İstanbul
Parçalı bulutlu
12°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
42,7031 %0.23
50,1678 %0.06
5.902,25 % 0,77
90.607,77 %-1.959
Ara

Van Gogh hangi kulağını kesmişti?

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Van Gogh hangi kulağını kesmişti?

Lemi Özgen

 

Neden sağ kulak? Tabloya her bakışında kendine sorduğu bu soru, yine aklına geldi. Neden sol kulağı değil de sağ kulağı sargılı? Sol kulağını kesmiş olduğu biliniyor. Ağabeyine yazdığı birçok mektupta bunu kendisi de söylüyor zaten. Öyleyse neden kestiği sol kulağını değil de sağ kulağını bezle sarmış?

 

Tabloya iyice eğilip, belki binlerce kezdir yaptığı gibi yeniden inceledi. İlk olarak İngiltere’de Somerset House’daki Courtauld Enstitüsü’nde görmüş olduğu tablodaki adama yeniden ve dikkatle baktı. Zayıflamış, çizgileri incelmiş solgun bir yüzde, nereye baktığı belli olmayan soluk mavi gözler. Siyah kürklü bir kalpak. Tek düğmeli, kalın ve kaba kumaştan yapılmış bir palto. Kalpağın altından belli belirsiz görülen kızılımsı sarı saçlar. 

 

Sonra da sağ kulağı tümüyle kapatıp, tabloda görülmediği için çene altında bir yerlerde düğümlendiği sanılan o sargı bezi. Özenle sarılmış. Mektuplarında da yazdığı gibi keskin ustura,  sol kulağının büyükçe bir bölümünü uçurduğundan, hızla artan kan kaybını önlemek için alelacele eve çağrılan diplomalı eczacı Van Bruuker’in ilk yardımda kullandığı sargı bezi.

 

Nedir, birer ay arayla çizilmiş her iki ‘otoportre’de de sarılıp tedavi altına alınmış olarak sağ kulak çizilmiş. Neden sağ kulak? Uzmanların ortak görüşüne göre, bu resimler aynaya bakılarak çizilmişler ve tabloda görülen sarılı kulak, aslında sağ değil, sol kulak. Öyleyse adamın sol yanında görülen tablonun yönü niye aslı gibi kalmış? Aynadan yansıyan öteki görüntüler gibi yön değişikliğine uğramamış?

 

Ressamın 17 Eylül 1888’de ağabeyine yazdığı bir mektupta, “çalışmalarına yardımcı olması için pahalı bir ayna satın aldığını” söylediğini biliyordu. Yine mektuplardan, ressamın Saint-Remy’ye taşınırken aynayı Arles’da bıraktığını ve daha sonra da aynayı arkadaşı Ginoux’ya emanet edip onu “iyi korumasını” rica ettiğini de biliyordu

 

Ressam için çok önemli olduğu anlaşılan o ayna acaba şimdi neredeydi? Aynayı bulabilse, ‘kesik kulaklı otoportre’nin gizemini de çözebilir miydi? Bunları düşünerek İkiz Kuleler diye bilinen Dünya Ticaret Merkezi’ndeki ofisine gitmek için dışarıya çıktı ve dalgınca yürürken, bir kadınla çarpıştı. Kadın da dalgındı. İki gün önce Empresyonistler Bölümü’nün iki numaralı uzmanı olarak çalıştığı Sotheby’s Müzayede Evi’ndeki işinden istifa etmek zorunda kalmıştı. Şimdi de yeni bir iş görüşmesi yapmak için, yakınlardaki ünlü ‘İkiz Kuleler’e gidiyordu. 

 

İkisi de Van Gogh uzmanı olan kadınla erkek, böylece tanıştılar ve yol boyunca sanatçının ünlü ‘Kesik Kulaklı Otoportre’ tablosunu konuşarak İkiz Kuleler’e girdiler. Bölgede bulunan Wentworth köşkünde işlenen cinayeti soruşturmaktan dönen polis müfettişi de bir şeyler atıştırmak için kulelerin girişindeki bir lokantaya uğradı. İlk bulgulara göre, köşkün sahibesi olan kadın vahşi bir biçimde öldürülmüş ve özel koleksiyonundaki çok değerli bir Van Gogh tablosu çalınmıştı.

 

Japon çelik tröstünün baş yöneticisi de aynı saatlerde İkiz Kuleler’in yirmi ikinci katındaydı ve Van Gogh’un ünlü ‘Gece Kahvesi’ adlı tablosunu kendisine satabileceğini söyleyen bir adamla pazarlık yapıyordu. 

 

Tarih 11 Eylül 2001’di ve saat sabah sekiz kırk beşti. Kulakları sağır eden bir ses duyuldu. Kulelerden kuzeyde olanı çökmeye başladı. On dakika kadar sonra daha şiddetli bir patlama oldu ve bu kez güneydeki kule yıkılmaya koyuldu. Karanlık, toz, çığlıklar ve inlemeler arasında ‘tesadüfen’ ortak noktaları Van Gogh olan dört kişi dışarıya çıkmayı başardılar. Van Gogh uzmanı erkek ve kadın ile polis müfettişi ve Japon iş adamı, New York, Hollanda, İngiltere ve Japonya’ya kadar uzanacak baş döndürücü bir maceranın tam ortasında böylece buluverdiler kendilerini.

 

Elbette sonunda İngiltere’nin ıssız bir balıkçı kulübesinde Van Gogh’un aynasını bulacaklarını, aynanın bakır sapındaki gizli yere yerleştirilmiş bir mektubu okuyup, hem kesik kulak tablosunun sırrını ve hem bundan da önemli olarak 11 Eylül’de New York Dünya Ticaret Merkezi’nde meydana gelmiş ‘terörist saldırı’nın gizemini çözeceklerini bilmiyorlardı henüz…

 

İnsana “yok artık bu kadarı da olmaz” dedirten rastlantılarla dolu olan, mantık sınırlarının sonuna kadar zorlandığı olayların peş peşe sıralandığı romanlarıyla dünyanın en çok satan yazarlarından biri olmayı başaran Jeffrey Archer, hemen tüm romanlarında, benim aktardığım bu ‘deli saçması’ şeylerden daha fazlasını anlattı. Bir başka yazar tarafından yazılmış olsa asla ciddiye alınmayacak olan olayları, öylesine ustalıkla kurguladı ve o kadar akıcı bir dil kullandı ki, kitapları tüm dünyada yüz yirmi milyon adetten fazla sattı.

 

İşin daha da ilginç olanı, Archer’ın kendi gerçek hayatının, romanlarında canlandırdığı olaylardan çok daha çarpıcı olaylarla dolu bulunmasıydı. The Guardian Gazetesi’nin dediği gibi, “eğer Archer kendi hayatını roman olarak yazsaydı, bu kesinlikle dünyanın en heyecanlı romanı olurdu”. 

 

Romancı, öykücü, oyun yazarı ve siyasetçi Jeffrey Archer, 15 Nisan 1940’ta Londra’da doğdu. Henüz iki haftalık bir bebekken, ailesi Somerset’e bağlı bir sahil kasabası olan Weston-Super-Mare’a taşındı. Kasaba ilkokulunda okurken, 1951 yılında bir burs kazandı ve saygın bir eğitim kurumu olan Wellington Okulu’na girdi. Bir süre sonra aslında bu bursu onunla aynı okulda okuyan Jeofrey adlı bir başka çocuğun kazandığı ama okulda bazı görevler de yapmakta olan Archer’in annesi Lola’nın, evraklarda bazı değişiklikler yapıp, Jeofrey’in yerine kendi oğlunu bursu kazanmış olarak gösterdiği iddia edildi.

