İstanbul
Açık
25°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
40,5380 %-0.56
47,7084 %-0.57
4.387,00 % -0,60
117.135,78 %-1.511
Ara

Speed ve Galata: Sistem Hatası Veriyor - Kulenin Tepesinden Bakınca Görünen; Liyakatsizlik

YAYINLAMA:
Speed ve Galata: Sistem Hatası Veriyor - Kulenin Tepesinden Bakınca Görünen; Liyakatsizlik

İstanbul’un siluetine yüzyıllardır tanıklık eden Galata Kulesi… Cenevizlilerin izini, Bizans’ın gölgesini, Osmanlı’nın hâkimiyetini taşıyan; her taşında bir medeniyetin yankısı olan özel bir yapı… Zamanın “Kutsal Haç Kulesi”… Bir zamanlar deniz feneriydi, yangın gözetleme kulesiydi, hatta Hezarfen’in hayaline gökyüzü olmuştu. Bizans’tan Osmanlı’ya, oradan Cumhuriyet’e uzanan bu yapı, yalnızca taşla değil, hafızayla örülmüştü. Bugünse Galata, yüzyılların izlerini taşıyan duvarlarıyla, o izleri bilmeyenlerin ellerine emanet edilmiş olmanın buruk sessizliğini yaşıyor…

IShowSpeed olarak bilinen dünyaca ünlü Amerikalı yayıncı Darren Jason Watkins Jr.’ın Galata Kulesi’nde İngilizce bilgi alamadığı video, günlerdir sosyal medyada dolaşıyor. Fakat aslında mesele, ne o güvenlik görevlisi ne de sadece Galata Kulesi. Bu olay, çok daha derin ve yapısal bir sorunun, yüzeye çıkan küçük bir parçası. Çünkü bu ülkede artık eksiklikler münferit değil; sistematik…

Mesele, yıllardır her katmana sızan ve zamanla normalleşen liyakat eksikliği. Bugün yalnızca müzelerde, tarihi yapılarda, turistik alanlarda değil; eğitime, adalete, sağlığa, yerel yönetimden merkezi idareye kadar uzanan tüm kurumlarda bu eksiklikle karşılaşıyoruz. Artık işe alınan kişinin ne bildiği değil, kime yakın olduğu belirleyici. Kararlar uzmanlığa göre değil, sadakate göre veriliyor. Böyle bir sistemde, yalnızca bireyler değil; kurumsal hafızalar da yok oluyor. Eğitim ezbere, sağlık şansa, adalet ise yasadan çok “iradeye” ve tesadüfe kalıyor.

Liyakatsizlik bugün yalnızca yanlış kişilerin doğru yere gelmesi değil; doğru insanların sistem dışına itilmesidir. Sosyolojik bir çöküşün en belirgin işareti…

Dezenformasyonla Mücadele Merkezi hemen devreye girdi; “Görüntülerdeki kişiler güvenlik görevlisiydi, tarihi bilgi vermek görevleri değil,” açıklamasını yaptı. Teorik olarak mantıklı bir savunma gibi görünebilir. Ancak tam da bu açıklama, meselenin ne kadar yüzeysel algılandığını gösteriyor. Çünkü burada sorgulanan (sorgulanması gereken), o güvenlik görevlisinin görev tanımı değil; bir bütün olarak kurumsal yapının vizyonudur. Galata Kulesi, rastgele bir bina değildir. Bu yapı, İstanbul’un hafızasıdır. Ülkenin vitrini, kültürel temsil gücüdür. Bu kulede sergilenen sadece taş değil; bir uygarlığın belleğidir. Güvenliğinden biletçisine kadar orada çalışan tüm personel de bu belleği temsil eder, edebilmelidir! Bu denli yoğun ziyaretçi alan bir yapının personel profili tesadüfe bırakılmaz. Güvenlik görevlisiyle, temizlik personeliyle, ziyaretçiye temas eden her çalışan, bir anlamda ülkenin sözcüsüdür.

Kültürel miras, sadece görev tanımlarıyla değil, en çok da bilinçle korunur…

***

Kendimize “turizm ülkesi” diyoruz. Oysa ki turizm sadece güzel manzaralarla, tarihi yapılarla değil; o manzarayı anlatabilecek, o tarihi hakkıyla aktarabilecek insanlarla yapılır. Bizde ise en büyük eksik, ne yazık ki insan sermayesi.

Geçtiğimiz haftalarda gündem olan ve fakat tarihi on yıllara dayanan turistik işletme rezaletleri… Marmaris’teki turistik işletmelerde erkek çalışanların sergilediği, adı dans ama içeriği açıkça tacize varan o sözüm ona şovlar… Yabancı kadın turistleri “etkilemek” adına yapılan bu aşağılayıcı performanslar, nihayet 14 işletmenin kapatılmasıyla sonuçlandı. Ama bu sadece buzdağının görünen kısmı. Kültürel tükenmişliğin vücut bulmuş hâli…

İnsan kaynağına yatırım yapmayan, eğitimi hiçe sayan, ahlaki zemini kaydıran sistemler sonunda turizmi kalkınma aracı değil, utanılası bir sirke dönüştürüyor…

Artık bu sistemde nitelikli insana yer yok. Çünkü bu düzende bilgi değil, ilişki; emek değil, tanıdık kazanıyor. İşe göre adam anlayışı, yerini, adama göre iş anlayışına nicedir bıraktı… Yolu açılan, hak eden değil; “birini” tanıyan. Başarı, özgeçmişle değil, telefon rehberiyle ölçülüyor… Bu ülkede artık işe alınmak için bir yetkinlik göstermeniz gerekmiyor; birini tanımanız yetiyor. Yani liyakat değil, lobi çalışıyor. CV değil, telefon zinciri…

Yabancı dil bilen, eğitimli, donanımlı gençlerde işsizlik oranları arşa varmış; vasıfsız ama bağlantılı olanlar ise sadece kamuda değil her yerde pozisyon sahibi. Toplumun en donanımlı bireyleri, sistemin dışına itilirken; vasatlık her alanda meşrulaştırılıyor. Böyle bir düzende sadece turizm değil, hiçbir alan gelişmez. Sağlıkta da çarklar gıcırdar, eğitimde de kalite düşer, adalette ise zaten güven (çoktan) erir…

Dünyayı örnek almayı severiz ama hep yanlış yerlerinden… Suudi Arabistan’da, Mısır’da bile turistik bölgelerde çalışan biri temel İngilizce bilir. Dubai’de sıradan bir garson üç dil konuşur. Bizde ise, iki dil bilen gençler üç harfli marketlerin kasasında fiş uzatabiliyor ve bu durum günbegün normalleştiriliyor. Oysa turizm bölgelerimizde çalışan birçok görevli, bırakın yabancı dili, gelen turistin “hello” demesini bile panikle karşılayabiliyor. Cevap veremiyor, iletişim kuramıyor, çoğu zaman göz teması bile kuramıyor. Elbette istisnalar var; işini hakkıyla yapan, liyakata önem veren işletmeler ve bu alanı ciddiyetle sürdüren profesyoneller de mevcut. Ancak genel eğilim, ne yazık ki bu istisnaları görünmez kılacak ölçüde yaygın… Sistem, öğrenmeye değil, “idare etmeye” odaklı. Turizm alanında hizmet, ezberlenmiş jestlerden ibaret ve o jestler, bazen şova, bazen tacize dönüşüyor…

Çünkü sistem, bilgiyi değil sadakati, yeteneği değil itaati ödüllendiriyor!

Dört mevsimi yaşayan, verimli topraklarla bezeli bu cennet coğrafya hâlâ ayakta ama sadece doğasının lütfu sayesinde. Zira emek yok, vizyon yok, kıymet bilen hiç yok. Hollanda, deniz seviyesinin altında, İstanbul kadar bir alanda dünya tarım devine dönüşüyor. Bizse doğanın sunduğu her nimeti heba ediyoruz. Turizmi şova, tarımı ithalata, emeği israfa çeviriyoruz. Doğa veriyor vermesine fakat biz onu koruyup kollamayı, doğru yönetmeyi, parlatıp değerlendirerek ışıldatmayı bilmiyor, beceremiyoruz.

***

Böyle bir düzende, liyakatli bireylerin önünde kapılar bir bir kapanırken, geriye kalan tek seçenek “kaçmak” oluyor. Gençlerin umutla değil, çaresizlikle baktığı bir ülkede, geleceğe dair beklenti, yerini, sessiz bir göçe bırakıyor. En parlak zihinler, yetenekli gençler artık başka ülkelerin vatandaşlık sınavlarına hazırlanıyor. Kendi ülkesinde bir yere varamayanlar, başka yerlerde sıfırdan başlamaya razı oluyor. Çünkü burada umut, bir kariyer planı değil; bir kaçış rotası haline geldi. Gençlerin gözünde devlet, bir gelecek vaadi değil, bir tıkanmışlık duvarı artık. Bu çöküşün adı, hâlâ “istikrar” diye sunuluyor. Oysa istikrar dedikleri şey, aslında düzenli biçimde derinleşen bir çürüme.

Bu sadece bireysel bir dram değil. Bu, kolektif bir intihar. Hep birlikte, ağır çekimde bir çürümenin belgeselini izliyoruz…

Sadık ÇELİK

sadikcelik.gorus@gmail.com