Tahayyülden Müzayedeye: Şarkıyatçılığın Güncel Sanat Piyasasındaki Sürekliliği
Edward W. Said’in Şarkıyatçılık (Orientalism) çalışmasını okurken, zihnimde yalnızca tarihsel bir tartışma değil, bugünün sanat piyasasında dolaşan imgelerin nasıl üretildiğine dair daha güncel bir sorunsal belirdi. Said’in temel iddiası açıktır: Batı, Doğu’yu anlatırken onu olduğu gibi değil, kendi bilgi rejimi içinde, kendi iktidar alanına uygun biçimde tahayyül eder. Böylece Doğu, temsil edilirken “öteki” olarak sabitlenmiş, estetik ve entelektüel bir nesneye dönüştürülmüştür. Bu dönüşüm yalnızca geçmişe ait bir zihniyet değil; günümüz sanat piyasasının işleyişinde de hâlâ canlıdır.
Bu noktadan bakıldığında, müzayede salonlarında dolaşan “doğu esintili” tabloları yalnızca estetik beğeni nesneleri olarak okumak yetersiz kalır. Osman Hamdi Bey’in 19. yüzyılda ürettiği eserler —Arkeologlar, Kaplumbağa Terbiyecisi ya da gündelik hayata odaklanan figüratif sahneler— Batı’nın Doğu’ya bakışını içeriden dönüştürmeye çalışan ama yine de Batı’nın görsel diliyle konuşan işler olarak konumlanır. Bu eserler, hem Osmanlı modernleşme tahayyülünün hem de Avrupa sanat çevrelerinin dikkatle izlediği bir görsel rejimin parçası olmuştur.
Bugün ise bu tarihsel temsil biçimleri, küresel sanat piyasasında açık bir ekonomik karşılık buluyor. Sotheby’s ve Christie’s gibi büyük müzayede evlerinde “Orientalist” başlığı altında sunulan eserler hâlâ ciddi rakamlarla el değiştiriyor. 19. yüzyıl Batılı ressamlarının Kuzey Afrika ve Osmanlı coğrafyasını betimleyen tabloları, 80.000–120.000 sterlin bandından başlayarak altı haneli dolar rakamlarına kadar ulaşabiliyor. Bu tablo, yalnızca nostaljik bir ilginin değil, Doğu imgesinin estetik sermaye olarak yeniden işlevlendirilmesinin bir göstergesi. Bu sürekliliğin en çarpıcı örneklerinden biri, Osman Hamdi Bey’in Kahve Hazırlayan (1881) adlı eserinin 2025’te Londra’daki Sotheby’s müzayedesinde yaklaşık 1.016 milyon sterline satılmasıdır. Bu satış, klasik Türk resminin yalnızca tarihsel değil, küresel piyasa içinde somut bir ekonomik değer kazandığını açıkça gösterir. Doğu’ya ait bir gündelik sahne, bugün uluslararası sermaye dolaşımının güçlü bir parçası hâline gelmiştir.
Öte yandan Batı modernizminin ikonları söz konusu olduğunda rakamlar bambaşka bir ölçeğe taşınır. Gustav Klimt’in Portrait of Elisabeth Lederer adlı tablosunun 18 Kasım 2025’te New York’ta yaklaşık 236.4 milyon dolara satılması, modern sanatın koleksiyoner zihnindeki ayrıcalıklı konumunu gözler önüne serer. Buradaki fark yalnızca estetik değil; hangi imgelerin “merkez”, hangilerinin “çevre” olarak fiyatlandığını da gösteren yapısal bir farktır.
Çağdaş sanat alanında ise “doğu esintisi” daha karmaşık bir hâl alır. Shirin Neshat gibi sanatçılar, Doğu-Batı karşıtlığını egzotik bir imge üretimi üzerinden değil; kimlik, beden, iktidar ve temsil sorunları üzerinden tartışmaya açar. Bu işler Sotheby’s ve Christie’s gibi platformlarda 100.000 doların üzerinde fiyatlara alıcı bulurken, Batı’nın Doğu’yu yalnızca temsil eden değil, aynı zamanda sorgulayan bir üretimle karşı karşıya kaldığını da gösterir.
Osman Hamdi Bey ile Neshat’ın pratikleri arasında doğrudan bir tarihsel çizgi kurmak mümkündür: Her ikisi de temsil edilenin arkasındaki iktidar ilişkilerini görünür kılmaya çalışır. Ancak bu üretimler, bugün piyasanın içinde dolaşıma girdiğinde, eleştirel içeriğin nasıl bir ekonomik çerçeveye yerleştirildiği sorusu kaçınılmaz olarak gündeme gelir.
Türkiye’nin çağdaş sanat ortamı da bu imge ekonomisinin tam merkezinde durur. Bienaller, fuarlar ve galeriler üzerinden dolaşıma giren işler, çoğu zaman Doğu ile Batı arasında salınan bir görsel ve kavramsal alan kurar. Burada “doğu” yalnızca kültürel bir referans değil, aynı zamanda pazarlanabilir bir değer hâline gelir. Böylece temsil, estetik bir mesele olmaktan çıkıp ekonomik ve ideolojik bir dolaşıma eklemlenir.
Said’in işaret ettiği gibi, temsil ile iktidar arasındaki bağ kopmuş değildir; yalnızca biçim değiştirmiştir. Bugün Doğu’nun imgeleri, keşfedilecek bir alan olmaktan çoktan çıkmış; kıymetlenmiş, dolaşıma sokulmuş ve fiyatlandırılmış sermaye nesneleri hâline gelmiştir. Osman Hamdi’den Klimt’e, Neshat’tan çağdaş müzayede salonlarına uzanan bu hat, bize sanatın yalnızca estetik değil, aynı zamanda bir bilgi, temsil ve iktidar rejimi olduğunu bir kez daha hatırlatır.
Geçmiş değişmemiştir; yalnızca daha parlak vitrinlerde yeniden satılmaktadır.