Herkes anlatıyor, peki kim açıklayacak?

Özgür Özel: Arkadaşlarımız CHP iktidarına karşı girişilen darbede esir düştü, bu insanları neden aldıklarını bugünden sonra AKP anlatacak! dedi
Dedi ama… Sanki kelimeyi yanlış seçti.
Zira AKP anlatıyor. Bugüne kadar hep anlattı. Bundan sonra da anlatacaktır.
***
AKP her yaptığını anlatıyor.
Memleketin gazeteleriyle anlatıyor, televizyonlarıyla anlatıyor
Anadolu Ajansıyla, TRT’siyle anlatıyor.
Abdülkadir Selvi’siyle anlatıyor, Ahmet Hakan’ıyla anlatıyor, Cem Küçük’üyle anlatıyor…
Bakanıyla, milletvekiliyle anlatıyor.
Yurt dışından dönüşte uçakta Cumhurbaşkanıyla anlatıyor.
Adalet Bakanının her fırsatta vurguladığı, bağımsız yargının hakimiyle, savcısıyla anlatıyor.
İletişim Başkanlığıyla anlatıyor.
Dezenformasyonla Mücadele Merkeziyle anlatıyor.
TUİK’iyle anlatıyor, RTÜK’üyle anlatıyor YSK’sıyla anlatıyor, YÖK’üyle anlatıyor
Valisiyle, kaymakamıyla, emniyet müdürüyle, rektörüyle anlatıyor.
Bir vileda sapı kapıp, kocaman ekranlarda, heyecanla konuşan uzmanlarıyla anlatıyor.
Polis anonslarıyla anlatıyor.
Ablukaya aldığı heykellerle, anıtlarla anlatıyor.
Yaya ve araç trafiğine kapattığı meydanlarla, sokaklarla, caddelerle anlatıyor.
AKP hep anlatıyor.
Anlatmak, AKP’nin uzmanlık alanıdır. Bugüne kadar bizlere neler anlatmadı ki. Siyasi rakiplerince AKP’ye her şey söylenebilir. Ama “anlatmıyor” denilemez. Hakkaniyetle bağdaşmaz. Vicdana sığmaz.
Özgür Özel, meramını anlatırken doğru kavramı kullanmamış olabilir. Ben “açıklayacak” demek isterken yanlışlıkla “anlatacak” dediği kanaatindeyim.
***
Ortaokul 2. sınıf Türkçe ders kitabında (özellikle 1960–1980 arası MEB kitaplarında) Nurullah Ataç’ın “Bakmak ve görmek” isimli ufuk açıcı bir denemesi yer alırdı.
İyi ki o yaşta bu farkı öğrenmişim: “bakmak” ile “görmek” arasındaki fark, bugün “anlatmak” ile “açıklamak” ayrımında bana ufuk açıyor.
Ataç, insanın bir şeye bakmakla yetinmemesi, onu görmeye çalışması gerektiğini savunur.
"Bakmak" sadece fiziksel bir eylemken; "görmek" bir nesnenin özünü, anlamını, bağlamını sezmek; derinlemesine kavramaktır.
Anlatmak, bakmak gibidir. Bir düşünceyi, olayı, bilgiyi ya da duyguyu sözlü ya da yazılı olarak başkasına iletmektir.
Açıklamak, görmek gibidir. Bir netleştirme işidir. Bir durumu ya da konuyu, anlaşılır ve mantıklı hâle getirir. Karışıklığı gidermek, neden-sonuç ilişkisi kurmak, bir şeyin “neden böyle olduğunu” gerekçelendirmek amacındadır.
Nurullah Ataç bugün yaşıyor olsaydı, belki de yazısına şöyle başlardı:
“Anlatmak başka iştir, açıklamak başka. Anlatan çok olur; herkes bir şeyler anlatır da… Açıklayan azdır. Çünkü açıklamak, düşünceyi süzmek, kelimeyi seçmek, muhatabı önemsemektir. Herkesin harcı değildir.”
***
Kurtla kuzu hikayesini biliyoruz.
Kurt su içmek için dereye inmiş. Tam suyunu içerken, başını çevirmiş bir kuzu görmüş.
“ Benim içeceğim suyu ne halt etmeye bulandırıyorsun; sende hiç utanma arlanma yok mu?”
“Senin suyunu bulandırmak mı? Ama bu olanaksız. Sen yukardasın, ben aşağıda. Irmak da yukardan aşağıya akıyor. Aşağıdan yukarıya değil ki…”
“Demek, öyle… Ha, şimdi tanıdım seni, şimdi. Sen değil miydin, geçen yıl bana hakaret eden?
“Kesinlikle hayır. Ben daha altı aylık yavruyum, geçen yıl hayatta bile değildim.”
“Öyle mi? O zaman, sen değilsen mutlaka senin kardeşindi.”
“O da olanaksız. Benim hiçbir zaman kardeşim olmadı. Ben bir ananın bir babanın tek kuzusuyum.”
“Vay beni yalancı yerine koyuyorsun ha, öyle mı? Artık siz çok oldunuz, yüz verdik diye tepemize çıktınız. Ben şimdi seni bir yiyeyim de bütün kuzuların koyunların aklı başına gelsin!”
Hikâyenin sonunu, şiddet içerdiği için, yazmıyorum.
“Anlatmak” ve “açıklamak” kavramlarını en iyi anlatan metinlerden biridir bu hikâye.
Farkındaysanız, Kurt sürekli olarak anlatmaktadır. “Suyumu bulandırdın.” der, “Bana hakaret ettin.” der, “Hakaret eden sen değilsen senin kardeşindir.” der, “Bana yalancı dedin.” der…
“Sen geçen sene benim yavrularımı yedin” de diyebilirdi, demiyor. “Kurdun yavrularının kuzu tarafından yenilmesi inandırıcı olmaz.” diye değil… Diğer söyledikleri de zaten inandırıcı değil ki… Söylememesi, hikâyeyi tamam edecek kadar şey söylemiş olduğundan. Bunun için tilkiyi gizli tanık olarak da gösterebilir. (Kimliğinin gizli kalması, tilkinin kurnazlığından olurdu tabii).
Kurdun söyledikleri “anlatmak” değil de “açıklamak” olsaydı; kuzunun, sorularına cevap bulması gerekirdi. Ama öyle olmuyor.
Veya Kurt; lafı dolandırmadan, doğrudan “Seni yiyeceğim” deseydi, bu bir “açıklama” olurdu.
***
Hep düşünürdüm…. Bu kadar yüksek teknolojiye sahip basın yayın kuruluşları, neden bir kamera karşısına geçip, YouTube’dan yayın yapan tek kişilik haber kanallarından daha az izleniyor? diye.
Cevabı yazıyı yazarken buldum. Çünkü anlı şanlı medya kuruluşları hep “anlatıyor”. Tek kişilik kadroyla yayın yapan haberciler ise, “açıklıyor”.