İstanbul
Açık
15°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
42,5194 %0.04
49,6025 %0.01
5.793,12 % 0,70
90.701,47 %-2.037
Ara

Rekabetin Normlaşması, Benmerkezcilik ve Toplumsal Çözülme

YAYINLAMA:
Rekabetin Normlaşması, Benmerkezcilik ve Toplumsal Çözülme

Son yıllarda toplumsal yapılar üzerine ortaya konulan analizler, bireyselciliğin güç kazandığını ve kolektivizmin zayıfladığını gösteriyor. Bu toplumsal dönüşüm, yalnızca bireyin kendini merkeze almasıyla sınırlı kalmıyor; aynı zamanda sosyal bağların çözülmesi, dayanışmanın zayıflaması ve nihayetinde toplumsal bütünün erozyona uğraması gibi çok katmanlı sonuçlar doğuruyor.

Bireysel yaşam tarzının yaygınlaşması, çoğunlukla “özgürleşme” ya da “kendini gerçekleştirme” üzerinden meşruiyet kazandırılarak inşa edilmektedir. Ancak sosyolojik bağlamda, bireyin kendisini esas alan bir sosyal yaşam biçimi benimsemesi, uzun vadede toplumsal dokuda derin çatlaklara yol açmaktadır. Ayrıca bireyin yalnızca kendi çıkarlarını öncelemesi, kolektif etik sorumlulukların geri plana itilmesine de neden olur. Bu dönüşümün kültürel temsillerinden biri de halk arasında sıkça atıf yapılan şu ifadedir: “Kurtlukta düşeni yemek kanundur.”

En nihayetinde bu türden metaforlar, neoliberal dönemin rekabetçi söylemleriyle birlikte ele alındığında, dayanışma yerine çatışmayı, empati yerine çıkarı yücelten bir düşüncenin içselleştirildiğini gösterir. Artık düşenin yanında olmak değil, düşüşünü fırsata çevirmek övülen bir davranış haline gelmiştir. Sosyal sermaye zayıflamış, toplumsal güven kaybolmuş, kolektif dayanışma refleksi ortadan kalmıştır.

Radikal görüşleriyle tanınan Emile Durkheim’in anomi kavramıyla tanımladığı, normların belirsizleştiği ve bireyin kendini toplumdan kopuk hissettiği durumlar, toplumumuzda gözlemlenmektedir. Normatif çözülmenin eşlik ettiği bu süreç, aynı zamanda bireyin sorumluluktan kaçınmasını ve sosyal yükümlülüklerini reddetmesini de kolaylaştırmaktadır. Toplumsal ilişkiler; iş birliği ve yardımlaşma yerine pragmatist, oportünist ve geçici bağlara dönüşmektedir. Oysa insan, yalnızca biyolojik değil, aynı zamanda sosyal bir varlıktır. İnsanı var eden, yalnızca kendi kapasitesi değil; birlikte yaşama iradesi, ötekine duyduğu sorumluluk ve kolektif bir yaşam inşa etme çabasıdır. Bu yüzden Emile Durkheim’in anomi kavramı kadar “solidarizm”i de toplumumuzda karşılık bulmalıdır.  

Ayrışma çağımızın en belirgin olgularından biri hâline gelmiştir. Bugün ise yaşadığımız toplumsal kopuşları ve duygusal izolasyonu anlamlandırmak için, yalnızca ekonomik ya da teknolojik dönüşümlere değil, aynı zamanda birey-toplum ilişkisini yeniden inşa edecek etik ve normatif zemine de odaklanmamız gerekmektedir. Aksi halde “kurt” metaforunun hegemonyasında şekillenen toplumsal ilişkiler, bizi ortak bir yaşam tahayyülünden iyice uzaklaştıracaktır.

Toplumu yeniden inşa edebilmek için, yalnızca yapısal reformlara değil; bireylerin toplumsal sorumluluk duygusuyla yeniden bağ kurmasına ihtiyaç vardır. Düşeni kaldırmak, yalnızca insani değil; aynı zamanda toplumsal bir yükümlülüktür.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *