İstanbul
Parçalı bulutlu
10°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
42,8044 %0.17
50,1756 %-0.07
5.972,23 % 0,28
88.127,72 %-0.068

Hayalle gerçek arasında

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Hayalle gerçek arasında

Türkiye’de demokrasinin kör topal da olsa yürürlükte olduğu yılları düşünüyorum. Biz gazetecilerin, hem yurt içinde yerli hem de yurt dışında yabancı, diplomat, siyasetçi gibi haber kaynakları vardı. Yabancı ülkelerin Ankara’daki büyükelçileri, misyon yetkilileri düzenli olarak özellikle diplomasi muhabirlerine ve yazarlara brifingler verir, bizler de o kişilerden aldığımız bilgileri isim vermeden, o ülkelerden alınan duyumlara dayanarak yazardık. Bunun da amacı ülkelerin birbirleriyle ilişkilerinde hangi noktalarda ne aşamada olduklarını kamuoylarını bilgilendirmekti. Mazallah, bugün böyle bir uygulama hala yürürlükte olsa, casusluk yaptıkları iddiasıyla göz altına alınmadık ya da tutuklanmadık tek bir gazeteci kalmazdı.

Aynı durum siyasiler için geçerli. Hangi ülkede olursa olsun o ülkenin yetkilileri yabancı misyon şefleriyle görüşür, ikili ilişkilerle ilgili bilgileri istişare ederler. O zaman da şunu sorarım. Recep Tayyip Erdoğan 2003 yılında daha hiç bir devlet görevi  yokken, siyaseten yasaklıyken Washington’a davet edilip dönemin ABD Başkanı George W. Bush’la Oval Ofis’te görüşmüştü. Bu görüşmeden sonra kendisi hakkında hiç bir soruşturma açılmadı. İyi de oldu.

Bu satırları yazmamdaki amaç geçen hafta Cuma sabahı İBB’nin eski Başkanı Ekrem İmamoğlu başta olmak üzere, seçim kampanya yöneticisi, siyasal iletişimci  Necati Özkan, Tele 1 televizyon kanalının genel yayın yönetmeni gazeteci Merdan Yanardağ gibi isimlere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından casusluk suçlamasıyla soruşturma açılması. İlerleyen saatlerde Tele 1 TV’ye TMSF’nin kayyım olarak atandığını öğrendik. Arkadaş, daha soruşturma aşamasında bir dosya ama sen İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı olarak kayyım atama yetkisini kimden alıyorsun? Muhalif bir televizyon kanalına çökme operasyonuna güzel bir örnek.

       KADROLU KAYYIM

Şunu da eklemekte yarar var. Tele1’e kayyım olarak atanan kişi Yeni Şafak gazetesinin eski yazarı olarak bilinen İbrahim Paşalı. Bu İbrahim Paşalı İstanbul Başsavcılığı’nın kadrolu kayyımı gibi. Son zamanlarda, Flash TV, Habertürk, Show TV gibi  TMSF’ye devredilen bütün televizyon ve şirketlere atanan kayyım heyetleri arasında değişmez isim İbrahim Paşalı.

Dönelim İmamoğlu, Özkan ve Yanardağ hakkındaki casusluk dosyasına...Dosyadaki  isimler hakkında casusluk soruşturması açılmasının nedeni de , Fethullahçı olduğu söylenen Hüseyin Gün adlı bir şahısla bağlantıda olmalarıymış. Bu şahıs üstünden İngiltere ve İsrail’le bir takım istihbari bilgiler sızdırılmış. Yani 2019 İstanbul seçimlerinde İstanbul Senin uygulaması üstünden toplanan bütün kişisel veriler bu ülkelere satılmış. Şaka mısınız yahu? Üstelik İngiltere Başbakanı Keir Starmer’ın Ankara’yı ziyaret ettiği bugünlerde İngiliz casusluğu suçlaması tam da cuk oturdu. Bravo. Bakalım Starmer bu konuda bir şey söyler mi? Merak ettiğim konu, bir yandan insanları İngiltere hesabına casusluk yapmakla suçlar, haklarında dava açarken acaba neden Ankara’daki İngiltere Büyükelçisi Dışişleri Bakanlığı’na çağırılmadı?

Geçtiğimiz Eylül ayıydı. İngiliz dış istihbarat örgütü MI6’in Başkanı Richard Moore İstanbul Başkonsolosluğu’nda yaptığı veda konuşmasında Rus ajanlara karşı mücadele edecek casus devşirmek istediklerini açıkça ilan etti. İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’nın Moore’u anında derdest ettirmesini beklerdim. Ne ilginç. Sir Richard Moore Ankara’da 2018’e kadar 10 yıl İngiltere Büyükelçiliği yaptıktan sonra 2020-2025 arası ülkesinin dış istihbarat şefi olarak Kralı ve Kraliçesine hizmet vermişti. İki de üstün hizmet nişanı sahibi sıkı bir ajan.

Dönelim bu casusluk soruşturmasına... Kendimden örnek verek istiyorum. Daha Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçilmeden önce sıksık yurt dışına gider, o ülkelerin yetkilileriyle görüşürdüm. Örneğin Kıbrıs Rum Kesimi’nde pek çok isimle yaptığım söyleşiler yayımlanmıştı. Ya da İsrail’de ya da Ermenistan’da ya da ABD’de ya da İngiltere’de. Demek bugün olsa daha sınır kapısından adım atarken derdest edilip içeri atılırdım. Bu nasıl bir xenophobie’dir (yabancı korkusu)? Ya da belki yediğimiz haltları dışarıya anlatıp bizi zor duruma düşürürseniz biz de sizi yok ederiz gözdağı mı? Arkadaş, daha görece gençsin. Tecrübe konuşuyor. Vakti zamanında Zekeriya Öz diye  astığı astık kestiği kestik bir Ergenekon savcısı vardı. Devran dönünce öyle bir topukladı ki şimdi esamisi okunmuyor.

Ergenekon demişken hatırlatayım. Ergenekon davalarının sürdüğü dönemde bir İngiliz gazeteci olan Gareth Jenkins, binlerce sayfalık idddianameleri satır satır okuduktan sonra “ Hayal ile Gerçek Arası: Türkiye’nin Ergenekon Soruşturması” başlıklı bir rapor hazırlamış, iddianamelerin ne kadar boş olduğunu yazmıştı. Davaların sonucunda Jenkins’in haklılığı ortaya çıkacaktı.

Ülkemizde casuslukla ilgili komplo teorileri nedense hiç bitmez.  Sanıyorum 1996 yılıydı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) olarak Anadolu gazeteciler cemiyetlerine meslek içi seminerler vermek üzere Alman Conrad Adenauer Vakfı’yla bir anlaşma yapmıştık. Yani Alman vakıf bizim seminerlerimizin içeriğine karışmayacak, ancak sponsorluk verecekti. Gayet yasal bir düzenlemeydi. O zaman ben hem TGC Genel Sekreteri hem Cumhuriyet yazarıyım. Bizim aşırı ulusalcı Atatürkçü bir profesör ağabeyimiz bir gün gazetenin imtiyaz sahibi İlhan Selçuk’u arayıp beni şikayet etmiş. Leyla ve TGC Alman casusların Türkiye’deki faaliyetlerine nasıl alet olur, demiş. İlhan ağabey de beni odasına davet edip meselenin ne olduğunu sordu. Anlattım. Ardından da şu cevabı verdiğimi hatırlıyorum: “Bizim de dış ülkelerde diplomatik misyonlarımız, bir takım vakıflar altında kültürel faaliyetlerimiz var. Acaba bunlar da casusluk kapsamına girer mi? Bu anlayıştaysak, diplomatik bağlantımız olan bütün ülkelerle karşılıklı her türlü misyonumuzu kapatıp Enver Hoca’nın Arnavutluk’u örneği açık hava rezervasyonu olarak yaşayalım.” Galiba bu savunmam kabul görmüştü.

Kendi çıkarları ve iktidarları adına bu akıl dışı fırıldakları tezgahlayanlara bir çift söz. Türkiye Cumhuriyeti NATO müttefiki; yetmedi, Avrupa Konseyi’nin kurucu üyelerinden. Diplomatik bağlantısı olan bütün ülkelerde temsilcilikleri var. Herkes herkesle içiçe. O zaman hiç durma, ne kadar büyükelçi, konsolos, diplomatik misyon görevlisi, NATO’da çalışan asker varsa hepsini casus diye içeri tık.

Arkadaş, kendinize gelin. Bu anlattığım 20. Yüzyılın son yıllarında geçti. Bugün teknoloji öyle boyutlarda ki elinizdeki cep telefonu kiminle görüştüğünüzü, neyi sevdiğinizi, neden hoşlanmadığınızı, kimlerle nerelerde buluştuğunuzu biliyor. Bilmiyorsan söyleyeyim. Seni kayıt altına alıp izleme uygulmalarını cebinde gezdiriyorsun. Savcıysan da savcılığını bil artık. Biraz dünyada yeni gelişmeleri izle.  Peter Cheyney’in 1940’larda, John LeCarre’nin, Ian Fleming’in 1970’lerde, 1980’lerde yazdığı casus romanları bugün için geçerli değil. Artık adam seni uydudan, cep telefonundan izliyor. Memleketi düşürdüğünüz halin farkında mısınız acaba?

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *