Hiç Şaşmayan Bıldırcın Curnatası ve Av Mevsimi
Aralık’ın son günlerinde mutlaka gidip, yeni yılın Saatli Maarif Takvimini alırım. Bu bana her güne yeni bir sayfa açarak başlamak gibi gelir. Günün hava durumu açısından ne getireceğini, önemli tarihi olaylardan güne isabet edenleri, yemek tarifleri, özlü söz ve edebi seçmeleri SMT ile izlemekten hala çocuksu bir zevk alırım. Saatli Maarif Takvimi(SMT) küresel ısınma, iklim değişikliği ve beklenmedik atmosferik olaylara meydan okurcasına güne özel, kuş göçü veya küçükbaş hayvanların yavrulama mevsimi gibi bilgiler verir. Ekim ve hasat zamanlarını duyurarak kırsal yaşamın unuttuğumuz güzelliğini hatırlatır. Baharın gelişini, fırtına, rüzgâr, yağmur, haberleriyle müjdeler. Nadiren yanılır. Berdel acuz, Avril 5 veya Boğa burcunun ilk altı günündeki soğukları betimleyen çiftçilerin "sitte-i sevir, her saati devir", denizcilerin "sitte-i sevir, kapıları çevir" geleneksel hava raporu bildirimleri hep tutar. Leylekler SMT ile gelir, yuva kurar, sonra gider. Yazın gelişini onlarla kutlar, havada veya baca üstünde görmenin yaşamımıza hareket verip vermeyeceği kestirimini yaparız. Bıldırcınların geleceği mevsimi de SMT duyurur. Şimdi bir savaş felaketinin yaşandığı Ukrayna ovalarındaki buğday ve mısırla beslenip yağlanan bu minik lezzetli kuşlar, avcıların Bıldırcın Curnatası dediği fırtınanın ittirdiği on binlerce kanat çırpıntısıyla hep Eylül ayında Karadeniz’i aşar ve Kuzey Anadolu kıyılarına vurur.
Doğanın Bıldırcınlara “Eylül’de Gel” Çağrısı
Bu yıl SMT, “bıldırcın geçimi fırtınası” diye adlandırdığı curnata için 4 Eylül Perşembe gününe tarih düştü. O günden beri İstanbul’da hava limoniden, rüzgâr ve fırtınaya, “ahmakıslatandan” sağanak yağışa yalpalayıp duruyor. Artık Ağustos’un ikinci yarısında göç kaçıranları değil, ay boyu süren “eyyam-ı bahurları” yaşadığımızdan, bıldırcın curnatası melankolik Eylül’e serin soluk fırsatı oldu. Rahmetli babamın 2. dünya savaşı sırasında Anadolu Kavağında yaptığı 2. askerlik anıları arasında önemli yeri olan bıldırcın curnatasını hiç unutmam. Avcıların sadece kıyıdan 25- 50 metre içeriye, denize paralele ağ gerdiklerini, sonra zifiri karanlıkta ışıldak yakıp, yorgun küçük kuşların fırtınayla yaklaşmalarını beklediklerini anlatırdı. Parlak ışıktan gözleri kamaşan kuşların, sapır sapır düştükleri yerden kımıldayamadıklarını, avcıların da bir tek saçma bile atmadan onları minik boyunlarını kırarak öldürdüklerini söylerdi. Bugünün ölçüleriyle av vahşi. Ama minik kuşların boynunu kırarak öldürmek vahşiden de vahşi. Gelin görün ki o sıralar İstanbul Boğazı kıyısında tam teyakkuz bekleyen ve kaputtan, postala, ekmekten, ete yokluk çeken askerin, Eylül başında işte curnatayla biraz protein alma şansına kavuştuğunu eklerdi babam. Asker tayını anlaşılan bıldırcınlı pilavla lezzetleniyor ve yakındaki büyük savaşın vatan savunma sorumluluğunu biraz olsun hafifletiyordu. Doğanın “Eylül’de gel” çağrısı curnata, bıldırcınlar için dondurucu Sovyet kışından kaçarken, doludan beter ölüme yakalandıkları acı sondu.
Avcılar Müteahhit Olunca Bıldırcınlar Kurtulur mu?
İnsanların konut, lüks konut, ikinci, üçüncü konut açlığı, özellikle Marmara bölgesini şantiyeye çevirmiş durumda. Türkiye ekonomisi yalancı büyümeyi “yık, yap, hafriyat toprağını savur veya denizi doldurarak ilave arazi kazan, nehrin yolunu değiştir” yoluyla bulduğunu sanıyor. Sazlı dere barajı çevresindeki inşaat faaliyetleri müteahhitlerin, geçici inşaat işçilerinin, yapılaşmaya izin veren bakanlık, yerel yönetim mensuplarının yüzünü güldürürken, doğayı onarılamayacak biçimde derinden yaralıyor. Birileri yolunu buluyor. Ama bu kesinlikle doğa değil. Geçen hafta Tekirdağ’da kısa bir mola verdiğimizde, bir masada baş başa vermiş 4 adam aralarında önemli bir şeyler konuşuyorlardı. Kulak misafiri oldum. Derken birinin telefonu çaldı. Cevaplayan temiz yüzlü delikanlı “evet, tabii başkanım, oralar bizim avlandığımız yerler. Ama yapılaşmaya gayet uygun” demeye başladı. Genç adam, av hobisini bırakmaya, tüfeğini duvara asmaya çoktan hazırdı. İşini bilen bir “Başkan” dan aldığı icazet, şimdi o gence ve yanındakilere Trakya’nın avlaklarını inşaat sektörüne katma imkânı veriyor olmalıydı ki hepsinin gözleri parladı. Önlerine konan çorbayı iştihayla kaşıkladılar. Ellerini ovuşturup kalkıp gittiler. Avlakların imara açılması curnataya kapılıp gelen bıldırcınlar ve diğer av hayvanları için iyi haber olabilir. Ama inşaat açlığı, gözü dönmüş para hırsı ve tamah bu ülkeyi denizleri, ırmakları, ormanları, ova ve dağlarıyla mahvedecek. Bu gidişe dur diyecek yok mu?