Mehmet Şimşek: Bugünün Fuzûlî’si
Haberi görünce Fuzûlî çağlar ötesinden gelip mecliste konuşuyor sandım. Konuşan, Mehmet Şimşek’ti.
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda Türkiye’deki hayat pahalılığının farkında olduğunu söyledi. Şimşek,
“Gerçekten var, olmaması da sürpriz olur. Bütün dünyada sıkıntılar var ama bizde tabii ki programın da yan etkileri var, şimdi ‘yok’ dersek yanlış olur” dedi.
“Hayat pahalılığı var.” da diyebilirdi. Ama o, “Yok dersek yanlış olur.” diyerek sözlerine edebi bir kıvrım kattı. Bu ifade, sadece basit bir bilgi aktarımı değil; bir tür dolaylı anlatım, aynı zamanda bir retorik ustalığı örneği. Doğrudan söylemek yerine, olumsuzun olumsuzunu kullanarak gerçeği ima ediyor.
Fuzûlî’nin ünlü gazelinden bir dizeyle karşılaştırabiliriz:
“Söylesem tesîri yok, sussam gönül razı değil.”
Bu beş yüz yıllık mesafeye rağmen, iki ifade aynı dilsel stratejiyi kullanıyor: Gerçeği doğrudan söylemek yerine, ima yoluyla, dolaylı biçimde dile getirmek.
Fuzûlî, doğrudan “çaresizim” demiyor. İki olumsuz ihtimal arasında kalmışlığını anlatıyor; “söyleyemem” de demiyor, “susamam” da demiyor. Bu, derin bir gönül terbiyesi ve estetik anlayış içeriyor.
Şimşek de “Hayat pahalılığı var” demiyor. Bunun yerine, “yok dersek yanlış olur” diyerek, olumsuzun olumsuzuyla gerçeği doğruluyor. Bu, klasik edebiyattaki litotes benzeri bir yapı oluşturuyor.
Litotes, bir şeyi olumsuzlayarak onun karşıtını veya büyüğünü ima etme sanatıdır. Şimşek’in söylemi de bunu modern bir siyasal bağlamda yapıyor. “Var” demek doğrudan bilgi verir; ama “yok dersek yanlış olur” demek, aynı bilgiyi kıvrımlı ve retorik olarak etkili bir biçimde sunuyor. Bu kıvrım, dili sadece bilgi aktaran bir araç olmaktan çıkarıyor; bir üsluba dönüştürüyor.
Cümledeki “yok” ve “yanlış olur” birlikteliği, bir tür kararsızlık ve tereddüt estetiği yaratıyor. Bu tür iç gerilim, klasik edebiyatta sıkça rastlanan bir söyleyiş biçimidir; Fuzûlî’nin “söylesem tesîri yok, sussam gönül razı değil” dizesinde de var. Klasik şairler doğrudan değil, ima yoluyla konuşur. Şimşek de farkında olmadan Divan üslubuna yaklaşmış oluyor.
Bu dolaylı anlatım, politik söylemin edebiyatla kesiştiği noktadır: Gerçeği tam olarak söylemeden ima etmek, açık konuşmadan anlaşılmayı sağlamak. Fuzûlî’yi hatırlatan da tam bu yaklaşım.
Divan bağlantısı da cabası. Şairlerin şiirlerinin toplandığı kitaplara “divan” denir; bu nedenle edebiyat türü “Divan Edebiyatı” adını alır. TDK’ya göre divan, “yüksek düzeydeki devlet adamlarının kurduğu büyük meclis”tir. Mehmet Şimşek’in görev yaptığı TBMM Komisyonu ve Bakanlık da günümüz divanı sayılabilir.
Şimşek’in şiirlerini topladığı bir “divan” yoktur. Ama divanda şiir gibi konuştuğu için, Divan Edebiyatı üzerinden Fuzûlî’yle kucaklaşmış oluyor.
Fuzûlî’nin döneminde Şimşek, belki de derdini şöyle ifade ederdi:
Rızkım arta derim, eksilür her günün ikrâmı,
“Hayat pahalı değil” desem, gönlüm etmez imkânı.
Hakkı var halkın figânı, lâkin devletin de seyranı,
Ne var ki her gamın sonunda, rahmetin umânı.
Sıkıntı çok, amma sabır çekecek,
Her imkânsızlıkta bir umut görecek.
Bu beyitlerde hem hayat pahalılığına hem de devlet-halk dengelerine dikkat çeken bir eşzamanlı duygu ve politika var. Şimşek’in ifadesini buraya taşıdığımızda, edebi bir paralellik kurmuş oluyoruz.
İsim benzerliği de ayrı bir tat katıyor: Fuzûlî’nin asıl adı Mehmed bin Süleyman’dır — yani Şimşek ile adaştır. Fuzûlî, şiire başladığı yıllarda çeşitli mahlaslar denemiş ama nihayet “Fuzûlî”yi seçmiştir.
O hâlde, Mehmet Şimşek için “Bugünün Fuzûlî’si” demek sadece bir mecaz değil, hem dilsel hem tarihî paralellik açısından da yerinde bir tanım olur.