Bir 2025 Muhasebesi ve Bir 2026 Temennisi
Yıl başlarından ziyade yıl sonlarından farklı bir tat alıyorum. Sene içerisindeki yaşanmışlıkların bir muhasebesini yapmak, kendi küçük dünyamda yaşadığım dönüşümlerin izlerini tekrardan keşfetmek ve elbette -kişisel favorim- sene içerisinde üzerlerine anlam yüklediğim şarkılardan, filmlerden, kitaplardan listeler hazırlamak…
Öte yandan 2025, unutulacak cinsten bir yıl değildi. Bu yılın benim için “unutulmayacak” oluşu olumlu yaşanmışlıkların birikimi değil; maalesef ölümler ve hastalıkların en yakın çevreme sıçramasıyla ilintiliydi. Ancak kendi kişisel deneyimlerimi bir kenarda tutarak değerlendirirsem 2025, Türkiye’de hepimiz için yaşamın ağırlaştığı bir yıldı.
Mart 2024 seçimleriyle yayılan umut dalgasının ardından başlayan suni bir normalleşme süreci ve Bahçeli’nin çıkışıyla anlayamadığımız yeni bir çözüm sürecine doğru savruluyorduk 2025’e girerken. Ve bu noktada yalan söylemeyeceğim, 2025’in zor geçmesini ve sonraki seçimlere kadar işimizin zor olacağını bekliyordum da bu kadarını kim tahmin edebilirdi?
Haksızca tutuklanan öğrenciler, gazeteciler, siyasetçiler, bürokratlar ve politik duruşu nedeniyle mağduriyet yaşamış birçok insan. Siyasetin görünmez çizgilerinin aşıldığı, toplum içerisindeki kutuplaşmanın arşa çıktığı, toplumun hatırı sayılır bir kesiminin varoluş kaygısına sürüklendiği; sıkışmış oksimoron bir Türkiye fotoğrafı görüyorum 2025’in içerisinde. Her yerinden tutarsızlık ve olmamışlık akıyor sanki. Kimseye karamsarlık yüklemek istemem çünkü ben karamsar değilim ancak bugünler, gelecekteki daha kötü günlerin ön bir gösterimini yaşatıyor sanki bizlere.
Bir 2025 Muhasebesi
Malumumuz, ölmüş ruhuna rağmen hiç olmadığı kadar güçlü bir iktidar bloğu var karşımızda. Yeni hiçbir şey söyleyemiyor, inandırıcı hiçbir vizyon ortaya koyamıyor ancak benzerini çok az gördüğümüz politik nüfuzuyla bir şekilde kendisinin ehvenişer olduğuna inandırabiliyor. Çoğu politikasının iflas etmiş olmasına rağmen yine bir yerlerden kendisine alan açmayı başarabiliyor ve çözülmeden hayatta kalabilmek için tereddüt etmeden otoriterleşebiliyor.
Mart 2024 seçimlerinin akabinde “normalleşme” fikriyle kendisine zaman devşiren iktidar 2025 yılında sanıyorum hiçbirimizin mümkün görmediği sınırları geçti ve daha fenası bunları “normalleştirdi”. Türkiye’de daralmış bir alana hapsolmuş siyasetin hızlı gündemi, 2025 yılında kendi standartlarına rahmet okutturacak kadar hızlı döndü.
19 Mart’tan sonra yeni bir aşamasını idrak ettiğimiz mevcut rejimle beraber tanımlayamadığımız bir geleceğe doğru savruluyoruz. Çoğumuzun zihninde çeşit çeşit sorular fink atıyor 2026’ya girerken; “Yakın bir gelecekte en azından rejimi değiştirebilme iradesi gösterebilecek bir sandığa kavuşabilecek miyiz? Bugün, ağır şartlar altında tutuklu bulunan siyasetçilerin akıbetinde yakın zamanda bir gelişme görülebilecek mi? İç politikadaki meşruiyetini kaybetmesine rağmen uluslararası siyasette kendisine muhataplar bulan Erdoğan iktidarı, bu otoriterleşme trendini nereye kadar sürdürebilecek? Yakın zamanda ortaya çıkan ve tamamen magazinsel yönüyle kamuoyunda tartışılan uyuşturucu soruşturmaları nereye bağlanacak? İktidarın içerisinde yaşanan dar kadro çatışmaları surda gedik açacak mı? Erdoğan sonrasına dair kurulmaya çalışılan yeni politik düzen ne ölçüde başarılı olacak ve bu muhtemel düzen içerisinde hangi isimler sivrilecek? Ve iktidar, söz konusu “Terörsüz Türkiye” süreci içerisinden yeni ve ikna edici bir rejim modeli çıkarabilecek mi?”
