Kıbrıs’ta Deniz Mekânsal Planlama: Haritalarla kurgulanan jeopolitik gerilimler
Haritalar masaya sürülüyor, çizgiler çekiliyor, alanlar işaretleniyor. Adına “deniz mekânsal planlama” (DMP) deniyor. Ama Doğu Akdeniz’de bu planlamalar artık ne çevreyle ne de sürdürülebilir kalkınmayla ilgili. Karşımızda, haritalar üzerinden kurgulanan yeni bir jeopolitik gerilim dosyası var. Ve bu haritalarda Kıbrıs Türkü yok.
Yusuf Kanlı
Deniz Mekânsal Planlama aslında teknik bir konu. Ama Doğu Akdeniz söz konusuysa, en teknik mesele bile hızla politikleşiyor. Kıyı kullanımı, enerji altyapısı, turizm, ulaşım gibi alanlarda hangi faaliyet nerede olacak? Bunun planlaması yapılırken, tarafların siyasi pozisyonları, egemenlik iddiaları ve dış politika hedefleri adeta pusuda bekliyor.
Kıbrıs bu denklemde yalnızca jeolojik bir kara parçası değil; hak iddialarının, tarihi travmaların ve diplomatik hesapların kesiştiği bir ada. Bu nedenle, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) tarafından tek taraflı olarak hazırlanan DMP haritaları ve Avrupa Birliği’nin bu haritalara verdiği siyasi onay, teknik olmaktan çıkıp doğrudan jeopolitik bir meydan okumaya dönüşüyor.
AB’nin “tarafsızlık testi” ve sınıfta kalan harita
AB, çevre politikaları ve sürdürülebilirlik çerçevesinde üye ülkelerinden deniz mekânsal planlar hazırlamasını istiyor. Ancak Doğu Akdeniz’de, özellikle Kıbrıs çevresinde hazırlanan planlarda şu dikkat çekici detay var:
Harita, GKRY’nin sınırlarıyla başlıyor, onun iddialarıyla bitiyor.
Bu haritalar ne KKTC’nin varlığını tanıyor, ne de Türkiye’nin deniz yetki alanı tezlerini hesaba katıyor. Türkiye’nin ısrarla vurguladığı gibi:
“Bu yaklaşım hem sahadaki gerçekliği hem de uluslararası hukukun ruhunu hiçe sayıyor.”
AB’nin en büyük hatası burada: Tek taraflılığı “çevre politikası” adı altında meşrulaştırmak. Halbuki deniz planlaması, çok taraflılık, danışma ve işbirliği ilkeleriyle yürütülmesi gereken bir süreçtir. Aksi takdirde plan değil, provokasyon olur.
Rum tarafının stratejisi: Harita üzerinden hak teyidi
Güney Kıbrıs’ın son yayımladığı sözde DMP haritası, adeta bir “politik manifestodur”. Adanın tamamını kontrol altında gösteren bu plan, Kıbrıs Türklerinin eşit kurucu ortak olduğunu, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 1960 mutabakatlarına göre iki toplumlu bir yapı olduğunu tamamen görmezden geliyor.
Bununla da yetinmiyor, adanın çevresindeki hidrokarbon sahalarını tek yanlı olarak kendi planlamasına dahil ediyor. Bu harita AB’ye sunuluyor, AB de bunu “üye devletin resmi planı” diye kabul ediyor.
Peki KKTC’nin sesi nerede? Türkiye’nin tepkisi duyuluyor ama KKTC’nin haklılığı neden hep “dipnota” yazılıyor?
Alternatif harita mı, alternatif paradigma mı?
Türkiye, Doğu Akdeniz’deki tüm sorunların diyalogla, karşılıklı mutabakatla çözülmesi gerektiğini savunuyor. Deniz yetki alanlarının paylaşımı, MEB sınırları, enerji aramaları gibi başlıkların uluslararası hukuka göre şekillenmesini istiyor ama “hukuk” kelimesinin kime ne zaman lazım olduğu bu coğrafyada hep değişiyor.
Türkiye’nin Libya ile yaptığı anlaşma, Yunanistan ve GKRY’yi rahatsız etti. Şimdi Türkiye benzer bir yaklaşımı KKTC ile sürdürüyor.
Ve KKTC ilk kez kendi Deniz Mekânsal Planlama haritasını hazırlıyor.
Bu, sadece teknik bir karşı hamle değil, siyasi bir “ben buradayım” ilanıdır.
KKTC Dışişleri Bakanlığı bu süreci “mekânın sahibi geri geldi” ifadesiyle duyurdu. Açıkça, Rumların “tek sahiplik” iddiasına karşı, fiili eşitliğe dayalı bir yaklaşım gösteriliyor. Bu, federasyon söyleminin çökmesinden sonra yükselen “iki devletlilik” politikasının denizlerdeki yansımasıdır.
DMP ve Kıbrıs sorunu: Aynı dosyanın iki bölümü
Kıbrıs sorununu denizden ayrı düşünmek, haritayla yağmur duasına çıkmak gibi. Mümkün değil. Zira bu adada siyasal çözüm sağlanmadan yapılacak her tür planlama, çözüm sürecini baltalama potansiyeli taşır.
AB, GKRY’nin planlarını benimseyerek aslında şunu söylüyor:
“Kıbrıs’ta bir çözüm beklemiyoruz, fiilî bölünmüşlüğü GKRY lehine meşrulaştırıyoruz.”
Bu, BM’nin çözüm vizyonuyla çelişiyor. Aynı zamanda Kıbrıs Türk halkına da şu mesaj veriliyor:
“Siz masada yoksunuz, haritada da olmayacaksınız.”
Ama Kıbrıs Türk halkı bu dayatmaları yıllardır görüyor. Ne Annan Planı’nda verilen sözler tutuldu, ne de 2017’deki Crans-Montana görüşmelerinden sonra gelen izolasyonlar kaldırıldı. Şimdi de harita oyunlarıyla “denizden sıkıştırma” yapılıyor.
Planlama değil, kısıtlama
Deniz Mekânsal Planlama adı altında yürütülen bu süreçler, çevre ya da sürdürülebilirlik hedefiyle değil; jeopolitik kazanç maksadıyla yürütülüyor. Haritalar konuşuyor, ama taraflar değil.
Türkiye ve KKTC’nin bu süreçte yapması gereken bellidir:
- Kendi haritalarını teknik ve hukuki dayanaklarla uluslararası alanda görünür kılmak,
- KKTC’nin hukuki tezlerini, BM parametreleriyle değil, fiilî egemenlik üzerinden savunmak,
- Ruhsat alanlarını coğrafi esaslara dayandırmak yerine Kıbrıs meselesinin denize yayılması olarak görmek,
- Kıbrıs Türk halkının Ada'nın her tarafında hakkı olduğu gerçeğinden hareketle GKRY'nin ilan ettiği MEB alanının tamamını örtecek şekilde kendi bir ruhsat sahalarını belirlemek,
- KKTC DMP'nin GKRY'nin ilan ettiği MEB alanı ile birebir örtüşmesi sağlamak,
- Meseleye ekonomik değil egemen haklar seviyesinden bakmak,
- Uluslararası kamuoyuna, planlamanın sadece çevre değil, barış için de yapılması gerektiğini anlatmak.
Barış haritalarla değil, haklarla kurulur. Haritada kim yoksa, gelecekte de onun sesi duyulmayacaktır. Kıbrıs’ta çözüm arayan her aktör için DMP sadece bir harita değil, aynı zamanda niyet beyanıdır. Kim kimi haritanın dışında bırakıyorsa, çözüm masasının da dışında bırakıyordur.