Kıbrıs’ta yeni bir rüzgar esiyor
Bu rüzgar adayı serinletebilir de, yakabilir de. Hangi yöne evrileceği, kelimelerden çok, zihniyetlerin değişip değişmeyeceğine bağlı. Kıbrıs, bir on yılı daha kaçıracak lükse sahip değil.
Yusuf Kanlı
Kıbrıs’ta uzun süredir alışık olmadığımız bir tablo ortaya çıkıyor. Değişim, ilk kez yalnızca söylemde değil; aktörlerde, siyasi dengelerde ve diplomatik reflekslerde de kendini hissettiriyor. Elbette bu tabloyu “çözüm kapıda” şeklinde okumak hem erken hem de yanıltıcı olur. Ancak adada yeni bir rüzgarın estiğini inkâr etmek de mümkün değil. Asıl soru şu: Bu rüzgar serinletici bir değişimin habercisi mi olacak, yoksa yaz sıcaklarının da etkisiyle adayı yakacak yeni bir fırtınaya mı dönüşecek?
Bu rüzgarın kaynağı tek bir gelişme değil. KKTC’de cumhurbaşkanının değişmesi, Kıbrıs Türk siyasetinde belirgin bir dil ve yaklaşım yenilenmesi, ana muhalefette ilk kez bir kadın siyasetçinin, Sıla Usar İncirli’nin parti başkanlığına seçilmesi ve 11 Aralık’ta iki liderin Birleşmiş Milletler temsilcisi gözetiminde sekiz yıl sonra ilk kez bir araya gelmesi, bu havayı birlikte oluşturuyor. Bu gelişmelerin hiçbiri tek başına çözüm anlamına gelmez. Ama birlikte okunduğunda, adanın kuzeyinde siyasi pusulanın farklı bir yöne çevrildiğini gösteriyor.
KKTC’de cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ortaya çıkan tabloyu yalnızca bir iktidar değişimi olarak görmek eksik olur. Tufan Erhürman’ın seçilmesi, Kıbrıs Türk toplumunun son yıllarda içine hapsolduğu sert söylemden, sonuç üretmeyen pozisyonlardan ve dışlayıcı siyasetten duyduğu rahatsızlığın açık bir ifadesidir. Bu tercih, “daha yüksek ses” değil, “daha işleyen bir siyaset” arayışıdır. Erhürman’ın yaklaşımı, masaya oturmayı başlı başına bir başarı olarak görmeyen, yöntemi ve hazırlığı merkeze alan bir çizgiye dayanıyor. Bu çizgi, geçmişte defalarca yaşanan hayal kırıklıklarının bir sonucudur.
Bu değişim, ana muhalefette yaşanan dönüşümle de tamamlanıyor. Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin başına Sıla Usar İncirli’nin geçmesi, sembolik olduğu kadar siyasal bir anlam taşıyor. Bir kadın siyasetçinin parti liderliği, yalnızca temsiliyet meselesi değildir. Kıbrıs Türk siyasetinde daha kapsayıcı, daha toplumsal ve daha uzlaşmacı bir dil arayışının göstergesidir. İncirli’nin söylemleri, çözüm iradesinin yalnızca liderler düzeyinde değil, toplumsal düzeyde de yeniden üretildiğini ortaya koyuyor.
BM parametrelerine dönüş ve siyasi eşitlik tartışması
Bu iç dönüşüm, 11 Aralık’ta yapılan üçlü toplantıyla dış politikada da kendini hissettirdi. Görüşmede somut bir çözüme yönelik adım atılmadı. Ancak sekiz yıl aradan sonra iki liderin bir BM temsilcisi gözetiminde bir araya gelmesi ve ortak bir metin ortaya koyması, başlı başına önemlidir. Daha da önemlisi, bu metinde “BM Güvenlik Konseyi kararları çerçevesinde tanımlandığı şekliyle siyasi eşitlik” temelinde çözüm hedefinin teyit edilmiş olmasıdır.
Bu ifade, diplomatik bir süs değildir. Kıbrıs bağlamında siyasi eşitlik; dönüşümlü başkanlığı, federal karar alma mekanizmalarında etkin katılımı ve her kararda Kıbrıslı Türklerin olumlu oyunu içeren somut bir çerçevedir. Bu çerçeve, 2004 Annan Planı döneminden bu yana BM parametrelerinin parçasıdır. Dolayısıyla bu hedefin yeniden teyit edilmesi, son yıllarda giderek silikleşen ortak zeminin en azından ilkesel düzeyde yeniden hatırlanması anlamına gelir.
Ancak burada durup gerçekçi olmak gerekiyor. Bu yeni sürecin başarıya ulaşabilmesi için yalnızca kuzeydeki değişim yeterli değildir. Rum tarafında da ciddi bir zihniyet dönüşümüne ihtiyaç vardır. Siyasi eşitliği prensipte kabul edip, onun somut ve kurumsal sonuçlarını sürekli erteleyen bir yaklaşım, bu rüzgarı daha doğmadan boğabilir. Nitekim Rum lider Nikos Hristodulidis, BM Güvenlik Konseyi kararlarında siyasi eşitliğin temel unsurlarından biri olarak tanımlanan, 2:1 oranına dayalı dönüşümlü başkanlık konusunda hâlâ net bir kabule yanaşmamaktadır. Bu tutum, “eşitlik” söylemi ile “eşitliği işletecek mekanizmalar” arasındaki çelişkinin sürdüğünü ve çözüm yolundaki asıl tıkanıklığın hâlâ yerinde durduğunu göstermektedir.
Kuzeydeki yeni yaklaşımın bir diğer ayırt edici yönü de “küçük ama anlamlı” adımlara verilen önemdir. Geçiş kapıları, Hellim dosyası, günlük hayatı doğrudan etkileyen teknik düzenlemeler, bir pazarlık unsuru değil, niyet göstergesi olarak görülmektedir. Bu başlıklarda ilerleme sağlanamıyorsa, daha büyük ve daha zor konularda ilerleme beklemek gerçekçi değildir. Bu yaklaşım, geçmişte defalarca yaşanan “büyük masalar, küçük gündemler” dönemine açık bir itirazdır.
Güneyde siyasi riskler ve rüzgarın yönü
Ancak adanın güneyine bakıldığında tablo daha karmaşık bir hâl alıyor. Rum kesimi, Mayıs ayında yapılacak parlamento seçimlerine giderken, aşırı sağcı ELAM’ın yükselişi dikkat çekiyor. ELAM’ın üçüncü parti konumuna gelmesi, Rum siyasetinde milliyetçi refleksleri daha da güçlendirebilir. Böyle bir tablo, zaten dar olan manevra alanını daha da daraltır ve siyasi eşitlik gibi zor başlıklarda cesur adımlar atılmasını neredeyse imkânsız hâle getirebilir.
İşte tam da bu noktada uyarıyı yapmak gerekiyor. Kıbrıs’ta esmeye başlayan bu yeni rüzgar, eğer güneyde sert ideolojik duvarlara çarparsa, yaz sıcaklarının da etkisiyle serinletici değil, yakıcı bir fırtınaya dönüşebilir. Tarih, Kıbrıs’ta kaçırılan fırsatların nasıl daha büyük krizlere evrildiğini defalarca gösterdi.
Sonuç olarak, Kıbrıs’ta yeni bir rüzgar esiyor. Bu rüzgar henüz güçlü değil ve yönü de tam olarak netleşmiş sayılmaz. Ancak uzun süredir ilk kez, tamamen durgun bir havadan söz etmiyoruz. Kuzeyde mesaj verilmiş durumda. Söylem yenilendi, aktörler değişti, çözüm iradesi yeniden dillendirildi. Şimdi belirleyici olan, bu mesajın güneyde nasıl okunacağıdır.
Bu rüzgar adayı serinletebilir de, yakabilir de. Hangi yöne evrileceği, kelimelerden çok, zihniyetlerin değişip değişmeyeceğine bağlı. Kıbrıs, bir on yılı daha kaçıracak lükse sahip değil. Bu kez kapı aralandı. Onu kapatıp kapatmamak, artık sadece kuzeyin değil, adanın tamamının sorumluluğudur.