Bu seneyi değerlendirirken biraz daha “Terörsüz Türkiye” veya başka isimlerle yürütülmeye çalışılan sürece odaklanmamız gerekiyor. Zira hangi zeminde inşa olduğunu hala daha anlamlandıramadığımız ve ağır aksak ilerleyen bu süreci, iktidarın varoluşunu sürdürebilmek için dönüştürmeye çalıştığı yeni rejimden bağımsız ele alamayacağımızı düşünüyorum. Hatta bugün bizi huzursuz eden çoğu gündemin zamanla bu “Terörsüz Türkiye” süreciyle iç içe geçeceğini düşünüyorum. Ayrıca bugünün muğlak siyasetinin içerisinde hala tam olarak anlaşılamayan bu süreç bir noktada bir süredir kesilen anayasa tartışmalarının fitilini ateşleyeceğe benziyor.
2025’e dair “vıdılayacağım” son politik olgu üyesi bulunduğum gençliğin, varlığını tekrardan siyasete hatırlatmasıydı. Özellikle “Maçka korteji” olarak hatıramda yer edinen öyle bir gün vardı ki… Mezuniyetimden bir sene geçmesine rağmen bölümümden, fakültemden tanıdığım tanımadığım onlarca insana rastladığım, ucunu ve bucağını göremediğim bir kalabalıkla Şişli’nin yerlileriyle yürüdüğümüz, o muazzam kortej… Saraçhane’deki toplanmalardan bağımsız olarak, üniversite öğrencilerinin -muhalif siyasilerin donukluğuna bir tepki olarak- inisiyatif alarak gerçekleştirdiği, benzerine çok az rastlayabileceğimiz bir sivil itaatsizlik eylemi.
Maçka korteji dışında da başka eylemler, yürüyüşler gerçekleşti. Bütün bunların haricinde olarak, içerisinde bulunduğumuz baskıcı iklimde kendi korku duvarlarını yıkarak, irili ufaklı çeşit çeşit sivil itaatsizlik eylemine bulunma erdemi gösteren herkesi kendimce tebrik ediyorum. Ancak muhalif kanalların bile yeterince ilgiyi göstermediği Maçka kortejinin bendeki tesiri biraz daha güçlü oldu. Hiçbir ayrıcalığı olmayan ve hatta kendisini görece apolitik gösteren insanların, öfke ve umutla kendilerini bir alanda deşarj edebilme gereksinimi hissedecek kadar dolması, ister istemez akranlarıma dair yeni düşünceler türetmeme neden oldu.
Bir 2026 Temennisi
2025’e dair yapılmamış analizler yaptıysak eğer (!) biraz da 2026’dan beklentilerimizi değerlendirelim. Ancak toplumsal yaşantımızın ağır konularına geçmeden önce araya insani bir temenni sıkıştırmak istiyorum; mümkünse ben ve bu yazıyı okuyanlar, sevdiklerinin ölümü veya hastalıklarıyla uğraşacakları bir seneyle test edilmez.
2026’ta Türkiye’nin politik yaşamının üzerimizdeki tesirinin hafifleyeceğini sanmıyorum. Hatta eğer ani gelişen bir seçim gündemine girmezsek eğer, muhtemelen yükümüz daha da ağırlaşacak. Hele açlık sınırının altında kalan bir asgari ücreti ve beklentileri karşılayamayan ekonomik göstergeleri şöyle bir değerlendirince, beterin de beterinin olabileceğini hatırlatmakta fayda var.
