Yozlaşmanın Şık Daveti
Bazı çürümeler vardır; gece yarısı yapılan operasyonlarla ortaya çıkar. Bazılarıysa gündüz gözüyle, spot ışıklarının altında yaşanır. Son çıkan haberler gösteriyor ki bu ülkede sadece sokaklara değil, vitrinlere de bakmak gerekiyor. Çünkü bugün yozlaşma, karanlık köşelerde saklanmıyor; temiz cümlelerle, parlak mekânlarla, kendinden emin yüzlerle dolaşıma sokuluyor.
Herkesin ne kadar kolay köşe yazarı olduğu bir dönemdeyiz. Herkesin bir fikri var, daha doğrusu bir pozisyonu. Düşünmekten çok yerleşilen, sorgulamaktan çok ezberlenen pozisyonlar. Aynı cümleler, aynı kanaatler, aynı özgüven. Hiç kimse yanılabileceğini düşünmüyor. Herkes her şeyin en iyisini biliyor. En klas olan da onlar, en entelektüel olan da. Oysa bu özgüvenin altı boş; içi gürültü, üstü kibir.
Uyuşturucu operasyonları yapılıyor; evler basılıyor, ağlar dağıtılıyor. Aynı kararlılığın entelektüel hayatın içinde, siyasette ve kültür–sanat alanında da gösterilmesi gerekiyor. Çünkü bazı ilişkiler maddeyle değil, itibarla dönüyor. Bazı ticaretler parayla değil, görünürlükle yapılıyor. Ve bunların hepsi gayet “normal”miş gibi sunuluyor.
Burada “kültür–sanat alanı için işlemiyor” demek kolaycılık olur. Tam tersine, en çok burada işlemesi gerekir. Çünkü bu alanların görevi örtmek değil, açmak olmalıydı. Sorgulamak, rahatsız etmek, mesafe koymak. Ama bugün olan şu: Parlatmak, dolaşıma sokmak, aklamak. Kirli işlerin steril yüzleri tam da burada üretiliyor. Estetikle, kavramla, laf kalabalığıyla.
Bir dönem, yakın zamanda hayatını kaybetmiş, karikatür tadında işler üreten bir ressam H.A neden bu kadar övüldüğünü hep merak etmiştim. İşlerin kendisinden çok etrafındaki gürültü dikkat çekiyordu. Meğer mesele iş değilmiş; yolmuş. O yolun yolcusu olanlar birbirini parlatıyor, pazarlıyor, satın alıyor. Alan da satan da, öven de susan da aynı döngünün içinde dönüyor. Sonra buna “beğeni”, “vizyon”, “çağdaşlık” deniyor.
Bu yozlaşma, bilgisizlikten beslenmiyor. Bilinmesine rağmen sürdürülüyor. Herkes farkında ama herkes memnun. Çünkü sistem böyle çalışıyor: İtiraz eden dışarıda kalıyor, susan içeride tutuluyor. Ve en tehlikelisi şu: Bütün bu tablo, bir başarı hikâyesi gibi anlatılıyor.
Oysa bu bir çöküş estetiği. Entelektüel seviyenin bu kadar düşmesi tesadüf değil. Klas nedir, mesafe nedir, utanma nedir; bunları gerçekten bilmemiz zorlaştı. Her şey aşırı rahat, aşırı laubali, aşırı kendinden emin. İçerik yok, tavır çok.
Umarım bu olaylar da diğerleri gibi unutulmaz. Umarım bu düzen “zaten böyle” diye geçiştirilmez. Ve umarım bir gün gerçekten bu insanlardan ortalık temizlenir. Çünkü mesele ahlak değil artık; mesele nefes almak. Bu kadar kirin içinde, hâlâ temiz bir alan kalıp kalmayacağı.