Başımızı eğmediğimiz tek sabah
Kafamızdaki bitlere rağmen...
“Anne, kafamda bit var.”
Tarık Akan’ın o cümlesi hala kulaklarımda yankılanıyor.
Bir çocuğun utancı gibi başlayan aslında bir halkın hafızasına yazılmış o itiraf.
Bit; yoksulluğun, çaresizliğin, görünmeyen sınıfların metaforuydu o kitapta.
Fakat aynı zamanda onurun, direnmenin, kirin bile insanı küçük düşürmediği bir dünyaya açılan kapıydı.
O cümleyi bugün, yıllar sonra ben de söylüyorum:
“Kafamda bit var.”
Fakat benimkisi kan değil, düşünce emiyor.
Her gün televizyonlardan, haberlerden, iktidar dilinden sızıyor içeriye.
Gerçeğin kanını emen o görünmez parazitler, zihnimin kıvrımlarında geziyor.
Bir ülke nasıl susturulursa bir zihin de öyle uyuşturuluyor.
Bütün sesler, cümleler, fikirler aynı sıcaklıkta tekrarlanıyor.
Kaşınmıyoruz artık — çünkü hissedemiyoruz. Oysa Tarık Akan o kaşıntıları kol altlarında bile hissediyordu.
Eskiden, “halk bilinçlenirse değişir” derlerdi. Şimdi düşünüyorum belki halk zaten biliyor ama kaşınmaya üşeniyor. Bitin varlığını kabul etmek, onun kanını emdiğini görmek cesaret istiyor çünkü. Fakat biz, kafamızda gezinen o sessiz yaratığın sıcaklığını alışkanlığa dönüştürdük.
Kafamızdaki Bit ve Alışkanlık
Ben bazen saçımı kazımak istiyorum. Tüm düşüncelerimi sıfırlamak, yeniden büyütmek… Fakat daha sonra aynaya bakıyorum: Kazısam da o bitin yumurtaları derimin altında bunu biliyorum. Onu oraya yerleştiren ben değilim belki ama yaşamasına izin veren benim. Var mı hepimizde bunu söyleme cesareti? Hangi bitlerin kalmasına izin verdiniz bedeninizde?
Tarık Akan’ın o çocuğu, yoksulluğu utanmadan anlatabilmişti.
Bizse bugün düşünsel yoksulluğumuzu inkâr ediyoruz.
Kafamızdaki biti görmek, bir utanç değil; bir başlangıç olmalıydı.
Ancak biz, o biti beslemeyi alışkanlık haline getirdik. Oysa hiçbirine ihtiyacımız yok.
Korkuyu, suskunluğu, “bana dokunmayan yılanı” büyüttük kafamızda.
Cumhuriyet’in Arınma İradesi
Cumhuriyet, işte tam bu noktada devreye girer.
Bir medeniyet projesiydi o: sadece yollar, okullar, barajlar değil; bir zihni yıkama, bir bilinci arındırma devrimiydi.
Atatürk, bir ulusu, önce kafasındaki kiri fark ettirerek değiştirdi.
O yüzden 10 Kasım sabahları sadece yas değil; bir yüzleşme sabahıdır aslında.
10 Kasım, bir ulusun kendi başını eğmeden aynaya bakabildiği tek sabahtır.
Her 10 Kasım’da sirenler çaldığında, ben o çocuğu görürüm.
Saçları bitli ama gözleri tertemiz bir çocuk.
O çocuk, Cumhuriyet’tir.
O çocuk, bu toprakların hala temiz kalabilen yeridir.
Bir başın, bir vicdanın, bir ülkenin arınma arzusudur.
Atatürk’ün mirası bir ideolojiden çok, bir yıkanma biçimidir:
Kirli elleriyle toprağa sarılan ama alnını gökyüzüne çevirmekten utanmayan insanların mirası.
Ve ben 10 Kasım sabahında yeniden söylüyorum:
“Anne, kafamda bit var.”
Ancak artık utanmıyorum.
Çünkü biliyorum —
sorun kirde değil körlükte. Temizlik, sabun köpükleriyle değil; kararlı bir fikirde başlar.
Cumhuriyet, o fikrin adıdır.
Ve biz, o fikri koruduğumuz sürece
kafamızdaki bütün bitleri arındıracağız; başımızı eğmediğimiz tek sabah olan 10 Kasım sabahlarında...