Gazeteciler ve İklim Krizi: Aynaya Bakma Zamanı
Rize’nin doğası kadar mesajı da güçlüydü: Doğaya özen gösterilmezse hiçbir festivalin ışığı parlamaz.
Geçtiğimiz hafta Rize’de düzenlenen 5. Rize Gastronomi Etkinliği’ne katıldım. Şehrin amacı belliydi: Rize’yi, doğasını, mutfağını, denizini, balığını, emeğini anlatmak. Organizasyonu yapan ekip, dağlardan denizlere uzanan yeşil bir sofra kurmuştu adeta. “Sürdürülebilir Yeşil Mutfak” mottosuyla, karalahana, hamsi, likapa, pazı, mısır ekmeği, Laz böreği gibi yerel tatları doğallığıyla tanıttılar.
Ama gelin görün ki, bu yeşil sofranın çevresinde yaşanan bazı davranışlar, “gazeteci” kimliğimizin altındaki iklim sorumluluğunu sorgulatır cinstendi.
Etkinliğe çok sayıda gazeteci, influencer ve şef katıldı. Ancak bazı manzaralar içimi burktu.
50 kişilik gazeteci grubu için tahsis edilen otobüslere binmeyi kendine yakıştırmayıp, özel araç isteyenler..
Grubun hareket saatine uyulmayınca tekrar tekrar otele dönmek zorunda kalan servis araçları…
“Ben arkadan gelirim” diyerek ayrı araçla yola çıkanlar…
Gelmediğini bildirmediği için boşuna havalimanına giden görevliler…
Kahvaltıdaki onlarca yerel ürünü yeterli bulmayıp fazladan sipariş verip ardından tabakları yarı dolu bırakanlar… (bir gün de yumurta yemeden yaşayabilirsiniz)
Tüm bunlar sadece “kapris” değil; doğrudan fosil yakıt tüketimi, gıda israfı ve karbon ayak izi anlamına geliyor.
Biz, bu etkileri en iyi bilen meslek grubuyuz. Çocuklarımıza okullarında verilemeyen öğünleri, Gazze’de açlıktan ölen çocukları, gıda israfının her yıl 1 milyar insanı doyuracak boyuta ulaştığını, boşuna yakılan her litre benzinin havayı zehirlediğini yazan, konuşan insanlarız.
Ama bazen kalemimizin yazdıkları, davranışlarımızın gölgesinde kalıyor.
“Gazeteci” olmanın gereği sadece izlemek değil, örnek olmaktır. Davetli olduğun bir şehirde, o şehrin emeğine saygı duymak, bir çevre bilincidir.
Rize Belediyesi’nin açıklaması da aslında bu çerçevede anlamlıydı. Belediye Başkanı Rahmi Metin, kentin gastronomi potansiyelini anlatırken hem ekonomik hem ekolojik bir vizyon çizdi:
“Rize’de su ürünleri üreticiliği son yıllarda büyük ivme kazandı. Hedefimiz, Mersin balığı ve havyarda Türk markasını güçlendirmek; dünyada 963 milyon dolarlık havyar pazarında söz sahibi olmak.”
Bu sözlerin arkasında bir farkındalık da vardı:
Rize, bir yandan yeni liman yatırımlarıyla ekonomisini büyütürken diğer yandan doğal türlerin sürdürülebilir yetiştiriciliği konusunda örnek olmak istiyor.
Mersin balığı, 250 milyon yıldır varlığını sürdüren, nesli tükenme tehlikesi altındaki bir tür. Bu balığın kontrollü üretimi, doğru yönetildiğinde hem çevre koruma hem de kırsal kalkınma açısından önemli bir fırsat olabilir.
Ancak yanlış ellerde, bu da başka bir çevresel risk doğurabilir.
Yani mesele yine denge meselesi.
Rize bana bir kez daha gösterdi ki, iklim krizi yalnızca politikacıların, bilim insanlarının ya da aktivistlerin sorunu değil.
Gazeteciler olarak bizler, hem bilgilendirici hem de dönüştürücü rol taşıyoruz.
Bir tabak artığı, bir gereksiz yolculuk, bir lüks beklentisi bile bu dünyanın dengesini bozuyor.
“Mezarlıklar ŞIMARIK insanlarla doludur” derler. (Aslında bu söz “VAZGEÇİLMEZLER” dir; de ben bunu ŞIMARIKLAR yaptım)
Biraz daha sade, biraz daha saygılı, biraz daha bilinçli olabilsek — belki dünya bu kadar kırılgan olmazdı.
Çünkü değişim, kelimelerden değil, tutumlardan başlar.