İstanbul
Açık
12°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
42,5290 %-0.02
49,6615 %-0.11
5.739,27 % -0,24
92.631,49 %-1.325
Ara

Masa Örtüsünü Çekmek: Bilimi Yok Saymanın Bedeli

YAYINLAMA:
Masa Örtüsünü Çekmek: Bilimi Yok Saymanın Bedeli

Bilim bazen hoşumuza gitmeyen şeyler söyler. Zeytinliklerin yanına maden açılmaz, fay hattına beton dikilmez, dere yatağına santral kurulmaz der. Ama siyaset, kendi çıkarı için bu sesleri susturduğunda, geriye sadece enkaz ve kayıplar kalır.

1939’dan beri yürürlükte olan Zeytincilik Kanunu, zeytinlikleri korumak için “3 kilometre” kuralını koydu. Ama torba yasalarla bu hüküm delindikçe, hem çiftçinin emeği hem de ekosistem yok edildi. Bilim “dur” dedi, siyaset “yol ver” dedi. Yada  Marmara fayını bilen bilim insanları, “deprem kapıda” uyarısını yıllardır yapıyor. Ama imar aflarıyla bilimin sözü yok sayıldı. 6 Şubat depremleri, siyasetin susturduğu bilimin kanıtıydı. Karadeniz derelerine HES kurulduğunda, ekoloji uzmanları “sular bitecek” dedi. Dinlenmedi. Bugün birçok dere kurudu, tarım alanları çöktü.  Kanal İstanbul tartışmalarında bilim “susuzluk, deprem, karbon” diye haykırdı. Ama siyasi vitrin ağır bastı.

Ve şimdi Amerika’da akıllara ziyan bir karar alınmaya çalışılıyor. Bu karar ile eskisinin aksine “sera gazları insan sağlığına zararlı değildir” denilmek isteniyor. The New York Times’ın iklim yazarlarından Claire Brown’un benzetmesini çok yerinde buluyorum burada. Diyor ki Brown, “Düşünün ki masanın üzerinde tabaklar, bardaklar, çatal bıçaklar var. Altında da bir masa örtüsü. Eğer biri o örtüyü çekip alırsa, üzerindekilerin hepsi birden yere düşer. Amerika’da Çevre Koruma Ajansı’nın (EPA) 2009’da aldığı “sera gazları insan sağlığına zararlıdır” kararını iptal etme girişimi tam da böyle: Tek bir kararı kaldırarak, hava kirliliğini sınırlayan onlarca kuralı bir anda çöpe atmaya hazırlanıyorlar.”

Olay şu;

EPA, 2009’da, yüzlerce bilimsel araştırmaya dayanarak, “Karbondioksit ve metan gibi gazların, solunum hastalıklarından, sıcak hava dalgalarına kadar pek çok sağlık riskini artırdığı” ortaya koyan bir karar alıyor.

Trump yönetimi ise tam tersini savunuyor: “Artık bu kadar büyük bir tehlike yok” diyerek, düzenlemeleri ortadan kaldırmaya çalışıyor. Bağımsız bilim insanlarının raporlarını değil, iklim krizini küçümseyen az sayıda ismin görüşlerini öne çıkarıyorlar.

Trump Yönetimi Altındaki EPA da, 2009 da aldığı bu karar için yeni yorumlar yapmaya başladı. Ve “biz aslında sera gazlarını düzenlemek zorunda değiliz” diyerek sera gazlarının insan sağlığına olumsuz etkilerini ortaya koyan bilimsel çalışmalarını iptal etmeyi teklif etti.

EPA Böylece kendi kurumsal raporuna ve 15 yıldır dayandığı bilimsel konsensüse ters düşmüş oluyor. Kısacası, aynı kurum farklı bir yönetim altında geçmişte “tehlike vardır” dediği şeye şimdi “tehlike yoktur” diyerek kendi kendisiyle çelişiyor.

Bu Çelişki Neden Önemli?

