AB fren yaparken biz gazlıyoruz, bu ne lahana bu ne perhiz
Avrupa Birliği’nde rüzgâr tersine dönüyor.
Bir yandan iklim krizine karşı “yeşil dönüşüm”ün öncüsü olma iddiası, öte yandan çıkarılan yasaları “aşırı yük” olarak gören şirketlerin baskısı…
Son örnek, TotalEnergies ve Siemens gibi devlerin öncülüğünde, 46 büyük Avrupa şirketinin AB’ye yazdığı mektup.
Talepleri net: CSDDD, yani “Kurumsal Sürdürülebilirlik Durum Tespiti Direktifi” iptal edilsin. Gerekçeleri de: “Aşırı bürokrasi, rekabet gücünün zayıflaması, artan maliyetler…” Kısaca “İklim sorumluluğu güzel ama bizim bilançoları biraz fazla terletiyor.”
Oysa CSDDD, Avrupa’nın yıllardır anlatageldiği “sorumlu ticaret”, “adil tedarik zinciri” ve “yeşil büyüme” modelinin tam kalbinde yer alıyor. Bu yasa sayesinde büyük şirketler, üretim süreçlerinde insan hakları ihlali, çevre tahribatı veya karbon yoğun faaliyet varsa bunu tespit etmek, önlemek ve raporlamak zorunda.
Yani bir şirket, tedarikçisinin ormanda ağaç kestirdiğini ya da zehirli atık bıraktığını görmezden gelemeyecek bu yasa ile. Şimdi bu sorumluluk “fazla yük” olarak görülüyor.
Şirketlerin gönderdiği ortak mektupta;
“Bu kuralların kaldırılması, Avrupa’daki ve uluslararası şirketlere, hükümetlerin ve Komisyon’un gerçekten Avrupa’daki rekabet gücünü yeniden tesis etmeye kararlı olduklarına dair açık ve sembolik bir mesaj olacaktır.”
Deniliyor. Yani başka bir deyişle:TotalEnergies, Siemens ve diğer imzacı şirketler, bu iklim yasasının yürürlükten kaldırılmasını sadece bir idari kolaylık değil, aynı zamanda “Avrupa artık çevresel kısıtlamalardan çok ekonomik büyümeye öncelik veriyor” mesajı olarak görüyorlar.
“AB bu mektuba ne cevap verdi?” derseniz, bazı adımlar atıldı, ancak tamamen taleplere uygun bir “yasayı iptal etme” kararı verilmiş değil. “Yasa iptal edildi” ya da “yürürlükten kaldırıldı” gibi bir resmi açıklama yapılmadı (en azından şu aşamada halka açık kaynaklarda görülmüyor).
Şirketlerin isteklerine yönelik atılan adımlar ise;
- Avrupa Parlamentosu’nun Hukuk Komisyonu (Legal Committee), CSDDD’nin kapsamını küçültmeye yönelik teklifleri onayladı: örneğin, kanun uygulamasının yalnızca 5 000 ve üzeri çalışanı olan şirketlere ve 1,5 milyar € ciroya sahip şirketlere uygulanması gibi değişiklikler söz konusu.
- Ayrıca mevcut düzenlemelerdeki uygulama yükünü azaltma, raporlama şartlarını sadeleştirme gibi “basitleştirme” yönünde adımlar gündemde.
Yani özetle: AB şirketlerinin talebi “Tamamen kaldırın” henüz karşılanmadı; ancak AB, şirketler ve sanayi kesiminin şikâyetleri üzerine yasanın uygulanma koşullarını hafifletmeye veya daraltmaya yönelik bir ön adım attı.
İlginçtir, tam da Avrupa bu kuralları gevşetmeye çalışırken, Türkiye İklim Kanunu’nu kabul etti.Üstelik en büyük motivasyon, AB’ye uyum sağlamak. Çünkü Türkiye ihracatının yarısından fazlasını AB’ye yapıyor.
AB’nin “Yeşil Mutabakatı” ve “Sınırda Karbon Düzenlemesi” devreye girince, bizdeki sanayici için “ya dönüş ya dışarıda kal” dönemi başladı.
İklim Yasası da bu dönüşümün altyapısı olarak tasarlandı:
- Karbon ticaret sistemi kurulacak,
- Emisyon verileri izlenecek,
- Şirketler karbon salımlarını raporlayacak,
- Yerel yönetimlerin iklim eylem planları zorunlu hale gelecek.
Kulağa oldukça uygar, çağdaş ve Avrupa’ya entegre bir tablo gibi geliyor değil mi? Ama ironik olan şu: Biz uyum sağlamaya çalışırken, onlar bu uyumun temellerini gevşetiyor.
“Bu ne lahana, bu ne perhiz” tam da bu tabloyu anlatıyor. Biz yıllardır AB’nin çevre standartlarına yetişmeye çalışıyoruz; onlar ise şimdi “çok sıkı oldu” deyip kemeri gevşetiyor.
Bir yanda karbon fiyatı, yeşil finans, sürdürülebilirlik raporu derken, diğer yanda Avrupa’da “daha az düzenleme, daha çok büyüme” tartışmaları…
İklim politikaları sanki biraz moda trendi gibi: geçen yılın koleksiyonu artık “fazla idealist”. Elbette şirketlerin rekabet baskısı anlaşılır. Ama dünya 2025’te, hâlâ 1,5 °C sınırının ötesine doğru hızla giderken, “fazla sorumluluk” şikâyeti kulağa ironik geliyor.
Bugün geldiğimiz noktada, Avrupa’daki büyük şirketlerin bu mektubu sadece “rekabet” gerekçesiyle değil, kârlarını koruma refleksiyle yazdıkları açık.İklim kriziyle mücadele ederken bile asıl öncelikleri gezegen değil, bilançoları. Sahne önünde “sürdürülebilirlik elçisi” gibi görünen bu şirketlerin çoğu, perde arkasında greenwashing — yani çevreciymiş gibi görünme — yarışında.
Bir yanda “doğayı koruyoruz” kampanyaları, diğer yanda doğanın kurallarını hafifletme talepleri…
Maskeler düşüyor.
Ve geriye şu cümle kalıyor:
Bu ne lahana, bu ne perhiz.