2026’ya dair beklentim aslında 2025’in Mart ve Nisan aylarından miras kalan bir umudun yansıması. Maçka korteji veya Galata korteji veya Saraçhane günlükleri, henüz gençliğin ruhunun ölmediğini önce kendimize sonra da toplumun bütün zümrelerine hatırlattı. Evet, zor zamanlarda yaşıyoruz. Birilerinin küçük dünyasının büyük hırsları hayatlarımıza zorla dayatılıyor. Saçmalama hakkımız elimizden alındı ve küçük hatalarımız orantısız bir şiddetle cezalandırılır oldu.
Doğrusu bugün soğumak ve sinmek için çok fazla sebebimiz var. Siyasetin bu bulanıklığı içerisinde, içimizdeki az sayıdaki iktidar destekçisi de dahil, hepimiz yarından ve bugünden korkuyoruz. Korkulmayacak gibi de değil durumumuz açıkçası.
Daha önce de kullandığım bir tabir var. Gençlik içerisinde bir şeyler birikiyor. Özellikle bu söz konusu gençliğin ailesi iki kuşaktır şehirdeyse, içerisinde ciddi şeyler birikiyor. Kendi gençliğinin annesinin ve babasının gençliğiyle, ağabeyinin ve ablasının gençliğiyle iz düşmemesi, aynı imkanlara sahip olmaması, artan heveslerinin aynı imkanlarla tatmin edememesi ve en nihayetinde korkunç bir gelecek kaygısıyla baş başa kalması ister istemez, içeride bir şeylerin birikmesine neden oluyor. Bu birikime yük olarak bir de politikanın toplumsal yaşantımızın en küçük hücrelerine bile karışır hale gelmesi, birikimin duygusal yükünü artırıyor.
Bugünlerde akranlarım, içerisinde bulunduğu politik gerçekliğin kavram setlerini reddederek geçmişten yeni bir şeyler türetmeye çalışıyor. 60’ların ve 70’lerin politik miraslarına dalarak, nostaljik bir tavırla yeni politik tutumlar türetiyoruz. Ve açıkçası bu politik tutumlar bugünün gerçekliğiyle pek uyuşmuyor. Bu uyuşmazlık, içimizde çeşitli kümelerin oluşmasına ve daha meselenin en başında birbirimizle didişerek ayrışmamıza neden oluyor.
2026’ya dair en büyük temennim işte tam olarak bu didişme haliyle ilgili. İçimizde bir şeyler birikiyor ancak bu birikinti bir hedefe kanalize olamayacak kadar dağınık. Ruhumuzu kaybetmedik ancak bu ruhu bugünün gerçekliğiyle makul bir zemine kavuşturamadık. Kimimiz kendisine Kemalist diyor, kimimiz Atatürkçü, kimimiz Milliyetçi, kimimiz Sosyalist… Ayrıştığımız bu kimlikler bile kendi içerisinde farklı varyasyonlara bölünmüş, parçalanmış şekilde.
Anlayacağınız, biz olamıyoruz bir türlü. İçimizdekini birbirimize kusuyor, en erdemli kim kavgasıyla didişiyor ve politikleştiğimizi zannederken giderek apolitikleşiyoruz.
İşte, 2026 senesinden en büyük temennim bu. Ne bir erken seçim bekliyorum ne de yeni bir anayasa. Maçka’da şaşkınca gözlemlediğim o kalabalığın biz olabilmesini ve birbirleriyle didişmeyi bırakmasını temenni ediyorum.
Geçmişin politik kavgalarını bir bütün halinde miras alacağımız, aramızda makuller inşa ederek enerjimizi doğru hedeflere kanalize edeceğimiz, politik nedenlerle tutuklanmış insanlarımızın haklarını daha iyi savunacağımız ve daha kolay dayanışabileceğimiz yeni bir yıl diliyorum.
Ülkeyi aydınlığa taşıyabileceğimiz, mutlu bir yeni yıl dileğiyle!