Cumhuriyet 102 Yaşında
Cumhuriyetin 102. yılını kutladığımız bu hafta, geçmişi ve bugünü kısaca değerlendirmek için iyi bir fırsat. Genç ve dinamik nüfusumuz bilimin ışığında eğitilmek yerine bağnazlaştırılsa ülkenin geleceğini kaybedeceğiz. Hala Cumhuriyet’in ilk on yılında doğan ve önceki kuşaktan devraldıkları heyecanı yaşatan yaşlılarımız var. Onlar, her eve bir şehit yası, dul ve yetim acısı bırakan savaşların hikâyeleriyle büyümüştü. Gözlerini açtıkları Cumhuriyet yeniydi. Olanı, biteni fark etmeye başladıklarında, dünyada esen yeni savaş rüzgârlarının zorluklarını yaşadılar. Kurucu kadroyu tanıyan ve önemli ayrıntıları sözlü tarihle de öğrenme şansı bulanların, Cumhuriyetle kazanılan hak ve özgürlükleri, fırsat eşitliğini, eğitim, sağlık ve aile yaşamındaki değişimi ve kadının toplumsal rolüne verilen önemi, daha iyi değerlendirme ayrıcalığı vardı. Oysa şimdi gençler ve özellikle Z kuşağı bundan yoksun. Atatürk ve kurucu kadro Cumhuriyet’le ülkeyi küllerinden yaratıp, yeniden şekillendirdi. Elde kalan son vatan parçasının vatandaşı olmak, önce kulluktan kurtulmanın beratıydı. Bunun farkında olanlar, şimdi yapılan hataların açtığı tehlikeli gedikleri daha kolay görmekte. Kurucu kuşağın yüreğinde cephelerde kazanılan ve masada anlaşmalarla elde edilen büyük zaferin gururu, gelecek umudu, kendilerine her konuda önderlik eden Ata’ya duydukları saygı ve bağlılık vardı. Cumhuriyet’in 3. kuşağı olan bizler, ilk kuşağı tanıdık. Bu nedenle bizim için de Cumhuriyet’in anlam ve değeri büyük.
Anı ve Gözlemlerin Işığında Cumhuriyet
Türkiye artık 102 yıl önceki ülke değil. 102 yıl önce ölçüler çok daha küçük, beklentiler çok daha az, ama umutlar çok daha büyüktü. Güçlü anı ve izlenimler, Cumhuriyet erdeminin, çoğu Osmanlı askeri ve siyasi eliti olan kurucu kadrodan ve onların vatan aşkından kaynaklandığını düşündürür. Modern kurumları ve kurumsallaşma geleneğini, çağdaş uygarlık hedefiyle bağdaştıran kurucu kadro, yoksul vatanda yolsuzluğa sapmadan, kişisel çıkarlara tamah etmeden, ellerindekiyle yetinerek devleti yönetti. İmparatorluktan yeni Türkiye’ye coşkuyla uyum yapanlar, ideolojik veya dogmatik olmayan inanca sahip, laik insanlardı. Dini devlet işlerine alet etmez, kimsenin inancını, mezhebini, etnik kimliğini sorgulamazdı. İnsanları değiştiremeyeceği kimlikleri ve fiziksel görünümleriyle değerlendirmeyi imparatorluktan edindikleri öğretiyle günah sayarlardı. Onlar birbirlerine ve büyüklere karşı saygılı, küçüklere karşı şefkat ve sevgi doluydu. Bu hasletleri yansıtan “Andımız” ile yürürlüğe girdiği 1933 yılından sonra üç kuşak yetişti. Ne zararı oldu? “Türküm” demek başka kimlikleri hor görmüyordu ki! “Andımız” daki o sözcük “Ne Mutlu Türküm Diyene” zihniyetiyle benimsendiğinden son vatana her yerden ve yönden gelen, her çeşit insan için önemli vatandaşlık bağının ifadesiydi. “Küreselleşmeye uyum” kisvesiyle 2013’te kaldırıldığında Cumhuriyet’in yaratmaya çalıştığı ulusal kimlik yerine dini kimliklere savrulma başladı. Din ve inanç bezirgânlığıyla gelen saygısızlık ve sevgisizlik Cumhuriyet’in erdemine karşı işlenen büyük bir haksızlık oldu.
Tevazu ve Tasarruf yerini Kibir ve İsrafa Bırakınca
Cumhuriyet’in ilk kuşakları tasarruf seven, eğitim ve görgüye önem veren bir kuşaktı. II. Dünya Savaşı yıllarında Cumhurbaşkanının çocuklarıyla okula gidenler, onların da babalarının kaputundan bozma palto ve pençeli ayakkabıyla gezdiğini, zorluğu paylaşmada bile adaletin gözetildiğini anlatırlardı. Ben de 67 yıl önce görevdeki bir Maliye Bakanının mahalle kasabına gelip alışveriş yaptığını hatırlarım. Koruma kortejleri ve lüks makam arabalarıyla müsrif gövde gösterileri yoktu. Türkiye birçok alanda ilerlemiş olsa bile hala köylü bir toplumdu. Büyük şehirlerde sırtında yatağı ve yamalı elbisesiyle dolaşanlar varken, o inançlı, ama inancını reklam için kullanmayan siyasiler için israf haramdı. Gurur bir Cumhuriyet erdemiydi. Ama ‘kibir’ günah sayılırdı. Cumhuriyet’in ilk kuşağı, minarelerden “Mağrur olma padişahım. Senden büyük Allah vardır” sedaları duyarak büyüdüğü için alçak gönüllülüğü erdem kabul ederdi. “Sen kimsin?”, “haddini bil” aşağılama ve azarlamaları siyasi hitabete henüz girmemişti. Cumhuriyet’i tevazu ve liyakatle kutsama 1960’lardan 1990’ların ilk yarısına kadar sürdü. Ama daha sonra “paran kadar konuş” sığlığı başladı. Türkiye şimdi 102 yıl öncesinden çok daha zengin. Ama zenginlik, ülkeye görgü, nezaket, kurallara ve kanunlara saygıyla gelmedi. Sıradanlık, şark kurnazlığı, bir iki sembole ve hurafeye indirgenen inanç ve dini kisveye büründürülen bozuk ahlak pusulası 102. yılında Cumhuriyet kazanımlarına kurulan bir tuzak oldu.
102 Yılın Serencamı
Kurtuluş savaşını yöneterek Türkiye’yi kuran; 29 Ekim 1923 de Cumhuriyet ilan ederek yeni bir rejim benimseyen TBMM, Cumhuriyet’in temel taşı, taşıyıcı kolonuydu. Böylesine önemli kimliği olan meclisin yapısıyla oynanması, yasama erkinin fiilen bir kişinin yönlendirmesine dayandırılarak, denetim etkinliğinin aşındırılması, Cumhuriyetin temel ilkesi ile bağdaşmayan bir dönüşüm. Muhalefet ve özgür basına yapılan saldırılar, kuvvetler ayrılığının fiilen ilgası. Bağımsız olması gereken yargı üzerindeki siyasi vesayet, Cumhuriyetin özüne aykırı. Sanki masumiyet değil, suçluluk karinesini geçerli gören bir adalet sistemiyle karşı karşıyayız. Cumhuriyetin 102.yılında Türkiye’de muhalif olmak, hıyanet, hatta casuslukla suçlanmak için yeterli. Yargının adaleti suça değil, suçu işleyene göre dağıtıyor görünümü ise, yeni veya alternatif bir hukuk anlayışı. Bir başka tehlike insanları kamplaştırarak “yurtta barış” ilkesinin ihlal edilmesi. Dış kökenli yapmacık ve maksatlı övgülere kapılarak “bölgesel güç” olma abartısını, kişisel ihtiraslarla birleştirip “bölgede ve dünyada barış” ilkesinden vazgeçmenin bedeli ağır. ‘Pro aktif’ olma iddiasıyla kaynakların sınır ötesi çatışmalarda israfı, ülke için katlanılması abes olan yüksek bir maliyet. Yüzyıl önce beş-altı cephede savaşarak bu vatanı ve Cumhuriyet’i kuran kuşağın kemikleri, şimdi Türkiye sınır aşırı topraklara her asker gönderip şehit verdiğinde ve şehit cenazelerinde sızlıyor olmalı. Ama Cumhuriyet’in 102. yılını kutlarken, Atatürk ve o fedakâr kurucu kadroyu şükran ve saygıyla anmak önemli.