İstanbul
Parçalı bulutlu
10°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
42,7031 %0.23
50,1678 %0.06
5.902,25 % 0,77
89.459,13 %-1.117
Ara

Sanatın Özgür Hali: Özge Yıldız ve Offspace’in Dönüştüren Pratiği

YAYINLAMA:
Sanatın Özgür Hali: Özge Yıldız ve Offspace’in Dönüştüren Pratiği

Yeni Nesil Galericilik Anlayışı kapsamında, sanat dünyasının dönüşümünü ve galericiliğin geleceğini konuşmak üzere sevgili Özge Yıldız ile bir araya geldik. Genç nesil galericiliğin bugün geldiği noktayı, değişen dinamikleri ve küresel sanat sahnesiyle kurduğu yeni ilişki biçimlerini ele aldığımız bu söyleşi, hem ilham verici hem de düşündürücü bir buluşmaya dönüştü.

Röportaj boyunca, galericiliğin artık yalnızca temsil ve satış odaklı bir yapı olmaktan çıkıp; kavramsal üretim, anlatı kurma ve uluslararası ağlarla beslenen çok katmanlı bir pratik haline gelmesini konuştuk. Özge Yıldız’ın hem teorik altyapısı hem de sahadaki deneyimi, sohbeti klasik bir röportajın ötesine taşıyarak entelektüel bir paylaşıma dönüştürdü.

Uzun zamandır karşımdaki kişinin sanat kavramlarına bu denli hâkim olduğu, referansları güçlü ve düşünsel olarak derin bir sohbet etmemiştim. Bu nedenle söyleşi, benim için yalnızca profesyonel bir içerik üretimi değil; aynı zamanda zihinsel olarak besleyici ve oldukça keyifli bir deneyim oldu. Sanat üzerine düşünmenin hâlâ ne kadar canlı ve üretken olabileceğini bir kez daha hatırlattı.

Genç Nesil Galericiliği, global sanat dünyasında nereye evriliyor sorusuna verilen yanıtlar; hem bugünü anlamak hem de geleceği okumak adına önemli ipuçları sundu. Bu söyleşi, galericiliğin dönüşen rolünü, yeni bakış açılarını ve çağdaş sanatın yönelimlerini merak eden herkes için ufuk açıcı bir durak olmayı amaçlıyor.


 

Nasılsın, seni ve sanat dünyasına giriş yolculuğunu nasıl tarif edersin?

İyiyim Elif, seninle burada bunları konuşmak benim için gerçekten çok kıymetli bana bu sohbet alanını açtığın için ayrıca teşekkür ederim. Üniversitede sanat eğitimi alırken çok net bir farkındalık yaşadım: beni en çok heyecanlandıran şey bizzat üretmek değil, üretilen işin arkasındaki fikri okumak ve onu doğru şekilde anlatmaktı. Kendimi bir anda, hocalarıma arkadaşlarımın ürettiği işlerin hikâyesini anlatırken buldum. O an, sanatla kurduğum ilişkinin; üretim değil; satış, temsil ve hikâye anlatıcılığı olduğunu fark ettim.
Mezun olduktan sonra bunu profesyonel alana taşıyarak, 1975 yılında kurulan ve Türkiye’de “özel galeri” kavramında öncü olan Galeri Baraz’da sanat sektörüne adım attım. Galeri Baraz, bana sanatın yalnızca estetik bir ifade değil; aynı zamanda strateji, ilişki ve güven üzerine kurulu bir alan olduğunu öğretti. Bugün Offspace’te benimsediğim yaklaşımın temeli de tam olarak burada atıldı.

Offspace’i kurma fikri nasıl ortaya çıktı, bu ismin sende çağrıştırdığı şey neydi?

Offspace fikri, klasik galeri yapısının bana artık yeterli gelmediğini fark ettiğim bir anda ortaya çıktı. Sanatın hep aynı mekânlarda ve benzer kurallar içinde dolaşmasını sorgulamaya başlamıştım. White cube mantığına muhalif; daha özgür ve daha yeni nesil bir alan arıyordum.
İsmi de tam olarak buradan geliyor. Offspace; alanın dışında durmak anlamına geliyor. 

Offspace, sabit bir galeri mekânı olmayan; sanatı alışılmış sergileme alanlarının dışına taşıyan, deneyim odaklı bir çağdaş sanat platformu. Her projede sanatı beyaz duvarlardan çıkarıp gündelik hayata karıştığı bir model yapıyoruz.

Yeni nesil galerici olmayı nasıl tanımlıyorsun?

Yeni nesil galericilik, bence yeni nesil koleksiyoner ve izleyiciyi gerçekten dinlemekle başlıyor. Bugünün izleyicisi sanata yalnızca bakmak istemiyor; deneyimlemek, sürecin bir parçası olmak ve Instagram’da paylaşmak istiyor.

Koleksiyonerler de artık bir eseri yalnızca yatırım aracı olarak görmekten ziyade, gerçekten beğenerek, onun arkasındaki fikri, sanatçıyı ve üretim sürecini önemseyerek koleksiyonlarına dahil ediyor.

Bu noktada yeni nesil galerici, kapı bekçisi gibi konumlanan biri değil; sanatçıyla izleyici arasında aktif olarak ilişki kuran bir aracı. Tek taraflı bir “beğen–satın al” düzeninden çok, karşılıklı etkileşimle beslenen bir alan.

Yeni nesil galerici için mesele sanatı yüceltmekten çok erişilebilir kılmak; Mesafe yaratan elit bir dil kurmaktansa, sanatı gündelik hayata yaklaştıran gerçek temas alanları açmak.

Offspace’in sabit bir galeri mekânı olmaması, bilerek tercih edilmiş bir model. Bu tercih sanat ve seyirciyle kurduğun ilişkiyi nasıl dönüştürüyor?

Sabit bir mekânın olmaması, ilişkiyi baştan eşitliyor. İzleyici “galeriye girmek” zorunda kalmıyor; sanat onun karşısına, gündelik hayatının tam içinde çıkıyor. Bu da mesafeyi azaltan, daha doğrudan bir karşılaşma yaratıyor. İnsanlar kendilerini hazır hissetmek zorunda kalmadan sanatla temas ediyor. 

Bunu en net ilk sergimizde, bir dövme stüdyosunda deneyimledik. İnsanlar bir yandan dövme yaptırılırken sergiyi gezdi, bir yandan müzikle, DJ performanslarıyla işlerin etrafında vakit geçirdi. Bu da şunu net gösterdi: yeni nesil izleyici sadece bakmak değil, eğlenmek, sosyalleşmek ve sanatla daha rahat bir ilişki kurmak istiyor. 

Klasik galeri sistemindeki ritüeller, temsil biçimleri veya sergileme alışkanlıkları seni neden tatmin etmedi? Eski galeri zihniyetini sıkıcı, yorucu ya da sınırlayıcı bulduğun noktalar neler?

Klasik galeri sisteminde beni rahatsız eden şey fazlasıyla sabit ve öngörülebilir hâle gelmiş olmasıydı. Aynı mekân, aynı sergileme dili, benzer açılışlar… Zamanla sanatın değil, sistemin sürekliliğini korumaya çalışan bir yapıya dönüştüğünü hissettim. Bu da hem sanatçının hem izleyicinin hareket alanını daraltıyor.

Her yıl güzel sanatlar fakültelerinden yüzlerce, hatta binlerce yetenekli sanatçı mezun oluyor. Buna karşılık Türkiye’de aktif ve düzenli koleksiyon yapan kişi sayısı oldukça sınırlı ve galerilerin büyük çoğunluğu aynı dar koleksiyoner grubuna ulaşmaya çalışıyor. Bence asıl mesele burada başlıyor: mevcut koleksiyonerlere ulaşmaktan çok, yeni koleksiyonerler yaratmak.

Bunun için insanların sanatla kurduğu ilişkinin dönüştürülmesini gerekiyor. Sanatı erişilmesi zor, kapalı ve elit bir alan olmaktan çıkarıp; anlatan, öğreten ve merak uyandıran bir dil kurmak gerekiyor. İnsanları dışarıda bırakan bir tutum yerine, sürece dahil eden, eğiten ve cesaretlendiren bir yaklaşım. Yeni izleyiciyi ve yeni koleksiyoneri ancak böyle kapsayıcı bir zemin yaratarak kazanabileceğimize inanıyorum.

Sence Offspace modeli, galeri tarihinin “beyaz küp” ideolojisine karşı nasıl bir alternatif sunuyor?

‘White cube, beyaz duvarlı, steril ve nötr olmayı hedefleyen klasik galeri tipolojisi. Eserden başka hiçbir şeyin görünmemesini amaçlıyor; ama tam da bu nedenle sanatla hayat arasında bir mesafe kuruyor ve çoğu zaman izleyicide çekingenlik yaratan bir dil üretiyor.

Offspace ise bu mesafeyi bilinçli olarak ortadan kaldıran bir alternatif sunuyor. Sanatı izole edilmiş bir ortamda sergilemek yerine, gündelik hayatın içine yerleştiriyor. Sessizlik, mesafe ve “nasıl davranmalıyım” duygusu yerine; temas, karşılaşma ve rahatlık hissi öne çıkıyor.

İlk sergini bir dövme stüdyosunda gerçekleştirdin. Bu fikrin çıkış hikâyesi nedir, dövme kültürü ile çağdaş sanatın yan yana gelmesinin anlamı hakkında ne düşünüyorsun?

İlk sergi için dövme stüdyosunu seçmem tamamen bilinçli bir karardı. Dövme stüdyosu, insanların bedenleri üzerinden kendileriyle ilgili net kararlar aldıkları, iz bırakmayı göze aldıkları bir alan. Bu yönüyle çağdaş sanatla çok güçlü ortak noktalar taşıyor: kimlik, ifade, cesaret ve dönüşüm.
Bu yüzden ilk serginin ismini bu fikirden yola çıkarak Metamorfoz olarak belirledik. Çünkü dövme stüdyosu, insanların bedenlerinde bilinçli bir dönüşüm yapmayı seçtikleri bir yer; Offspace de aynı şekilde geleneksel galeri mantığını dönüştürmeye, sanatı yerleşik kalıpların dışına taşımaya gelen bir yapı.

Bu sergide seyirciden aldığın yorumlar, tepkiler nasıldı? Seni en çok etkileyen deneyim ne oldu?

Bu sergi benim için baştan sona sürprizlerle doluydu. Sergiyi Arnavutköy’de, iki katlı ve 150 yılı aşan tarihi bir köşkte yaptık. İlgi olacağını bekliyorduk ama bu kadar yoğun bir kalabalıkla karşılaşacağımızı gerçekten tahmin etmemiştik. Bir noktada “tamam, dönüşüm güzel ama köşkü yıkmadan da yapabiliriz” diye kendi kendime düşündüm 🙂
İlk sergide şunu fark ettim: İnsanlar sanata doğru ortam sunulduğunda gerçekten gelmek, kalabalıklaşmak ve birlikte deneyimlemek istiyor. Bu tepki, Offspace’in yapmak istediği şeyin doğru bir yerden kurulduğunu bana çok net gösterdi.

Artık dünyada dijital sanat çok önde. NFT’lerden bağımsız dijital üretim biçimleri, yapay zekâ destekli işler, etkileşimli enstalasyonlar… Bu dönüşümü nasıl okuyorsun? Dijital sanat üzerine düşüncelerini anlatır mısın?

Dijital sanatı geçici bir trend olarak değil, sanat tarihinin kendi içindeki doğal bir evrimi olarak görüyorum. Fotoğraf makinesinin icadı buna çok güçlü bir referans. 19. yüzyılda fotoğraf ortaya çıktığında, resmin “gerçekliği temsil etme” görevini kaybedeceği ve işlevsizleşeceği düşünülmüştü. Oysa tam tersi oldu; resim bu kırılmayla birlikte özgürleşti. Empresyonizmden kübizme, soyuttan kavramsal sanata uzanan pek çok yeni anlatım biçimi bu dönüşümün sonucunda ortaya çıktı.

Benzer bir eşiği bugün dijital sanatla yaşıyoruz. Yapay zekâ destekli işler, etkileşimli enstalasyonlar ve video art, fiziksel sanatın yerine geçmekten ziyade, ona yeni ifade alanları açıyor. Mesele teknoloji değil; o teknolojinin sanatçının anlatmak istediği şeye nasıl hizmet ettiği. 

Dijitalleşme ile birlikte sanat eserinin maddesizleşmesi, eserin değerini ve koleksiyonerlik kurumunu nasıl yeniden tanımlıyor?

Dijitalleşmeyle birlikte sanat eserinin mutlaka fiziksel bir nesne olması gerekmiyor. Bu durum ilk bakışta bir “değer kaybı” gibi algılansa da, aslında tam tersine işaret ediyor. Değer artık eserin maddesinde değil; fikrinde.
Bunu anlamak için çok karmaşık örneklere gerek yok. Duvara bantlanan muz işinde olduğu gibi, koleksiyoner burada herhangi bir yerden temin edebileceği bir muzu değil; o fikri ve işin temsil ettiği düşünceyi satın alıyor. Dijital işler için de benzer bir durum söz konusu.
Bu da koleksiyonerliği yeniden tanımlıyor. Koleksiyon yapmak artık yalnızca duvara asılan bir şeye sahip olmak değil; bir fikre, bir üretim biçimine ve bir dönemin düşünme şeklini taşıyan bir anlatıya eşlik etmek anlamına geliyor.
Özetle, sanatın değeri maddesinde değil; fikrinde.

Fransa ve Almanya’da karavan galerilerin dolaştığını, Amerika’da mobil sergileme modellerinin çok yaygınlaştığını görüyoruz. Bu göçebe sergileme biçimleri sana ne ifade ediyor? Sabit bir mekân yerine farklı alanlarda var olmak nasıl bir özgürlük sağlıyor?

Bu göçebe sergileme biçimleri bana çok yakın, çünkü bunun ne anlama geldiğini hem kişisel hem de çok gündelik bir yerden deneyimliyorum. Erkek arkadaşım yıllarca tüm Avrupa’yı karavanla dolaşmış biri. Geçtiğimiz yazı ben de karavanla yollarda geçirdim. Sürekli hareket hâlinde olmak, bir yere kök salmak zorunda kalmadan farklı şehirlerde durmak ve her seferinde yeni insanlar ile karşılaşmak insanın bakış açısını inanılmaz derecede açıyor.

Bu deneyim bana şunu düşündürdü: Sanat da tıpkı böyle dolaşabilmeli. Tek bir mekâna ya da tek bir kitleye sabitlenmek yerine, farklı bağlamlarda var olabilmeli.

Sabit bir galeriye bağlı olmadığınızda kurallar azalıyor. Offspace’in hareketli yapısı da tam olarak bu özgürlük hissinden besleniyor.

Avrupa’da park alanlarından terkedilmiş fabrikalara, tren istasyonlarından kafe arka odalarına kadar pek çok yerde sergi yapılıyor. Bu örnekler sana ilham veriyor mu? Türkiye’de böyle bir modeli nasıl hayal ediyorsun?

Evet, bu örnekler bana çok ilham veriyor çünkü sanatı hayatın tam içine yerleştiriyorlar. Galeriye gitme motivasyonu olmayan biri bile, kendini bir anda bir işle bağ kurarken bulabiliyor.

Türkiye’de de bu model için çok güçlü bir potansiyel olduğunu düşünüyorum. Terk edilmiş yapılar, tarihi mekânlar, gündelik hayatın içindeki yarı kamusal alanlar… Aslında çağdaş sanatın dolaşabileceği çok zengin bir zemin var. Burada mesele, sanatı izole etmektense mekânın ruhuyla birlikte düşünmek ve her sergiyi o bağlama özgü olarak kurgulamak.

Dijitalleşme ve mekânsızlaşma önce sanatçıya, sonra galericiye nasıl bir hareket alanı açıyor sence?

Dijitalleşme ve mekânsızlaşma sanatı daha erişilebilir ve daha demokratik hâle getiriyor. Sanatçı, üretimini belirli mekânlara bağlı kalmadan daha geniş kitlelerle paylaşabiliyor. Galerici ise sanatı kapalı ve seçkinci bir yapıdan çıkarıp farklı alanlarda yeni izleyicilerle buluşturabiliyor. Kısacası bu dönüşüm, sanatı merkezden çıkarıp daha eşit ve yaygın bir dolaşıma açıyor.

Sabit bir mekâna bağlı olan eski tip galeri anlayışı, sanatçı için bazen yük hâline geliyor. Burası sana göre sanatçıları ne yönden yoruyor?

Sabit bir mekâna bağlı galeri anlayışı, sanatçıyı çoğu zaman tek bir çevrenin içine hapsediyor. Aynı izleyiciye, aynı beklentilere ve benzer piyasa dinamiklerine hitap etmek zorunda kalmak, üretimi zamanla daraltabiliyor. Sanatçı fark etmeden kendini tekrar etmeye başlayabiliyor ya da risk almaktan kaçınabiliyor.

Offspace modeli, çalıştığın sanatçıları seçerken sana daha esnek davranma şansı tanıyor mu? Disiplinler arası işler, video art, yerleştirme ya da dijital üretim yapan sanatçılarla çalışma fikri seni heyecanlandırıyor mu?

Çok daha özgür bir alan açıyor. Sabit bir mekâna bağlı olmadığım için, çalıştığım sanatçıları seçerken belirli formatlara ya da sergileme alışkanlıklarına uymak zorunda kalmıyorum. Bu da disiplinler arası işler, video art, yerleştirme ve dijital üretimler gibi farklı pratiklerle daha rahat çalışabilmemi sağlıyor.

Sınırları net çizilmiş pratiklerdense, risk alan üretimleri seviyorum.

Dijital sanatın çoğaltılabilir olması, orijinallik kavramını ve eserin “aurasını” nasıl etkiliyor? Walter Benjamin’in mekanik çoğaltma teorisine dair düşüncelerin nedir?

Eskiden sanat eseri denince akla tek bir obje geliyordu. Bir tablo, bir heykel… Sadece bir yerde, bir tane vardı. Walter Benjamin buna eserin “aurası” diyor. Yani: “Orijinalinin karşısında olma hissi.”

Fotoğraf, video ve bugün dijital sanat ortaya çıkınca işler değişti. Bir işi birebir kopyalayabilir, aynı anda binlerce kişiye gösterebilir hâle geldik. Benjamin şunu söylüyor:
Eser çoğaltıldıkça o “tek ve özel olma” hissi azalıyor.

Ama bu kötü bir şey değil. Çünkü aynı anda bir şey daha oluyor:
Sanat elit bir çevreden çıkıp daha fazla insana ulaşıyor. Artık galeriye gidemeyen biri de sanatı görebiliyor, deneyimleyebiliyor.

Bugün dijital sanatta da durum aynı. İş çoğaltılabiliyor ama değer tamamen kaybolmuyor. Değer artık “tek nesnede”değil, fikrin kendisinde. İnsanlar artık objeyi değil, fikri sahipleniyor.

Koleksiyonerlerle ilişkin nasıl şekilleniyor? Geleneksel galerilerle arandaki farkı nerede görüyorsun?

Benim koleksiyonerlerle ilişkim çok daha kişisel ve gündelik bir yerden kuruluyor. Çoğu koleksiyonerim aslında yakın çevremden, arkadaşlarımdan oluşuyor. Hafta sonu birlikte vakit geçirdiğim, sohbet ettiğim, aynı masada oturduğum insanlar. Bu yüzden ilişki, klasik bir “satıcı–alıcı” ilişkisinden çok daha önce başlıyor.

Daha önce hiç sanat eseri almamış bir arkadaşıma ilk işini satabilmem bence bu yaklaşımın tam karşılığı. Çünkü önce güven, samimiyet ve ortak bir dil kuruluyor. Sanat onlar için ulaşılması zor, mesafeli ya da korkutucu bir alan olmaktan çıkıyor.

Geleneksel galerilerle aramdaki fark burada ortaya çıkıyor. Ben sanatı bir statü göstergesi olarak değil, hayatın doğal bir parçası olarak konuşuyorum. Koleksiyonerliği de kapalı bir çevrenin pratiği olmaktan çıkarıp daha sıcak, daha erişilebilir ve daha insani bir ilişki alanı olarak görüyorum.

Türkiye’de galeri kültürünün dönüşümünü nasıl okuyorsun? Bu değişimde kendine nasıl bir yer konumlandırıyorsun?

Türkiye’de galeri kültürünün dönüşümünü konuşurken ekonomik krizi görmezden gelmek mümkün değil. Artan maliyetler, daralan bütçeler ve azalan alım gücü klasik galeri modelini zaten zorlayan bir yerde duruyor. Sabit bir mekânı sürdürmek, düzenli sergiler açmak ve aynı koleksiyoner kitlesine hitap etmek bugün hem galeriler hem de sanatçılar için sürdürülebilir olmaktan çıkabiliyor.

Bu durum bir yandan zorlayıcı ama diğer yandan da yeni modelleri mecburen gündeme getiriyor. Daha esnek, daha hareketli, farklı izleyicilere ulaşabilen yapılar inşa etmeliyiz. Offspace tam da bu ihtiyaçtan doğdu.  

Offspace’in geleceğinde bizi neler bekliyor? Yeni projeler, yurtdışı planları var mı?

Offspace’in geleceğinde sanatı daha fazla insana ulaştırmak var. Bunun için LED ekranlar ile sanatı birleştirdiğimiz bir proje üzerinde çalışıyoruz. Amaç çok basit: sanatı sadece galerilere giren insanların değil, günlük hayatında sergi gezmeyen insanların da karşısına çıkarmak.

LED ekranlar sayesinde sanat, daha görünür ve daha ulaşılabilir hâle geliyor. Bir otelde, bir mekânda ya da kamusal bir alanda insanlar hiç beklemedikleri bir anda bir sanat işiyle karşılaşabiliyor. Biz bu projeyle sanatı kapalı ve sınırlı alanlardan çıkarıp, daha geniş bir dolaşıma sokmak istiyoruz.

Kısaca, LED Art projesi Offspace’in “sanatı demokratikleştirme” fikrinin çok net bir uzantısı.

Son olarak, genç sanatçılara, bağımsız galericilere veya Offspace’i takip edenlere söylemek istediklerin neler?

Kuralları birebir kopyalamak zorunda değiliz. Herkesin yaptığına benzer işler yaparak ayakta kalmak zorlaşıyor. Daha esnek düşünmekten, risk almaktan ve yeni modeller denemekten korkmamak gerekiyor.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *