İstanbul
Açık
12°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
42,5359 %0.07
49,6539 %0.06
5.778,15 % 0,44
92.077,40 %-1.249
Ara

AB treni istasyonu çoktan kalktı ama Türkiye hâlâ rayları koruyor

YAYINLAMA:
AB treni istasyonu çoktan kalktı ama Türkiye hâlâ rayları koruyor

Avrupa Komisyonu’nun 2025 Genişleme Paketi Salı günü açıklandı. Her yıl olduğu gibi yine benzer bir tablo: Balkan ülkelerine temkinli övgüler, Ukrayna ve Moldova’ya “hızlandırılmış reform” çağrıları, Türkiye’ye ise klasik bir paragraflık “stratejik ortak ama problemli aday” notu.

Kısacası, Türkiye artık Avrupa’nın genişleme treninde yolcu değil, istasyonu koruyan güvenlik görevlisi konumunda.

Siyasi durgunluk, stratejik canlılık

Ne var ki bu tablo, Brüksel’in genişleme raporlarını yazan teknokratlarının perspektifinden bakıldığında geçerli olabilir. Gerçek dünyada ise Avrupa’nın güvenlik haritası artık Ankara merkezli dönüyor.

Ukrayna’dan Kafkasya’ya, Suriye’den Doğu Akdeniz’e kadar her cephede Türkiye ya doğrudan sahada, ya da masada. Enerji hatları, göç koridorları, savunma zincirleri, tahıl yolları, diplomasi kanalları… Avrupa’nın can damarları Türkiye’nin elinden geçiyor.

Bu yeni gerçekliği son haftalarda Ankara’ya art arda gelen iki önemli ziyaret bir kez daha gösterdi: İngiltere Başbakanı Keir Starmer ve Almanya Şansölyesi Friedrich Merz.

Her iki lider de Türkiye’ye “demokrasi” veya “hukukun üstünlüğü” dersi vermeye gelmedi; geldikleri konu güvenlikti.

Gerçi Merz seyahatinde protokol gereği, Kopenhag ve Ankara kriterlerine hafiften bir gönderme yapıldı, Türkiye’nin hukuk devleti ve temel haklar konusunda Avrupa normlarının gerisinde kaldığı nezaketle hatırlatıldı. Ama o cümleler, diplomatik metinlerin kenarına sıkışmış birkaç satırdan ibaretti. Asıl mesele savunmaydı, caydırıcılıktı, istikrardı.

Starmer ziyareti sırasında 5,4 milyar sterlinlik Eurofighter Typhoon anlaşması imzalandı. 20 yeni uçak, eğitim, bakım ve yedek parça paketleriyle birlikte Türkiye’ye teslim edilecek.

Bu anlaşma sadece bir satın alma değil, Türkiye’nin Batı savunma mimarisine geri dönüş sinyaliydi.

Üstelik Ankara, aynı anda Katar ve Umman’dan toplam 24 ikinci el Eurofighter için de görüşmeleri sonuçlandırdı. Böylece Türk Hava Kuvvetleri, hem yeni nesil hem de geçici takviye olarak toplam 44 Typhoon ile filoyu modernize etmeye hazırlanıyor.

Daha da dikkat çekici olan, Almanya’nın bu kez engel çıkarmaması. Berlin, yıllardır “siyasi nedenlerle” bloke ettiği ihracat iznini sessizce kaldırdı. Bu adım, Almanya’nın bile artık güvenlik kaygılarını siyasi çekincelerden öne koyduğunu gösteriyor. Zira Avrupa’da bugün konuşulan şey “demokratik standartlar” değil, “ortak savunma refleksi.”

Brüksel Türkiye’nin üyelik dosyasını buzlu bir çekmecede bekletirken, üye devletler Ankara ile askeri ve sanayi ortaklıklarını hızla genişletiyor.

Fransa savunma teknolojisinde kapı aralıyor, İtalya TAI işbirliklerini artırıyor, İngiltere Türkiye’yi yeniden “operasyonel ortak” kategorisine alıyor.

Sonuç çok açık: Avrupa’nın güvenliği artık Türkiye olmadan tesis edilemiyor.

Güney sınırlarının korunmasından Karadeniz dengesine, Balkan istikrarından enerji hatlarının güvenliğine kadar her başlıkta Türkiye, Avrupa’nın istemese de vazgeçilmez ortağı.

Brüksel bu gerçeği görmekte geç kaldıkça, Avrupa’nın değerler siyaseti ile güvenlik siyaseti arasındaki makas biraz daha açılıyor.

Ve her defasında aynı sonuç ortaya çıkıyor: Siyasi durgunluk sürüyor, ama stratejik canlılık giderek artıyor.

Gazze, Suriye, Ukrayna… Her yol Ankara’dan geçiyor

Bugün Avrupa’yı çevreleyen tüm krizlerin ortak kesişim noktası Türkiye.

Suriye’de rejim çökmüş, kuzeyde Türkiye destekli yeni yapı kurulmuş durumda. Ukrayna savaşında Karadeniz tahıl koridoru hâlâ Ankara’nın diplomasisiyle ayakta duruyor. Gazze ve İran–İsrail gerilimi, bölgedeki her aktörü Türkiye’nin istikrarına bağlı kılıyor.

Mülteci akınları, enerji koridorları, terörle mücadele, hatta Avrupa’nın gıda tedariki… Hepsi Türkiye’nin elinden geçiyor.

Yani Türkiye artık Avrupa için sadece bir “aday ülke” değil, fiilen kıtanın sınır bekçisi, enerji kapısı ve güvenlik şemsiyesi.

Ancak Brüksel’in raporu hâlâ aynı soğuk tonda: “Yargı bağımsızlığında gerileme, temel haklarda endişe, dış politikada kısmi uyum.” Yanlış mı? Değil elbette.

Bir yanda güvenlikte vazgeçilmez bir ortak, diğer yanda demokratik ölçütlerde dışlanan bir ülke. Avrupa’nın en derin çelişkisi tam da burada yatıyor.

Güvenlik var, güven yok

Brüksel’in “kriter temelli genişleme” vurgusu aslında diplomatik bir süs. Zira aynı Avrupa Birliği, Ukrayna’yı savaşın ortasında “reform ilerlemesi” diye ödüllendiriyor.

Türkiye ise NATO üyesi, milyonlarca mülteciyi barındırıyor, Avrupa’nın güvenliğini koruyor — ama hâlâ “geri giden demokrasi” olarak fişleniyor.

Evet, Türkiye’de reform ihtiyacı inkâr edilemez.

Ama AB’nin bu ikiyüzlü tutumu — bir yandan demokrasi nutukları atarken öte yandan Türkiye ile enerji, göç ve silah anlaşmaları yapması — ilişkiyi zehirliyor.

Avrupa artık değerlerle değil, korkularla yönetiliyor: Rusya korkusu, göç korkusu, İslam korkusu…

Bu korkuların arasında Türkiye hem vazgeçilmez hem de rahatsız edici bir “zorunlu ortak” haline geldi.

Kullanışlı ortaklıktan eşit ortaklığa

Türkiye’nin de bu tabloyu doğru okuması gerekiyor.

Brüksel’in kapısını zorlayarak değil, kendi evini düzenleyerek yeniden ciddiye alınabilir hale gelebilir.

Gerçek bir hukuk devleti, özgür medya, öngörülebilir ekonomi politikası — bunlar Brüksel’i değil, Türk halkını rahatlatacak reformlardır.

Ancak o zaman Avrupa, Türkiye’ye yalnızca “göç bekçisi” ya da “ucuz üretim sahası” olarak değil, eşit ortak olarak bakmak zorunda kalır.

Eurofighter anlaşması, İngiltere ve Almanya’nın Ankara ziyaretleri, Avrupa’nın güvenlik gündeminde Türkiye’nin ağırlığını yeniden hissettirdi.

Ama bu ağırlık yalnızca stratejik alanda kalırsa, Türkiye hep “askerî ortak” olarak kalır; “siyasi eşit” olamaz.

Avrupa ikiyüzlülüğü, Türk gerçekçiliği

Bugün Avrupa’da iki ayrı gerçeklik var:

Birincisi, “değerler Avrupası” — Türkiye’yi demokrasi notlarıyla ölçen, ancak Yunanistan’daki aşırı sağ yükselişini, Macaristan’daki otoriterliği görmezden gelen Brüksel.

İkincisi, “çıkarlar Avrupası” — Türkiye’nin dronlarını, limanlarını, doğal gaz hatlarını kullanan ama üyelik kapısını kilitleyen Avrupa.

Türkiye ise bu iki Avrupa arasında sıkışmış durumda: normatif olarak dışlanan, stratejik olarak vazgeçilemeyen ülke.

Gerçekçilik

Artık ne Türkiye eski “AB rüyası”nı sürdürebilir, ne Avrupa Türkiye’yi görmezden gelmeye devam edebilir.

Bir yanda savaşın kıyısındaki Ukrayna üyeliğe hazırlanıyor, öte yanda NATO’nun ikinci büyük ordusu kapıda bekletiliyor.

Bu tabloyu değiştirmek için iki tarafın da dürüst olması gerekiyor:

Türkiye, demokratik standartları iç politika hesaplarına feda etmemeli.

AB ise Türkiye’ye “stratejik bağımlı ama siyasi dışlanan” muamelesi yapmayı bırakmalı.

Aksi halde 2025 Genişleme Paketi, bir dönüm noktası değil, bir veda notu olarak tarihe geçecek.

Avrupa treninin sesi artık uzaklardan geliyor.

Ama raylar hâlâ Türkiye’nin topraklarından geçiyor.

Brüksel Türkiye’yi unutabilir — fakat Türkiye’yi Avrupa’nın güvenliğinden silemez.

Türkiye’nin sorusu şu olmalı: Biz bu trene binmek mi istiyoruz, yoksa kendi hattımızı mı döşeyeceğiz?

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *