Oysa hiç karşılaşmamıştık
“İçerisi çok sıcaktı, biz çok küçük. Sokulduk birbirimize iyice ısındık, bekledik, büyüdük. Fazla büyüyünce daraldık, doğmak istedik. ‘Önce ben’, ‘Hayır ben’ diye kavga ettik. Birbirimizi tırmaladık.
Evde şenlik var. Annemize bizimle birlikte yatabilmesi için büyük bir yatak alınmış. Görseniz, var ya koskocaman. Her sabah kavga dövüş oynadığımız kulak ısırmaca oyununda hepimiz o yatağa sığıyoruz, üstelik oyunda hakem olan annemiz ve daha bir çok seyirci de yatağın üstüne oturabiliyor.
Oyun bittikten sonra annem hepimizi bir güzel muayene ediyor ve bir kraliçe edasıyla o koca yatağın ortasına kuruluyor. Bize bakıp sırt üstü uzanıyor. Biz yenidoğan kardeşler de süt emme sırasına giriyoruz. Ev sahipleri rahatsız etmek istemiyor ama yine de düzenli olarak bizi seyretmeye geliyorlar. Biz mır mır meme emiyoruz onlar mırıl mırıl konuşuyor. Yüzlerinde kocaman bir gülümseme oluyor. İçlerinden biri küçük, bizi sevmek istiyor. Elini bana doğru uzatıyor ama annesi engel oluyor. ‘Erkancığım’ diyor. ‘Daha çok küçük, biraz büyüsün öyle seversin’. Erkan ağlıyor. O daçok küçük, henüz konuşamıyor. Ben de ağlıyorum, henüz miyavlıyamıyorum.
Erkan’ın arabasının gelmesini bekliyorum. Bazen arabanın sesini duyuyorum. Evin içinde dolaşıyor. Gelecek diye seviniyorum. Gelmiyor. Annesi ‘arabanın tekerlekleri altında ezilir yavrular’ deyip, Erkan’ı bizim yanımıza sokmuyor. Erkan üzülüyor. Ben de üzülüyorum. Ezilmek istemiyorum. Erkan içeriden bağırıyor. Annesi onu kucaklayarak arabasından kaldırıyor ve yanımıza getiriyor. Bizim annemiz de meme emme sıramızı gözetiyor ve beni ensemden tutup memesine yapıştırıyor, mır mır emmeye koyuluyorum. Erkan’ın annesi arabasını itekleyerek onu götürüyor. Aklımız birbirimizde kalıyor.
Annemin sütü bize çok yaramış herhalde, iyice büyüyoruz. Çok süt emdikleri için kardeşlerim tombul, ben zayıfım. Daha çok ziyaretçi geliyor eve şimdi. Onlar giderken kardeşlerim bir bir eksiliyor. Semroş, cino, paki yoklar artık. Annem ve bizler üzülüyoruz. Annem onların yattığı yerleri koklayıp mır mır ağlıyor. Biz de ağlıyoruz tabii.
Henüz beni götüren olmadı. Sadece iki patim olduğu için istenmiyor muşum. Olsun, ben de onları istemiyorum zaten. Sadece Erkan’ı istiyorum. Annem artık beni emzirmiyor büyümüşüm. Kardeşlerim gibi yürüyemiyorum ama ‘emekleme’ diye bir yol buldum. Kolayca Erkan’ın odasına gidiyorum. Beni görünce gülümsüyor. Arabasından elini uzatıyor. Tutunup kucağına çıkıyorum. Onun tekerlekli sandalyesinde oturup, bahçedeki ağaçları seyrediyoruz. İkimiz mırıl mırıl mırıldanıyoruz. Kimse konuştuklarımızı anlamıyor. Sadece biz, birbirimizi anlıyoruz”…
Oyun yazarı, radyo programcısı , senaryo yazarı ve danışmanı yazar Mine Ölcer’in ilk öykü kitabı “Oysa Hiç Karşılaşmamıştık”ta yer alan 23 öyküden biri olan ‘Mırıl Mırıl Mırıldanıyoruz’dan küçük bir pasaj naklettim sizlere. Ölcer’in öteki hikayeleri gibi, sevgi yüklü bir hikaye bu da. Ötekiler gibi, merak duygusunu hep önde tutan, insanlarla hayvanların birlikte anlatıldığı ve sonu hep bir sürpriz saklayan hikayeler bunlar.
Mine Ölcer, bir şeylerin yaşanması için ille de bir karşılaşmaya gerek olmadığını ustaca anlatıyor. Derin bir hüznün ardından büyük bir sevinç yaşanabileceğini, evler, odalar, müzik aletleri gibi cansız varlıkların da yürek burkan öykülerinin olabileceğini, olağan ile olağandışı arasında çok kısa bir mesafe bulunduğunu güzelce gösteriyor.
En iyisi, asla “oysa biz hiç karşılaşmamıştık” dememek galiba…