EPA’nın kendi bilim insanları ve bağımsız akademiler, sera gazlarının tehlikeli olduğunu defalarca doğruladı. Bu nedenle iptal teklifi, bilimsel değil politik bir yönelim olarak görülüyor. Ayrıca daha önceki mahkeme kararları EPA’yı bu bulguyu yapmakla yükümlü kıldı. Dolayısıyla şimdi geri adım atmak, kendi hukuki dayanağını zayıflatıyor ve mahkemelerde büyük ihtimalle iptal edilecek. Ve EPA’nın güvenilirliği tartışmaya açılıyor. Bilimsel kurumdan çok, siyasi dalgalara göre yön değiştiren bir idare gibi görünmesi söz konusu.

EPA aslında bilimsel olarak “biz yanlış yapmışız” demiyor. Bunun yerine:

Yasal yorumu değiştirerek, bilimsel şüphe yaratıyor. Yani teknik olarak kendi fikrini bilimsel verilerle çürütmüyor, hukuki ve politik argümanlarla yok saymaya çalışıyor.

Eğer bu karar iptal edilirse, araçlardan ve enerji santrallerinden çıkan kirli gazları sınırlayan kurallar geçersiz olacak. Bu da soluduğumuz havayı daha kirli, iklim krizini daha derin, halk sağlığını daha kırılgan hale getirecek.

“Bizim zeytin ağaçlarımız onları ilgilendiriyor mu ki? Bize ne ABD’nin bu girişiminden?”

Her defasında altının çizildiği bir husus, iklim krizi global bir sorun. Bugün ABD’nin yaydığı sera gazları Afrika’daki kuraklığı etkiliyor ise, bu tartışma sadece Amerika’yı ilgilendirmiyor demektir. Ayrıca  dünyanın geri kalanı da karbon düzenlemeleri konusunda yol ayrımında. AB ülkeleri içinde de karbon düzenlemelerine mesafeli yaklaşanlar var. Özellikle Doğu Avrupa’da, fosil yakıtlara dayalı ekonomiye sahip ülkeler sıkı karbon vergilerinden hoşnut değil. Almanya, Fransa ve İskandinav ülkeleri güçlü destek verirken; Polonya, Macaristan ve bazı Balkan ülkeleri bu süreci “ekonomik yük” olarak görüyor.

Türkiye ise, AB’nin Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (SKDM) kapsamında hazırlıklarını sürdürüyor. Çünkü Avrupa Birliği, ithal edilen ürünlerin karbon ayak izine göre ek maliyet getirmeyi planlıyor. Bu da Türkiye’nin sanayi ve ihracat politikalarını doğrudan etkiliyor.

Yani Türkiye için mesele yalnızca iklim değil, aynı zamanda ticaret ve ekonomi meselesi:

  • Çimento sektörü: Türkiye’nin AB’ye ihracatında başı çekiyor. Ancak çimento, en yüksek karbon salımı yapan sektörlerden biri. SKDM ile birlikte bu sektörde karbon fiyatlaması kaçınılmaz hale geliyor.
  • Demir-çelik: Türkiye’nin ihracatının büyük kısmı AB’ye gidiyor. Karbon düzenlemelerine uyum sağlamazsa, ürünler ek vergiye tabi olacak.
  • Gübre: Tarımda kullanılan gübre üretimi de karbon yoğun sektörlerden biri. Burada da uyum yatırımları şart.

Türkiye’nin sanayi odaları ve ihracat birlikleri, bu düzenlemelere uyum sağlamak için enerji verimliliği yatırımlarını, yenilenebilir enerji kullanımını ve karbon raporlamasını hızlandırmak zorunda. Aksi halde rekabet gücü zayıflayacak.

Burada asıl görülmesi gereken nokta şu diye düşünüyorum. Bilim, siyasetin hoşuna gitmediğinde bir kenara itilmemeli. Ama bugün hem ülkemizde hem Amerika’da yaşanan bu tartışmalar, siyasetin çıkar uğruna bilimi nasıl boğabildiğinin canlı kanıtı. Siyaset bilimi susturduğunda kaybeden hepimiziz. Kaybeden nefesimiz, soframız, geleceğimiz.

Kısacası, bilimi yok sayan siyaset aslında halkını yok sayıyor. Ve tarih bize şunu defalarca gösterdi: Siyaset bilimi susturduğunda kaybeden her zaman biz olduk.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *