Çikolata çalan çocuk üzerine: Çocuklar, Çikolata Sever; Büyükler İmkân…
Mahallenin bakkalına giren küçük bir çocuk düşünün… Avuç içleri terli, kalbi hızlı hızlı atıyor. Rafın en alt sırasında, parlak ambalajıyla göz kırpan bir çikolata var. O an, dünya küçücük bir paketle genişliyor; merak, arzu ve suçluluk aynı anda çocuğun yüzüne çöküyor. Sonra o küçük el uzanıyor, çikolata cebine saklanıyor ve çocuk kapıdan sessizce çıkıyor.
Bu sahne, ilk bakışta “çocukluk macerası” gibi tatlı bir anı olarak görülebilir. Ama biraz yakından bakınca, o çikolatanın toplumun bazı tatlı ve acı yanlarını içinde taşıdığını fark ediyoruz. Çünkü o çocuk, aslında hepimizin tanıdığı biri. Bazen kendimiz, bazen yöneticiler, bazen de toplumun gölgesinde büyüyen küçük alışkanlıklarımız…
Psikolojik açıdan bakınca…
Bir çocuğun çikolata çalması, çoğu zaman bir ihtiyaçtan değil; bir duygudan doğar. O duygu kimi zaman yasak olanı deneme arzusu kimi zaman kontrolü eline alma çabası kimi zaman da “kim fark edecek ki” düşüncesidir. Birey büyür, roller değişir ama o psikolojik mekanizma değişmez:
İktidarın olduğu yerde sınanma isteği, sınırın olduğu yerde aşma arzusu vardır.
Küçük bir çocuk için çikolata neyse, makam odalarının yüksek tavanlarında dolaşanlar için de kaynaklar, imkanlar ve ayrıcalıklar odur: Erişilmesi kolay, denetimi belirsiz, sorgulanacağı meçhul…
Sosyolojik açıdan bakınca…
Çikolata çalan çocuk, yalnızca bireysel bir hikaye değildir. O çocuk, yetiştiği toplumun aynasıdır. Her çocuk, toplumdan bir parça taşır.
Eğer yaşadığı çevre “ufak tefek şeylerden bir şey olmaz” diyorsa o çocuk için çikolata sadece çikolata değildir.
Toplumun gevşeyen bağlarının, esneyen kurallarının, unutulan değerlerinin minyatürüdür.
Yine bu mahallede “Kimse görmezse alabilirsin,” kültürü hâkimse, bir okulda adalet duygusu zedeleniyorsa, bir ülkede büyüklerin davranışlarıyla küçüklere aktardığı çarpık bir hak anlayışı varsa…
O çocuğun cebine attığı şey sadece çikolata değildir.
Toplumsal çürümüşlüğün küçük ama derin bir işaretidir.
Küçük yaşta öğrenilen “kimse bakmıyorsa sorun yoktur” anlayışı, yıllar sonra başka kapılar açar:
Görünmeyen ihaleler, denetlenmeyen harcamalar, hesap verilmeyen kararlar…Çocukluğun market reyonunda başlayan “görünmezlik ekonomisi”, yetişkinliğin yönetim koridorlarında yankılanır.
Pedagojik açıdan bakınca…
Bir çocuk çikolata çaldığında yetişkinlerin vereceği tepki belirleyicidir.
Azarlamak mı? Damgalamak mı? Yoksa anlamaya çalışmak mı? Pedagojinin bize ısrarla öğrettiği şey şudur:
Davranışı değiştiren şey ceza değil, nedenini anlamaktır.
Çocuğa, “Seni görüyorum, hislerini anlıyorum ama bu doğru değil,” diyebilmek…
Ve en önemlisi: “Bu davranışın sonuçları vardır,” diyebilmek.
Yöneticiler, toplumun “büyümüş çocuklarıdır.”
Eğer onlar yaptıklarıyla yüzleşmezse, toplum “ben seni görüyorum” demezse, denetim mekanizmaları çalışmazsa… O zaman çikolata gitgide büyür, büyür, büyür…
Bu yüzden çocukları anlamak, yöneticileri ise denetlemek gerekir.
Son söz: Şeker tadında
Metafora gelelim: Çikolata kim, çocuk kim?
Çocukların, çikolata çalmasını anlayabiliriz çünkü bu bir büyüme hikâyesidir.
Fakat yöneticiler çikolataları ceplerine doldurmaya başlıyorsa o zaman mesele tatlı olmaktan çıkar, toplumsal bir çürümeye dönüşür.
Asıl soru şu:
Biz ne zaman bu bakkalın tezgâhına sahip çıkacağız?
Tatlıyı çocuklara, hesap vermeyi büyüklere bırakacağımız bir ülke için daha neler mümkün?
Roşan ORHAN