Sessiz kazananlar; Sanayiciler
Baştan belirteyim bugünkü yazım biraz uzun olacak ama su gibi akacak emin olunuz.
Geçtiğimiz haftalarda bir iklim kanunu kaousu yaşadık hatırlayacak olursanız. Bilen bilmeyen herkes bu kanun hakkında konuştu, acayip tepkiler oldu. Özellikle konuyu hiç bilmeyen vatandaşlardan, konu ile ilgili STK lardan ve muhalefetten. İktidar da bu tepkilere duyarlı davranıp, kanunun ilk 4 maddesi geçtiği halde meclis görüşmelerinden geri çekti. Muhalefet ve STK lar şaşkın, hiç beklemiyorlardı onların isteği, kanun maddeleri üzerinde bazı değişiklik yapmaktı. Vatandaş da ciddiye alındı sandı çok sevindi. Ama asıl sevinen hiç sesi çıkmayan iş dünyası imiş. Bunu bu hafta katıldığım bir toplantıda bir sanayicinin yaptığı konuşmasından anladım.
Aslında her şey Trumpı’n yeniden başkan seçilmesi ile başladı.
Dünya İklim Krizinden her gün daha fazla yara alırken, sahip olduğu devasa üretim hacmi ile küresel ekonomiye yön veren ve aynı zamanda dünyadaki en büyük sera gazı salımı yapan ülkelerden biri olan Amerika’nın yeni başkanının, yeni kararı dünyanın nevrini döndürdü adeta. Trump iklim krizine çözüm bulmaya çalışan anlaşmalardan çekildi, projeleri durdurmaya karar verdi. İşte tam o sıralarda da bizim ülkemizde iklim kanunu çalışmaları hızla ama gizlice devam ediyordu. Evet gizli; STK’larden akademisyenlerden gazetecilerden. İşadamları hariç. Hatta o kadar hariç ki kanun ile ilgili ilk taslak çalışmayı ASO’nun web sayfasında görmüştük 2023 yılında.
Trump’ın iklim krizine gösterdiği bu yaklaşımdan sonra yalanım yok bizim iklim kanunu da “sümen altı” edilir dedim ama tahmin ettiğim gibi olmadı. İklim kanunu görüşülmek üzere sonunda meclise geldi. Aman ne tantana STK lar istemiyor, muhalefet böyle yasa olmaz diyor, vatandaş bu yasa ile yapay et yiyecek zannedip sosyal medyada “yasa geçmeli” diyenleri bombardımana tutuyor. Sesi çıkmayan tek taraf yasa ile yakından ilgili olan iş dünyası. Onların sesi solu çıkmaz iken iktidar birden duyar kesildi, tüm tepkilere ve itiraz edenlerin de şaşkın bakışları karşısında yasa genel kuruldan geri çekildi. Hükümetin her yaptığı işte “ben bilirim, en iyisini yaparım kimseye de sormam” edasından farklı bu tepkisi, şaşırttığı kadar da sorgulattı. Yasanın geri çekilmesinin arkasındaki asıl neden ne idi? İşte bu sorunun cevabının peşinden giderken bulduklarım.
Bu hafta katıldığım bir toplantıda tam anlamıyla aydınlandım diyebilirim sevgili okuyucular. Anladım ki yasayı istemeyenler ne vatandaş ne muhalefet. Yasayı istemeyenler, bu yasa olmadan AB ile ticaret yapamaz dediğimiz “sanayiciler”. Nasıl anladım gelin anlatmaya çalışayım. Aslında anlaşılmayacak bir şey de yok çünkü sanayicileri temsilen katılan konuk bunu açıkça söyledi.
Ankara Sanayi Odası’nın düzenlediği İklim Politikası Çerçevesi Ve Sanayinin Yeşil Dönüşümü paneline katıldım. İklim Kanunun tüm tarafları orada olduğu için tam yeri dedim bu kanun ile ilgili son gelişmeleri ve tarafların düşüncelerini alabilirim. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ile Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı yetkilileri kamuyu, çimento sektöründen Hüseyin Burak Akın’ın sanayicileri temsilen katıldığı toplantıyı, TED Üniversitesi Ekonomi Bölümünden Prof.Dr.Ayça Tekin Koru yönetti. Böyle panellerde konuşmacıların konuşma sürelerini gerçekten yönetmek çok zordur ama hocam harika bir panel yönetti. Buradan tekrar teşekkür etmek istiyorum. Çok değerli bilgiler konuşuldu elbette panelde ama hepsini burada yazmak mümkün değil. O neden ile tek bir konuya değineceğim. Yıllardır peşinde olduğum iklim kanununun apar topar genel kuruldan çekilmesinin ardında, asıl yatanları anlamaya çalışmam nedeni ile panelin soru cevap kısmında tüm katılımcılara aynı konuda “İKLİM KANUNU” ile ilgili farklı sorular sordum.
“AB ile ticaret yapmak isteyen firmalar için karbonsuzluk ve döngüsel ekonomi zorunlu” açıklamasını yapan Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Uluslararası Anlaşmalar ve Mevzuat Uyum Dairesi Başkanı Selin Çobanoğlu Öz, “İklim Kanunu” hakkındaki görüşlerini, “evet çıkmalı” diye açıkladı.
Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı yetkililerinden, “kanunun akıbeti nedir?” sorusuna herkesin bildiği “komisyona çekildi, çalışmalar devam ediyor” sözleri ile bürokrasiden aşina olunan cevabı aldım.
Paneli yöneten akademisyen hocam Sayın Tekin Koru, iklim kanunun sadece bir çevre düzenlemesi olmadığını, hak, özgürlükler meselesi ve yurttaşlık haklarının yeniden tanımlanacağı bir süreç olduğunu söyleyerek, mutlaka çıkması gerektiğinin altını çizdi ve akademisyen olarak kendilerinden herhangi bir görüş almadıklarını da yine benim sorum üzerine açıkladı.
Ve aydınlanma yaşadığım Sanayici temsilcisi Çimento sektöründen Sn.Hüseyin Burak Akın’ın açıklamaları. Sayın akının açıklamalarını verirken Yeşil Mutabakatın bir alt politikası olan Sınırda Karbon Düzenlemesi Mekanizmasına yaklaşımlarını, sorum üzerine de İklim Kanunu ile ilgili görüşlerini anlatacağım.
Sayın Akın toplantıya sektör temsilcisi olarak katıldığı için yaptığı açıklamaları “Sanayicilerin görüşleri” olarak yorumlamak hiç yanlış olmayacaktır. Keza bunlar benim kişisel görüşlerim de demedi bilakis “Sanayicinin bunu karşılama şansı yok” cümlesi ile de tüm sanayiciler adına konuştuğunu anlamış oluyoruz.
Sayın Akın, Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (SKDM)ve Çimento Sektörü Üzerine Etkileri başlıklı konuşmasını “kasap” olarak yapacağını belirterek başladı. Bunu yorumlamıyorum artık kim ne anlar ise. Ve “acelemiz yok” diyerek devam etti sözlerine, oysa dünyanın zerre bekleyecek zamanı yok. Dünya giderek ısınıyor, don olayları yaşanıyor, bakın önümüzdeki yıl patates bile zor alınacak gibi gözüküyor, çünkü ürünler dondu.
Şimdi burası biraz karışık o neden ile önce SKDM’yi biraz anlatmak istiyorum.
En en önemli nokta SKDM Vergi Değildir. Bu bir çeşit karbon maliyeti ama klasik anlamda "vergi" değildir.
SKDM (Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması) sadece bir maliyet sistemi de değildir, Karbon maliyeti, SKDM'nin önemli bir parçası olsa da, bu mekanizma daha geniş bir düzenleme ve denetim sistemidir. Yani “bu sisteme girerim karbon maliyeti ile şirketime çıkan parayı öderim, AB ile de ticaretimi yaparım” diyemiyorsun. Eğer bu mekanizmanın içine giriyorsan;
Raporlama Zorunluluğu var (Raporlama yapılmazsa veya yanlış yapılırsa, cezai yaptırımlar uygulanabilir), Doğrulama ve Denetim var. En önemlisi de SKDM aynı zamanda yeşil dönüşüme teşvik etme amacı taşımaktadır. Yeşil Dönüşümün parametrelerine bakalım kısaca;
-Başta karbon emisyonlarının azaltılması ki burada ETS devreye girer. Ayrıca Karbon Yakalama Mekanizmaları da bu başlık altına giriyor. Bir hayli maliyetli…
-Yenilenebilir enerji kullanımı, büyük yatırımlar gerektiriyor elbette.
-Döngüsel ekonomi desene çok zahmetli.
Gibi… daha da var ama hepsini sıralamaya gerek yok, kısaca “Kirleten öder” deniliyor.
Yani SKDM bir vergi değil ancak ihracatçı için ürün başına hesaplanan ve ödenen bir karbon maliyeti olduğundan etkisi vergiden farksız. Yani ürün için yeni bir maliyet doğuyor. İşte Sanayicimizin bu maliyeti karşılayacak durumda olmadığını Sayın Akın’dan öğrendik. Üstelik eğer böyle bir mali yükümlülük altına girer ise sektörler, bu maliyetlerin yurt içi satış fiyatına da yansıyacağının altını ısrarla çizdi Burak Akın.
Sayın Akın “yapı stoku kalitesizliği olan bir diyarda çimento maliyetleri de” artacaktır derken iç piyasadaki artışın vatandaşın cebine dokunacağını anladık. Hatta başka bir sektörden de örnek verdi Sanayi temsilcimiz. SKDM kapsamına giren sektörlerden olan gübre de bu siteme dahil olur ise bu maliyetin yurt içine gıda pahalılığı olarak geri geleceğini söyledi. Ve bu şekilde AB’ye uyum sağlamanın “Ferrari ile çakıl yolda ilerliyorum hissi veriyor” yorumunu yapan sanayicimiz, “Sanayicinin bunu karşılama şansı yok” dedi ve Sayın Akın, “Pire için yorgan yakılmaz” dedi. “Pire” dünyanın varlığı, “yorgan” da para herhalde. Bunu soramadım, vakit yetmedi.
Benim için ilk kez bir sanayiciden bu bilgileri “net” duymak adeta bir aydınlanma olurken salondakiler ya biliyordu sessizdiler ya da onlar da ŞOK.
Peki, ne yapacaksınız? AB ile ticareti kesip başka pazarlara mı yöneleceksiniz diye sordum? Bu soruyu panel bitince kapıda gider ayak sorduğumu da belirtmek istiyorum.
“Yooo devam edicez “Öderiz vergimizi, bize maliyeti daha düşük olur.” Dedi sayın Akın ve devam etti.. Bir karbon yakalama mekanizması yapmaya kalksan 500 milyon dolar ama benim AB’nin sistemine girmeden ödeyeceğim maliyet bu yatırımların kat ve kat azı olacaktır. “ Anlamı; SKDM’ye girmeden, ETS sisteminde olmadan.
Böyle oluyor mu dedim. Bu sisteme girmeden AB ile ticaret devam edebilir mi? Evet edebilir dedi Sayın Akın. “Öderiz paramızı yaparız ticaretimizi.”
Ben bunu bir kez daha araştırdım. “SKDM’ye girmemek, AB ile satış yapmamak değil” diyor mevzuat ve ekliyor,ama ticaret daha maliyetli ve riskli olabilir. Kaynak: CBAM Regulation (EU) 2023/956
Bu kaynakta diyor ki; Çimento, Demir Çelik, Alüminyum, Gübre, Elektrik ve Hidrojen sektörleri, CBAM yani SKDM sertifikası almak zorunda ancak AB’ye satış yasaktır demiyor. Yani ticaret mümkün ama daha pahalı ve karmaşık olabilir. Ancak Sayın Akın’ın açıklamaları, sektörü temsil ettiğine göre bizim sanayicilerimize daha riskli ve maliyetli değil anlaşılan.
İklim Kanunu ile ilgili görüşlerini de şöyleydi Sayın Akın. “Daha mütevazı hedefler ve makul maliyetler olmalı”. Kanun taslağındaki maddelere, “ülke olarak çok uzağındayız” yorumunu yaparken, tirajı komik bir şekilde muhalefet ve STK ların yaptığı eleştirilerin başında bu kanunun iş dünyasının lehine hazırlanmış olması vardı. Anlaşılan o ki, kanun görüşmeleri yapılırken onca tepkinin içinde gözükmeyen iş dünyası zaten bu kanunu hiç istememiş.
Kanun taslağının maddelerine tekrar bir göz attığımda iş dünyasının endişelerinin yersiz olmadığı görülüyor aslında. Çünkü; Henüz TBMM’de yasalaşmamış olmakla birlikte, taslak metin ve kamuoyuna açıklanan politika belgelerine göre iklim kanunu; özellikle ihracatçı işletmelere yönelik bazı doğrudan ve dolaylı yükümlülükler getirmeyi hedefliyor. Muhalefetin ve STK’ların iddialarının tam tersi olması da şaşırtıcı. Taslakta SKDM doğrudan isim verilerek geçmiyor ancak, SKDM’ye uyum sağlamak için gerekli tüm yapısal adımlar ve çerçeve düzenlemeler dolaylı olarak yer alıyor.
Örneğin, kanunda yer alan ETS (Ulusal Emisyon Ticaret Sistemi) kurulması ile AB’deki ETS ile uyumlu bir karbon fiyatlandırma sistemi hedefleniyor. Emisyonların İzlenmesi, Raporlanması ve Doğrulanması (MRV) Zorunluluğu var kanun teklifinde, İhracatçı firmaların SKDM kapsamında ürünlerinin karbon içeriğini AB’ye beyan etmesi gerekiyor. Taslak metinde, Türkiye’nin dış ticaret yapısının düşük karbonlu hale getirilmesi, “karbon kaçağı riski olan sektörlerde politika geliştirilmesi” gibi ifadeler yer alıyor. Bu, SKDM’ye doğrudan değil ama amaçsal olarak dolaylı bir gönderme anlamına gelir.
İklim Kanunu geri çekildi. Sokaktaki vatandaş, sosyal medya aktivisti ya da muhalefet partisi kendini bu kararın mimarı sandı. Oysa kazananlar, hiç konuşmayanlardı. Gerçek karar sanayi salonlarında, gösterişsiz cümlelerle çoktan verilmişti:
“Bu yükü biz taşıyamayız.”
Çünkü SKDM ve İklim Kanunu, sanayiye “kirlettiğin kadar öde” diyordu. Onlar ise, kirlettiğimi değil, vergimi öderim geçerim, dedi.
Eksiklikleri, yetersizlikleri olsa da iklim krizinin önlenmesinde önemli bir adım olacak olan İklim Kanunu çıkmadı. Şahsi fikrim çıkacağını da sanmıyorum. Fikrimin kaynağı şahsi duygularımın ötesinde, kanunun geri çekildiği gün meclis kulislerinde konuşulanlar. Özellikle de iktidar kulislerinde.
Bugün yasanın yükünden kaçanlar, yarın iklim krizinin faturasından kaçabilecek mi? Bu faturayı bizler zaten ödemeye başladık ama bizim ödediğimiz faturanın sadece KDV’si. Asıl faturayı bugün 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor bayramını kutlayan çocuklarımız ve torunlarımız ödeyecekler.