Oktay Akbal’ın Babıali Anıları
Kırmızı Tenteli Tramvay-Babıali’de 50 Yıl, Oktay Akbal’ın daha çok gazetecilik anılarını anlattığı kitabına verdiği isim. 1993 yılında Milliyet Yayınları’ndan çıkan kitabın önsözünde, anılarını yazmasına vesile olan Halit Ziya Uşaklıgil’in Kırk Yıl adlı yaklaşık 1000 sayfalık eserine değinen Akbal, Uşaklıgil’in aksine yazdıklarını son derece kısa tutmuş. Öyle ki anılar, toplam 123 sayfalık kitapta yalnızca 62 sayfalık bir bölümden ibaret. Geri kalanlar ise yazarın eski gazete yazılarından oluşuyor.
“Babıali’de 50 Yıl doğrusu ya özet bir anılar yığını. Daha yazarken birçok olayı, kişiyi unuttuğumu anlıyordum. Elli yıl bu! Üstelik de çoğunlukla sanat, kültür, basın çevrelerinde geçmiş yarım yüzyıl. Küçük yaşta Babıali dünyasına giren bir insanın yaşamından daha çok insan, daha çok olay geçmiştir elbet. Ben okurlara bir özet sunuyorum daha çok…” (s.9-10)
Uzun yazarlık yaşamında ülkenin kaderini etkileyen birçok önemli olayı içinde veya yakınında yaşayan yazarın kaleme aldıkları özetin özeti niteliğinde olmasına rağmen yine de önemli ipuçları barındırıyor.
Akbal, yazdığı ve gazetelere gönderdiği ilk öykülerine yıllar sonra göz attığında hissettiklerini “ne çocukça şeylermiş” diyerek özetliyor. Bu yazdıklarının Karakurt’lara, Mükerrem Kamil’lere, Kerime Nadir’lere yakıştığını söyleyen yazar, gerçek edebiyatın ne olduğunu bir iki yıl sonra Sait Faik, Sabahattin Ali, Nurullah Ataç okuduğunda anladığını belirtiyor.
Yazıları yayınlandıkça tanınırlığı artan, böylelikle edebiyat çevrelerinde kendisine önemli bir yer edinen, en nihayetinde ülkenin köklü dergilerinden biri olan ve Cahit Irgat, İlhan Berk, Özdemir Asaf, Orhon Murat Arıburnu gibi gençlerin de katkı verdiği Servetifünun’un yöneticiliğini üstlenen yazar duygularını şöyle anlatıyor:
“Elli yıllık bir derginin sorumlusuydum. Yaş yirmi. Birkaç yüz abonesi vardı derginin. Yurt içinde, yurt dışında. Bin kadar basılıyordu. Piyasada iki yüz tane satılıyordu. Ama saygınlığı vardı.” (s.19)
Yöneticilik döneminde yaşadığı ilginç olaylardan biri ise, dergiye şiirlerini gönderen Şükran Kurdakul’u kadın zannedip “Kadın ruhunun inceliklerini anlatacağınıza, niye erkeksi tutum içindesiniz” diye yazarak Kurdakul’a dergi sütunlarında çıkışması oluyor.
Kısa anılar içinde en çok üzerinde durulan bölüm, Akbal’ın Büyük Doğu’da yazarlık yaptığı günlere ve derginin sahibi Necip Fazıl’a dair anlattıkları.
Büyük Doğu, İkinci Dünya Savaşı henüz bitmemişken 1943 yılında yayınlanmaya başlar. Oktay Akbal, Büyük Doğu’da yazıyordur ancak Necip Fazıl ile dünya görüşlerinin farklılığı kısa zamanda kendini gösterir. İlk sürtüşme Andre Malraux konusunda yaşanır. Akbal yazısında Malraux’tan bahsedince Necip Fazıl, “Ne yapıyorsun, o yazar azılı bir komünisttir” diyerek tepki gösterir.
Diğer bir anlaşmazlık Görüşler Dergisi üzerine çıkar. Necip Fazıl, Sabiha ve Zekeriya Sertel tarafından çıkarılmaya başlanan Görüşler Dergisi’ni Akbal’ın elinde görünce kısa bir tartışma yaşanır. Akbal’ın, derginin “Avrupai” olduğunu söyleyerek savunmaya geçmesini Necip Fazıl alaya alır. Hatta yıllar sonra karşılaştıklarında söylediği ilk söz, “Nasılsınız Avrupai Oktay Bey” olur. Akbal ise, “Sağ olun Asyalı Necip Bey” cevabını verir.
Akbal’ın dergiden kopuşu ise uzun sürmez. Bardağı taşıran olay Tan Matbaası baskını olur. Tan’ı kendisine yakın gençlerin yıktığını düşünen Necip Fazıl olaylar üzerine bir bildiri kaleme alır ve dergi yazarlarının bu bildiriyi imzalamalarını ister. Bildiriyi okuyan Oktay Akbal, yazılanları doğru bulmayarak bildiriyi imzalamaz ve dergiyle yollarını ayırır.
“Ben bunu imzalamam dedim. Bu korkunç bir vandalizm. Siz de bunu savunuyorsunuz. Ben bir daha dergiye yazı yazmam.’ Üstat öfkelenmişti. ‘Büyük Doğu bataklıkta giden bir gemi. Pırıl pırıl, apaydınlık. Bu gemiye binen kurtulur, binmeyen batar. Sen bilirsin’ dedi.” (s.26)
Akbal, Büyük Doğu macerasının ardından çeşitli dergi ve gazetelerde yazarlık hayatını sürdürür. Vakit, Vatan, Cumhuriyet, Varlık gibi birçok yayın organında yazıları yayınlanır. İktidarın sandık yoluyla el değiştirdiği 14 Mayıs 1950 seçimlerini, 27 Mayıs ihtilalini, 12 Mart ve 12 Eylül’ü yakından izler ve etkilerini bizzat yaşayarak görür. 12 Mart’a ilk günlerde destek vermesini ise en büyük yanılgılarından biri olarak not eder.
İlk yurtdışı seyahatinde kaldığı otelde o yıllarda henüz Türkiye’ye gelmemiş olan televizyonu görünce merakla sabaha kadar izleyen, Tan Baskını sırasında arkadaşı Naci Baysal’ın kitabevinin yağmalanmaması için önünde nöbet tutan, muhabir olarak katıldığı bir gezide İsmet İnönü’nün çantasını taşıyan Akbal’ın anılarını okudukça neden daha uzun ve ayrıntılı yazmadığına üzülmemek elde değil. Ancak ne kadar kısa olursa olsun, bu kitabın yazarının kendi bakış açısıyla ortaya koyduğu Türkiye ve Babıali portresini de dikkate almak gerek.