Ömrünü cephelerde, milletinin istiklali ve istikbali için harcayan o yorgun beden, 1938 sonbaharında artık son mücadelesini veriyordu. Ekim ayına gelindiğinde, uzun süredir bilinen rahatsızlığı ciddileşmişti. Dolmabahçe Sarayı'ndaki odası, bir imparatorluğun küllerinden yeni bir cumhuriyet doğuran liderin sessiz vedasına tanıklık ediyordu. Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp, Prof. Mim Kemal Öke, Dr. Nihat Reşat Belger gibi dönemin önde gelen hekimleri, bu amansız gidişatı gün gün raporluyordu.
9 Kasım gecesi, tüm müdahaleler sonuçsuz kaldı. Atatürk, iyiden iyiye bitkin düşmüştü.
Saatler 10 Kasım sabahı 09:05'i gösterdiğinde, sadece bir kalp durmadı; bir milletin kalbi durdu. Doktorlar, büyük şefin hayatını kaybettiğini teyit etti. O an, milli mücadelenin başından beri yanından ayrılmayan Kılıç Ali’nin tanıklığıyla tarihe kazındı:
"Hayatına kastedilmemesi için canımızı fedaya hazır olduğumuz Atatürk, gözümüzün önünde... fani hayata veda edip gidiyor, herkes ellerini kavuşturmuş, büyük bir acz içinde duruyor... Hasan Rıza dayanamadı, 'Kılıç bak, koskoca bir tarih göçüyor!' dedi. Saat tam dokuzu beş geçiyordu. Atatürk birdenbire gözlerini açtı. O güzel mavi gözlerini son olarak bize yöneltti. Ve hemen kapadı... O güzel gözler artık ebediyyen kapanmıştı."
Aynı gün yayımlanan resmi ölüm raporu, bu acı gerçeği bürokratik bir dille kayda geçti: "...bugün sabah saat 9’u beş geçe büyük şefimiz derin bir koma içinde terk-i hayat etmiştir.”
Tarihin bu anını dondurmak istercesine, Dr. Nuri Hakkı Aktansel tarafından Atatürk'ün yüzünün ve elinin kaskı alındı. Başbakan Celal Bayar’ın emriyle, 11 Kasım'da naaşa tahnit işlemi (ilaçlama ve mumyalama) uygulandı.
Halk, acı haberi henüz radyodan duymamıştı. Ancak İçişleri Bakanlığı'nın 10 Kasım günü yayımladığı bir genelge, felaketi sessizce duyurdu: Tüm yurtta bayraklar yarıya indirildi. Millet, liderini kaybettiğini göklerdeki o yastan anladı. Birkaç saat sonra Ankara Radyosu'ndan yapılan resmi duyuru, bu acı gerçeği tüm ülkeye ilan etti. 13 Kasım'da on binlerce kişi Taksim Anıtı'na akın ederek, Ata'sına yas tutarken aynı zamanda Cumhuriyet'e bağlılık sloganları atıyordu.
Hükümet, milletin Atasıyla vedalaşabilmesi için naaşın 16-18 Kasım tarihleri arasında Dolmabahçe Merasim Salonu'nda ziyarete açılmasına karar verdi. Halk, Saray'a sel olup aktı. O anlar, sevginin ve kederin izdihama dönüştüğü tarihi sahnelerdi.
19 Kasım günü, Dolmabahçe Sarayı'nda, Prof. Dr. Şerafettin Yaltkaya'nın kıldırdığı cenaze namazıyla dini vecibeler yerine getirildi. Kız kardeşi Makbule Hanım ve en yakın silah arkadaşları, bu son görevde saf tuttular.
Aynı günün öğlen saatlerinde İstanbul, tarihinin en büyük vedalarından birini yaşadı. Top arabasına konulan naaş; Tophane, Karaköy, Köprü, Eminönü, Sirkeci ve Gülhane Parkı güzergâhından Sarayburnu'na ilerlerken, caddeleri dolduran yüz binlerce İstanbullu gözyaşlarıyla onu uğurluyordu.
Tabut, Sarayburnu'ndan önce Zafer Torpidosu'na, ardından da Türk donanmasının gururu Yavuz zırhlısına nakledildi. Bu, sadece ulusal bir yas değildi; uluslararası bir saygı duruşuydu. Yavuz'a, Türk filosunun yanı sıra İngiliz, Sovyet, Alman, Fransız, Yunan ve Romen savaş gemileri de eşlik ediyordu. Bu büyük asker ve devrimci, bir zamanlar mücadele ettiği veya takdirini kazandığı devletlerin de selam duruşuyla Marmara'ya açıldı.
Akşam 19:30'da İzmit Mayın İskelesi'ne yanaşan zırhlıdan alınan naaş, Atatürk'ün sağlığında yurt gezilerinde kullandığı sembolik "beyaz vagon"a konuldu. Saat 20:30'da İzmit'ten kalkan tren, 20 Kasım sabahı Ankara'ya vardığında, kurduğu başkent onu yasta karşılıyordu.
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Meclis Başkanı Abdülhalik Renda ve Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak tarafından karşılanan naaş, istasyondan kendi eseri olan Türkiye Büyük Millet Meclisi binasına götürüldü. Katafalka konulan tabut, gün boyu halkın saygı geçidine açıldı.
21 Kasım 1938'de, naaş, ebedi istirahatgâhı Anıtkabir inşa edilene kadar kalacağı Etnografya Müzesi'ne nakledildi. Bu tören, dünyaya verilen bir mesaj niteliğindeydi. Türk askeri birliklerinin ardından Almanya, Bulgaristan, Fransa, İngiltere, İran, Sovyetler Birliği ve Yunanistan gibi ülkelerin askeri onur kıtaları, bayrakları ve kılıçlarıyla Atatürk'ü selamladı.
Müzede geçici bir kabir inşa edildi ve naaş, 31 Mart 1939'da buraya defnedildi. Tam 15 yıl, Anıtkabir'in tamamlanmasını burada bekledi.
Atatürk'ün ölümünün hemen ardından, ona yaraşır bir anıt mezar için komisyon kurulmuştu. Rasattepe'de karar kılındı. 1941'de açılan uluslararası yarışmaya 49 proje katıldı. Hükümet, Prof. Emin Onat ile Doç. Orhan Arda’nın eserini seçti. İnşaat 9 Ekim 1944'te başladı ve ancak 9 yılda tamamlanabildi.
10 Kasım 1953 günü, vefatından tam 15 yıl sonra, Türkiye son görev için yeniden toplandı. Nakilden bir gün önce açılan tabut, yapılan tahnit işleminin başarısını ortaya koydu. Prof. Kamile Şevki Mutlu'nun ifadesiyle; büyük önder, 15 yıl sonra bile sanki hasta yatağında uyuyormuş gibi duruyordu.
10 Kasım 1953 Salı günü, saat 09:05'te sirenler ve saygı duruşuyla başlayan nakil töreni, Opera, Ulus, TBMM ve Gar güzergâhını izleyerek Anıtkabir'e ulaştı. Cumhurbaşkanı Celal Bayar, İsmet İnönü ve kız kardeşi Makbule Atadan'ın da katıldığı on binlerce kişi, korteje eşlik etti.
Atatürk'ün naaşı, Anıtkabir'deki kabrine İslami kurallara ve dualara göre defnedildi. O kabre, vatanın birliğini simgelercesine, Türkiye'nin tüm illerinden, Selanik'teki doğduğu evin bahçesinden, Kore'deki Türk şehitliğinden, Suriye'deki Süleyman Şah Türbesi'nden ve Kıbrıs'tan getirilen topraklar harmanlanarak konuldu.
1881'de Selanik'te başlayan, rüştiyelerden Harp Okulu'na, Şam'dan Trablusgarp'a, Çanakkale'den Kurtuluş Savaşı'na uzanan, cephelerde geçmiş bir ömür; 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet'i kurarak taçlanmıştı.
"Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır" sözleriyle emanetini milletine bırakan Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet, bugün 102 yaşında. Ve her yıl milyonlarca insan, o naçiz vücudun değil, o büyük fikrin önünde saygıyla eğilmek için Anıtkabir'e akın etmeye devam ediyor.