42,7363 %0.04
50,2157 %0.05
5.942,92 % -0,34
87.309,15 %0.673
Ara

Şaşırmanın eşiğinde, alışmanın kıyısında

YAYINLAMA:
Şaşırmanın eşiğinde, alışmanın kıyısında

Her sabah yeni bir şaşkınlığın eşiğinde uyanıyoruz. Geceden sabaha, akşam haberlerinden gece yarısı bildirimlerine kadar, hayatımız neredeyse aralıksız bir şaşkınlık akışına dönüştü. O kadar çok “Bu da mı olur?” dedik ki artık şaşırmanın kendisi bile eskisi kadar güçlü bir duygu değil; tepkilerimizin yükü hafifledi, dudaklarımız daha az aralanıyor, kalbimiz daha az hızlanıyor. Çok fazla şaşkınlık biriktikçe, şaşırma eşiğimiz düşüyor.

Ne zaman “Bundan ötesi olmaz” desek, ülkede herkesin yakından izlediği bir figür daha beklenmedik bir şekilde gündemin dışına düşüyor. Bu da bize aslında olayların büyüklüğünden ziyade, görünür olanla görünmeyen arasındaki mesafenin nasıl açıldığını hatırlatıyor. Bir şeylerin uzun süredir sessizce biriktiğini, ama o birikimin hep en son aşamada duyulur olduğunu.

Şaşırıyoruz.

“Medyanın prensi” yakıştırması yapılan bir ismin bir gecede sahneden çekilmesi de tam bu sessiz birikimin yansıması gibi. Yıllardır iktidara en yakın çevrelerin ilk başvurduğu, en kritik açıklamaları ekrana taşıyan bir figürün bugün böyle bir tabloyla anılması, ister istemez daha kapsamlı bir sorgulamayı davet ediyor insanı. Bu kadar bilginin, temasın ve görünürlüğün merkezinde duran birinin çevresinde akan dikkat yoğunluğunu düşündüğümüzde, hiçbir sinyalin daha önce sezilmemiş, istihbarat alınmamış olması gerçekçi gelmiyor. Bu nedenle dışarıdan “ani” görünen bu düşüş, muhtemelen çok daha uzun süredir devam eden bir çözülmenin sadece görünür hale gelmiş son adımıdır.

Mesele aslında yalnızca bir kişinin hikâyesi değildir. Bu tür olaylarda asıl dikkat çeken şey, yaşananın kendisinden çok, bizim buna nasıl tepki verdiğimizdir. Bir zamanlar büyük bir sarsıntı yaratacak bir olayın bugün daha sınırlı bir şaşkınlıkla karşılanması, duyarlılığımızdaki aşınmayı daha görünür kılıyor. Çok fazla kırılma yaşadıkça, sarsılma eşiğimiz de ister istemez düşüyor.

Şaşırıyoruz.

Siyasette yaşananlara duyduğumuz şaşkınlık giderek tuhaf bir hal alıyor. MHP lideri Devlet Bahçeli’nin yıllardır kendi siyasal geleneği içinde kesin hatlarla konumladığı bir meseleye bugün “Huzur içinde terörsüz Türkiye” başlığıyla alan açması, tam da bu ruh hâlinin bir örneği.

Burada mesele bir liderin fikir değiştirmesinden çok daha fazlası; siyasetin bir ilke etrafında değil, sürekli değişen bir ihtiyaç etrafında dönüyor olması. Dün kesin çizgilerle reddedilen bir ihtimalin bugün mümkün addedilmesi, demokratik olgunlukla değil, pragmatizmin uç noktalarıyla açıklanabilecek bir durum.

Bu tür dönüşümlerde asıl soru, “Neden oldu?”dan çok, “Nasıl bu kadar kolay oldu?” sorusudur. Eğer bir söylem bir günde tersine dönebiliyorsa, o söylemin dayandığı zemin en başından beri ne kadar sağlamdı? İlkesizlik, fikir değiştirmenin değil, fikrin bağlamdan bağımsız hiçbir ağırlığının kalmamasının işareti değil midir?

Şaşırıyoruz.

Meclis’te stajyer kız çocuklarına yönelik istismar iddiaları gündeme geldiğinde… Burada söz konusu olan yalnızca bir suç ihtimali değil; bir toplumun en çok güvendiği, hatta güvenmek zorunda olduğu bir mekânın, devletin kalbinin koruyamadığı bir masumiyet.

Devlet dediğimiz yapı, çoğu zaman büyük söylemlerle tanımlanır; oysa asıl sınavını sessiz ve küçük anlarda verir. Bir çocuğun güvenliği, bir kurumun onurudur. Çocukların eğitim amacıyla gönderildiği bir kurumda böyle bir gölgenin bile düşmesi, “olayın olup olmadığı” tartışmasından bağımsız olarak, derin bir sarsıntı yaratmalıydı aslında.

Heyhat, nerede…

Bir toplumda en kırılganı koruyamayan kurum, zamanla kendi meşruiyetini aşındırır. Çünkü bir kez güven sarsıldığında, hiçbir açıklama, hiçbir cezai süreç o boşluğu hemen dolduramaz.

Bugün en acı olan, bu onurun zedelenmiş olması değil; toplumun buna karşı bile ancak sınırlı bir şaşkınlık gösterebilmesi. Bir ülke, kötülüğe değil; kötülüğün mümkün olduğuna alışmaya başladığında en temel dengeleri sessizce bozulur.

Şaşırıyoruz.

Neye şaşırcağımızı şaşırdığımız, aynı zamanda da şaşırma duygumuzu yavaş yavaş yitirdiğimiz alanlardan biri de gündelik hayatın sessiz köşelerinde karşımıza çıkıyor. Ankara’nın göbeğinde, banyosu olmayan daracık otel odalarında yaşamaya çalışan emeklilerin haberleri mesela…

Bir zamanlar bu manzara toplumda büyük bir sarsıntı yaratırdı; bugünse çoğu insanın zihninde yalnızca kısa bir “ürkek şaşkınlık” halinde belirip kayboluyor.

Yıllarca çalışmış, hayatını bu ülkenin çarklarına vermiş insanların yaşlılıklarını ortak tuvalete mahkûm bir hayatla geçirmek zorunda kalması yalnızca yoksulluk değil; toplumsal onurun kırılmasıdır. Bir neslin yalnızlığı, bir düzenin adaletsizliği ve hepimizin olağanlaştırmaya başladığı bir çöküş meselesidir bu.

Bir toplumun gerçek yüzü, her zaman en kırılganına nasıl davrandığında görünür. Çocukları koruyamayan bir kurum nasıl gölgeleniyorsa, yaşlılarına insanca bir yaşam sunamayan düzen de kendi ahlaki merkezini, vicdani zeminini öyle kaybeder.

Şaşırıyoruz.

Bazı şaşkınlıklar trajikomik bir yerden çarpıyor insanı. Yalova’da ATM’leri parçalayan bir adamın, para çekmek isteyen vatandaşın “İki dakika sonra kırarsın” ricası üzerine usulca kenara çekilip beklemesi mesela… Akıl alır tarafı yok belki ama ülkenin ruh hâlini özetleyen bir tarafı var. Bu sahnenin tuhaflığı yalnızca mizahında değil; akıl dışı bir davranışın bile belli bir düzen duygusuna yaslanabilmesinde. Demek ki normalin çözüldüğü yerde bazen anormallik bile kendi iç tutarlılığını kuruyabiliyor.

Sonra Ankara’da bir mahallenin muhtarının uyuşturucu ticareti şüphesiyle gözaltına alınması… Mahallenin “devletle ilk temas noktası” sayılan isminin, mahalleliyi cenazede, düğünde toparlayan kişinin… Haber, trajikomik bir tuhaflık duygusu bırakıyor insanda.

***

Sadece biz değil, dünyanın geri kalanı da şaşırıyor ve eşzamanlı olarak da şaşırmaya alışıyor. Artık küresel siyasette de öngörülebilirlik neredeyse tamamen ortadan kalkmış durumda. Amerika’da bir zamanlar devlet ciddiyetinin sembolü sayılan kürsülerde, bugün bir liderin gazetecilere pervasızca hakaret etmesi bile olağan karşılanıyor. Donald Trump’ın her seferinde sınırları biraz daha zorlayan dili, artık bir skandal değil; medya döngüsünün rutin parçalarından biri.

Benzer bir şaşkınlık yitimini şiddet sahnelerinde de görüyoruz. Avustralya gibi dünyanın en güvenli ülkelerinden sayılan bir yerde gerçekleşen Bondi Plajı saldırısı, bir dönem tahayyülü bile zor olan bir gerçeği hatırlattı: Şiddet artık istisna değil, dünyanın her köşesinde her an belirebilen bir gölge. Bir zamanlar bu tür olaylar dünyayı günlerce sarsardı; bugünse birkaç saat içinde yeni gündemlerin arasında kayboluyor. Sarsıntılar değişmiyor, ama insanların sarsılma kapasitesi azalıyor.

Bütün bu tablo; medyanın prensinin tacının bir gecede düşüşü, Meclis’te çocukların gölgesinin bile güvende olmaması, emeklilerin banyosuz odalara sıkışmış yaşlılığı, siyasetin ilkesiz zikzakları, dünyanın dört bir yanındaki kaba dil ve kör şiddet bize tek tek skandalları değil, aynı anda işleyen bir çözülmeyi gösteriyor. Adım adım daralan demokratik alan, derinleşen yoksulluk, dışarıda artan yalnızlık ve içeride yavaş yavaş kuruyan kültürel iklim aynı resmin parçaları.

***

Bizdekilerle birlikte dünyanın farklı yerlerinde yaşanan tüm bu örnekler başka bir çağ gerçeğine de işaret ediyor. Modern toplumlar giderek daha hızlı, daha yoğun ve daha sert bir bilgi akışına maruz kaldıkça, duygusal eşiğimiz de aynı hızla düşüyor. Şaşırmak yerine geçiştirmek, irkilmek yerine kayıtsızlaşmak daha kolay geliyor. Kötülük büyümüyor belki ama etkisi küçülüyor; çünkü algımız genişliyor ama hassasiyetimiz daralıyor. Küresel bir kayıtsızlık…

Bu sessizlik, hiçbir felaketin büyüklüğünü azaltmıyor; yalnızca insanın isyan etme kapasitesini törpülüyor.

İnsan şaşırmayı bıraktığında ya umudu bırakmıştır ya da zalimliğe alışmıştır. Bazen de en tehlikeli kırılma, bu iki hâlin birbirine karıştığı o sessiz eşikte yaşanır.


Aklını korumak, vicdanını diri tutmak, onurundan ödün vermemek… Bu ülkede bunların her biri bir davranış değil, bir direnç biçimine dönüştü. Gerçek cesaret artık yüksek sesle haykırmakta değil; sessizce doğruda kalabilmekte saklı. Belki de en büyük cesaret, şaşırma yetisini kaybetmemektir. Zira şaşırabilen insan, henüz insanlığını yitirmemiş demektir.

Sadık ÇELİK

[email protected]

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *