İstanbul
Parçalı bulutlu
9°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
42,8044 %0.17
50,1756 %-0.07
5.972,23 % 0,28
88.554,99 %0.188

Kendi halinde olmak bir itirazdır

YAYINLAMA:
Kendi halinde olmak bir itirazdır

Bazı insanlar kalabalıkların içinde bile yalnız kalmayı seçer. Gürültüden kaçtıkları için değil; kendi seslerini kaybetmemek için. Hayatlarını yüksek sesle anlatmazlar, başkalarınınkini de merak etmezler. Fakat garip bir biçimde en çok da bu sessizlik huzursuzluk yaratır.

Çünkü kendi halinde olmak, sandığımızdan daha kışkırtıcı bir eylemdir.

Toplum, bireyin hayatına ancak benzerlik üzerinden katlanabilir. Aynı ritimde yaşayanlar makbuldür: Aynı yaşta evlenenler, aynı hayalleri kuranlar, aynı kelimelerle mutlu olanlar… Bu yüzden kendi halinde yaşamak, çoğu zaman sessiz bir itiraz gibi algılanabilir.

Sessiz hayatlara tahammül

Netflix’te gösterimde olan Evcilik, ilk bakışta yalnızca bir ilişki hikâyesi gibi görünür. Oysa dikkatle bakıldığında, çok tanıdık ve rahatsız edici bir soruyu önümüze bırakır:
Kendi halinde yaşayan insanları neden rahat bırakmazlar?

Nejat İşler, Öykü Karayel, Fatih Artman ve Deniz Işın’ın rol aldığı film; ilişkilerini onarmak ve sıkıldıkları hayatlarından uzaklaşmak için Ege kıyılarında sakin, küçük bir otel olan Evcilik’e giden Fırat ve Filiz çiftini konu alır. Otele vardıklarında otel çalışanları olan başka bir çiftle karşılaşırlar: Özkan ve Aysun.

Film, toplumun büyük beklentilerinden uzak, gösterişsiz bir hayat sürmeye çalışan bu iki insanın beraberliklerini ve mutluluğunu öne çıkarır. Birbirlerine “Duman” ve “Kınalı” diye hitap eden Özkan ve Aysun, çevrenin görünmez ama sürekli baskısıyla nasıl sıkıştırıldığını anlatır. Kimse açıkça düşmanlık etmez; kimse doğrudan “yasak” koymaz. Ama herkes bir şekilde müdahildir. Tanıdık, değil mi?

“Kendi halinde yaşamak” çoğu zaman masum bir tercih değil; adeta bir meydan okuma olarak algılanır. Evlenmeyen, çocuk yapmayan, kariyer basamaklarını tırmanmak istemeyen, büyük hayaller kurmayan ya da “olması gerektiği gibi” yaşamayan herkes açıklama yapmaya zorlanır:
Neden evlenmedin?
Tezini bitti mi?
Nereye tatile gideceksin?
Yılbaşı’nda neredesin?

Evcilik, bu soruların yüksek sesle sorulmadığı ama her an hissedildiği bir atmosfer kurar. Filmdeki karakterler kimseye zarar vermez, kimsenin hayatına karışmaz. Sadece kendi küçük dünyalarında var olmaya çalışırlar. Ancak asıl sorun da tam burada başlar.

Çünkü kendi halinde yaşayan insan, neden bazılarını rahatsız eder?

Şehirli bakış ve kültürel tahakküm

Evcilik’teki sevişme sahnesi, şehirli bakışın ahlaki paniğinden çok, kültürel tahakkümünü ifşa eder. Sevişenler onlar değildir; sahneyi sahiplenen, anlamlandıran ve yargılayan şehirlilerdir. Bakışlarında merak yoktur; “bu bize ait olmalıydı” duygusu vardır.

Sanki doğallık, tensellik ve özgürlük en çok kendilerine yakışır; sanki bu çift ancak şehirli estetikten, dilden ve onaydan geçerse meşru olabilir. Film, şehirlinin ilericilik iddiasını tam da burada çözer. Rahatsızlık sevişmeden değil; bu sevişmenin şehirli normlardan bağımsız yaşanmasından doğar. Bu yüzden bakış masum değildir: denetleyici, hiyerarşik ve haddini bilmeyen bir bakıştır.

Bu bakış, bireysel bir kibirle sınırlı değildir. Kendisini “normal” ilan eden daha geniş bir düzen duygusundan beslenir. Şehirliliğin, ilericiliğin ve doğru yaşamın ölçütlerini elinde tuttuğunu düşünen bu bakış, sadece izlemekle kalmaz; sınıflandırır, sınır çizer, kimlerin nasıl yaşayabileceğine karar verir. Böylece mahrem olan, bir anda toplumsal normun denetim alanına girer.

“Normalin savaşını veriyoruz”

Toplumsal düzen, benzerlik üzerinden kendini güvende hisseder. Herkes aynı yaşta evlensin, aynı hızda büyüsün, aynı hedeflere koşsun ister. Bu yüzden farklı olan, yüksek sesle itiraz etmese bile bir tehdit olarak algılanır. Hele ki bu farklılık “hak edilmemiş” bir huzur gibiyse… “Ben böyle mutluyum” diyen biri, istemeden şu soruyu sordurur: Peki ya biz?

Film boyunca karakterlerin maruz kaldığı baskı, bireysel kötülükten çok kolektif bir huzursuzluğun sonucudur. Kimse özellikle zalim değildir; ama herkes biraz rahatsızdır. İşte bu rahatsızlık, müdahaleye dönüşür. Öğüt gibi sunulan uyarılar, şaka kılığına sokulan yargılar, “senin iyiliğin için” denilerek dayatılan hayatlar…

Bireyin sınırları, “ailenin”, “mahallelinin”, “toplumun” iyi niyetiyle aşındırıldı. Özel alan sürekli olarak kamusal bir tartışmaya açılıyor. Kimin nasıl yaşadığı, neyi seçtiği, neyi reddettiği sorgulanıyor. Oysa modern bir toplumun en temel ölçütlerinden biri, başkasının hayatına karışmama becerisi olmalıydı.

Evcilik, tam da bu beceriksizliğin yarattığı ruh hâlini anlatıyor. Karakterler ne büyük bir isyanın parçası ne de dramatik bir trajedinin kahramanı. Onlar sadece “normal” olmak istiyorlar; ama toplumun normal tanımı onlara yer açmıyor.

Kendi halinde olmak bir itirazdır.

Belki de asıl soru şudur: Kendi halinde yaşayan insanları neden rahat bırakmıyoruz?

Çünkü onların varlığı bize başka ihtimaller olduğunu hatırlatıyor. Daha az hırslı, daha az gösterişli, daha sessiz bir hayatın mümkün olabileceğini… Ve bu ihtimal, yıllarca ezberlediğimiz başarı, mutluluk ve “doğru yaşam” anlatılarını sarsıyor.

Evcilik’i değerli kılan da tam olarak bu: Büyük sözler etmeden, sessiz bir ısrarla şunu söylüyor:
Herkesin hayatı kendine... (aittir)

Roşan ORHAN

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *