Karşınızdakinin cesareti kadar yaşarsınız
Hayatınız, seçtiğiniz insandır...
Bir insanın hayatı, öncelikle kendi cesareti kadar genişler.
Bundan sonrasında karşınızdakinin cesareti de etkili olur.
Ne kadar güçlü ne kadar yürekli olursanız olun…
Bazen yanınızdaki korkağın sınırlarında hapsolursunuz.
Görünmez bir duvardır bu.
Cesaret, karşısında yankı bulmadığında, bir anlam ifade etmez.
Bir kadın düşünün, uçurumun kenarına kadar yürümüş.
Rüzgâr yüzüne vuruyor, kalbi kıvılcımlar saçıyor.
Fakat yanındaki adam adım atmıyor, korkuyor.
O zaman o kadın da durmak zorunda kalıyor — kendi cesaretine rağmen, başkasının korkusunda esir oluyor.
Hayat, çoğu zaman budur:
Cesurların korkaklarla zincirlenmiş hikayesi...
Cumhuriyet, bir avuç cesurun yüreğinden doğdu.
Mustafa Kemal ve arkadaşları, etraflarındaki korkaklara rağmen yürüdüler.
Yürüdüler; çünkü biliyorlardı ki, korkakların temkini vatanı kurtaramaz.
Kurtuluş Savaşı’nı sonuçlandıran da Cumhuriyet’i kuran da yalnızca kendi cesaretleri değildi; birbirlerinin cesaretine duydukları inançtı.
Onlar, yanlarında kendileri kadar korkusuz insanlar seçtiler.
Bir ulusun kaderi, işte o seçimin içinde şekillendi.
Yol arkadaşlarını doğru seçtiler.
Böyle önemli yollar korkaklarla yürünmezdi zaten.
Başka türlü tarihe yetişemezlerdi.
İşte o yüzden, nefes aldığımız her özgürlük kırıntısının altında paylaşılan bir cesaretin imzası vardır.
Altan, bir yazısında demişti ki: “Hayatınız, seçtiğiniz kadındır.”
Ne kadar doğru…
Belki de bu cümleyi biraz genişletmeliyiz:
Hayatınız, seçtiğiniz insandır.
Hayat, kiminle yan yana yürüdüğünüzdür.
Sizin cesaretinizi harlayan ya da söndüren onun yüreğidir.
Bir insan, yanında kim varsa onunla sınırlıdır.
Cesur bir kalple korkak bir kalp aynı bedende çarpamaz.
Çünkü ısrarcı olan diğerine galip gelir.
O yüzden sevdiklerimizi, dostlarımızı, yolda yürüdüklerimizi iyi seçmeliyiz.
Her seçim bir kaderdir.
Bir korkağı seçerseniz hayatınız onun korkusu ritminde yaşlanır.
Bir cesuru seçerseniz, birlikte; hayal olan yolculuğun zirvesinde uzanırsınız.
Bugün de aynı noktadayız aslında.
Ülke olarak da birey olarak da karşımızdakilerin cesaretine ihtiyacımız var.
Bir kadının sokakta “yeter” demesi, bir gencin okulda itiraz etmesi, bir gazetecinin kalemiyle gerçeği yazması...
Bir liderin, bir dostun, bir sevgilinin cesareti kadar büyüyebiliyoruz.
Ve ne yazık ki bazen korkunun hizasında durduğuna şahit oluyoruz.
En önemli meselelerde bile...
Sıranın kendisine gelmeyeceğini zanneden veya zaman kazanmak isteyen menfaatçilerin korkaklığıyla baş başa bırakılırız.
Sevgi de böyle, umut da direniş de.
Birini sevmek için bile cesaret gerekir.
Çünkü sevmek teslim olmaktır ama teslim olurken onurla ayakta kalabilmektir.
Ve unutmayın, sevdiğiniz insanın cesareti kadar yaşayabilirsiniz.
Onun korkuları kadar nefes alır, cesareti kadar ilerleyebilirsiniz.
Bu yüzden, sadece “Ben cesurum” demek yetmiyor.
Çünkü Cumhuriyet’in çocukları olarak bize düşen yalnız kendi cesaretimizi değil; etrafımızdakilerin yüreğini de ateşlemektir.
Birbirimizi hayal kırıklığına uğratmaktansa birbirimize cesaret bulaştırmak…
Atatürk’ün “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır” derken bile söylediği şey buydu aslında:
Cesaretin, bir bedenden değil bir ruhtan doğduğunu bilmek.
Yolun nereye vardığından çok kiminle yürüdüğünüz belirler kaderinizi.
Kimi zaman sizi tutan, kimi zaman koşturan olur o insan.
İyi bakın yanınızdakine…
Sizi durduran mı, cesaretlendiren mi bu insan?
O yolu korkuyla mı, cesaretle mi yürüyorsunuz?
Unutmayın…
Hayatta yalnız kendi cesaretiniz kadar değil,
karşınızdakinin cesareti kadar da yaşarsınız.