değil, onun “izlenmesini” de resmetmiştir.

Bu durum sadece Rönesans tablolarında ya da klasik mitolojide değil; bugünün sanatında, çağdaş fuarlarda, sosyal medyada ve hatta galeri vitrinlerinde de sürüyor. Kadının temsili hâlâ büyük ölçüde “beğenilme” arzusunun uzantısı olarak kurgulanıyor.

Peki, bu ne demek?

Bir kadın sanatçı olarak biz neyle karşı karşıyayız?

Bu, sadece dışarıdan dayatılan bir bakış değil; içselleştirilmiş bir estetik rejim.

Kadın sanatçılar olarak bile, bazen biz de “nasıl görünmeli?” sorusuyla üretiyoruz. Kendimizi beğendirme, kabul ettirme, şık olma, güçlü olma gibi kaygılarla şekillenen bir estetik içinde, özgürlükten ziyade, uyuma hizmet edebiliyoruz.

Oysa özgürleştirici bir sanat, bu kodların yıkılmasıyla başlar.

Kadının sadece çıplak temsiline değil, duygusuna, öfkesine, karmaşasına, çelişkisine de yer vermek gerekir.

Bugün Türkiye’de çağdaş sanatta bile hâlâ kadın bedeni ya erotize ediliyor ya da acı objesi haline getiriliyor. Arada çok az alan bırakılıyor: Gerçek bir kadının varoluşu için.

Kadın ya güzel olmalı, ya da kurban. Ama ya hiçbiri değilse?

Berger bize, sanatın bu bakışı üretmekle yetinmemesi, onu sorgulaması gerektiğini söylüyor.

Biz de bugünün sanatçıları olarak sadece “nasıl görünüyoruz”u değil, “nasıl bakıyoruz”u da sormalıyız.

Çünkü bakış bir güçtür. Ve kim bakıyorsa, o anlatıyı kurar.

REKLAM ESTETİĞİYLE SANATIN ÇAKIŞMASI: GÖRÜNMEK VE SATILMAK

“Reklam, insana kim olduğunu değil, kim olması gerektiğini söyler.”

— John Berger, Görme Biçimleri

John Berger’in en sarsıcı analizlerinden biri, sanat tarihindeki “görsel temsil” ile reklam estetiği arasındaki paralellikte yatar. Ona göre reklamlar da tıpkı klasik tablolar gibi bir “ideal” üretir. Ama bu ideal, insanın gerçekte kim olduğu değil, olması gerektiği kişiyle ilgilidir. Ve bu sistemde bakış, yalnızca görmek için değil, sahip olmak için vardır.

Bugün çağdaş sanat dünyasında bu estetik çoktan içselleştirildi.

Galerilerde, fuarlarda, dijital ortamlarda gördüğümüz pek çok eser artık yalnızca bir dil değil, bir ürün olarak konumlanıyor. Formlar şık, renkler dengeli, konular risk taşımıyor. Tüm estetik, beğenilme ve satın alınma ihtimali üzerine kurulu.

Sanatın dili, giderek reklama yaklaşıyor; sanatçı, marka kimliğiyle yarışıyor.

Instagram sayfası bir portfolyodan çok bir vitrindir artık. Sanatçının kendisi de bu vitrine entegre edilmiş bir “persona” haline geliyor. Görünür olmak, konuşulmak, paylaşılmak, hatta “tutulmak” sanatın yeni ölçütleri.

Peki sanatla reklamı ayıran çizgi nereye gitti?

Sanat, hâlâ bir şey “anlatmak” için mi var? Yoksa sadece güzel bir “görüntü” mü sunuyor?

Burada Berger’in çizdiği sınır çok net:

Sanat, bir düşünme biçimi sunar.

Reklam, bir arzu üretir.

Ama bugünün sanat ortamında bu iki alan o kadar iç içe geçti ki, izleyici bile artık eseri estetik bir düşünceyle değil, “yaşam tarzına ne kadar uyduğu”yla değerlendiriyor.

Bu ortamda sanatçının kendi iç sesiyle kalması zorlaşıyor. Çünkü sistem, sessizliği değil, gösteriyi ödüllendiriyor.

Ve bu gösteri çoğu zaman yeni bir şey üretmek değil, tekrar tekrar paketlenmiş olanı pazarlamak üzerine kurulu.

BUGÜNÜN SANATÇISI NE GÖRÜYOR, NE GÖSTERİYOR?

Bugünün sanatçısı iki uç arasında yürüyen bir cambaz gibi.

Bir yanda görünürlük arzusu, diğer yanda sahici ifade çabası.

Bir yanda beğenilme isteği, diğer yanda hakikati anlatma sorumluluğu.

John Berger’in bize hatırlattığı gibi, görmek sadece optik bir mesele değildir. Görmek, dünyayı algılayış biçimidir. Bu yüzden sanatçının gördüğü şey, yalnızca dışarıda olup biten değil; içindeki karmaşa, toplumsal çelişkiler, geçmişin izleri ve geleceğin hayaletleridir.

Ama sanatçı bugün ne görüyor?

Giderek tek tipleşen fuar estetiğini mi?

Sosyal medya algoritmalarına göre kurgulanmış renkleri mi?

Beğeniye oynayan üretim kalıplarını mı?

Ve daha da önemlisi:

Sanatçı neyi göstermek istiyor, neyi göstermekten korkuyor?

Görmekle göstermek arasındaki çizgi bazen çok inceliyor.

Çünkü artık görmek de, göstermek de pazarlamanın bir parçası haline geldi.

Sanatçının bakışı, giderek kurumsal küratörlerin ya da sosyal medya kullanıcılarının taleplerine göre şekilleniyor.

Bu ortamda sanatçıya düşen görev çok daha zor ama aynı zamanda çok daha onurlu:

Gerçekten görmeye cesaret etmek.

Önce kendi içini, sonra dış dünyayı.

Görülmeyeni görmek ve onu göstermek.

Hem de parlamadan, parlatmadan, sadece hakikatiyle.

Berger’in dediği gibi, sanat bir “görme biçimi”dir.

Ama o biçim, sadece bir estetik değil, aynı zamanda bir duruştur.

Bugünün sanatçısı, bu duruşu yeniden inşa etmek zorundadır.

Yazar Notu:

Bu yazı, bir eleştiri değil, bir iç sesin yazıya dökülmesidir.

Ben bir sanatçıyım. Sanatın içinde üretirken, onun çevresinde olup biteni de düşünmek zorunda hissediyorum. Bu yazı, fuar alanlarında, atölyelerde, ekranlarda karşılaştığımız tekrarların, boş bakışların, suskun renklerin ardından sorulmuş bir sorudur:

“Ne görüyoruz gerçekten?”

Ve en çok da:

“Biz nasıl bakıyoruz?”

Okuduğunuz için teşekkür ederim.

— Elif Erdem

Yorumlar
Z
Ziyaretçi 5 ay önce
Elifçim, harika ve aydınlatıcı bir yazı olmuş erkek egemen toplumun kadına bakışını ve bunu sanata yansıtışını çok güzel ifade etmişsin. Sanatın gücünü ve sanatçıların bakış açısının önemli olduğunu da nir kez daha öğrendim.👏👏
BEĞENME
0
CEVAPLA