 

Bu yöndeki iddialar artınca, anne Lola Archer, yerel bir gazetede “okulda oğluma şiddet uyguluyorlar, bunu önleyelim” diye bir kampanya başlattı. Çok sayıda öğrenci velisi kampanyayı desteklemeye başlayınca, okul yönetimi Archer hakkında herhangi bir iddiada bulunulmasını resmi olarak yasakladı.

 

Okulu bitirdikten sonra bir süre ordu ve polis teşkilatı için küçük satın alma işleri yapan bir komisyonda çalıştı. Sonra yine bir burs kazanarak ünlü Oxford’a girmeyi ‘başardı’. Bunun üzerine Archer hakkında yeni iddialar da ortaya çıktı. Bunlara göre, aslında çok iyi bir atlet olan Archer, Oxford’un spor, daha çok vücut geliştirme dalında verdiği kısa süreli sıradan bir bursu kazanmış ama bunu dört yıllık bir eğitim bursu haline dönüştürmeyi başarmıştı. 

 

Oxford’da okurken atletizm faaliyetlerini de sürdüren Archer, 1964 yılında yeniden gündeme geldi. İngiltere’nin en büyük üniversitelerinin sporcuları arasında düzenlenen ve nehirler, ormanlar arasından kilometrelerce koşularak tamamlanan çok büyük bir yarışta birinci geldi ve kendisine madalya verildi.

 

Nedir, sonradan ortaya çıkan görgü tanıkları, Archer’in yarış parkurunda bulunan nehrin büyük bölümünü arkadaşlarının yürüttüğü bir kanoyla, ormanı ise yine arkadaşlarının sağladığı bir arazi bisikletini kullanarak geçmiş olduğunu söylediler. Bunlar doğru çıkınca Archer’ın birinciliği iptal olundu ve kendisine verilen madalya da geri alındı. 

 

Archer, tarih ve İngiliz edebiyatı eğitimi aldığı Oxford’u bitirdikten sonra, “yardım” işlerine merak sardı. Yoksul öğrenciler, zor durumda kalmış emekliler, kilise ve evsizler için hemen her fırsatta yardım kampanyaları düzenledi ve bir anda tanınmış biri haline geldi.

 

Archer 1966’da Oxford’a bağlı Saint Anne’s Koleji’nde kimya öğretmenliği yapan Mary ile tanıştı ve evlendi. Tuhaf bir şekilde Mary de aynı Archer gibi birçok ‘kuşkulu burs’ kazanmış ve kadın dernekleri için düzenlediği yardım kampanyalarında rastlanan bazı “gelir-gider açıkları” nedeniyle soruşturmaya uğramıştı. 

 

Archer aynı dönemde etkin siyaset hayatına da başladı. Londra Belediyesi Şehir Meclisi’ne üye seçildi. 4 Aralık 1969’da da Muhafazakar Parti’den Louth bölgesi milletvekili oldu. 

Yıldızı yeniden parlamaya başlayan Archer, İngiltere Kraliçesi’nin bir doğum gününde, Muhafazakar Parti Başkanı olan Margareth Thatcher’in önerisiyle ve ‘miras olarak bırakamaması’ kaydıyla, ‘Weston-Super-Mare Baronu’ adıyla soyluluk unvanı aldı. 

 

Milletvekili olmasından bir süre önce Archer’ın  ‘Archer Enterprises’ diye bir yatırım şirketi kurmuş olduğu, küçük tasarruf sahiplerinden ‘hatırı sayılır miktarda’ para topladığı da sonradan ortaya çıktı. 

 

Yasama görevine başlayan Archer, kısa sürede İngiliz İşçi Partisi’nin boy hedefi haline geldi. Şüpheli geçmişi ve siyaseti henüz bilmemesi nedeniyle, tecrübeli İşçi Partisi milletvekilleri tarafından ağır biçimde yıpratıldı.

 

İngiltere’de özellikle genç nüfus kesiminde işsizlik oranının çok büyük boyutlara çıkması üzerine,”aslında işsizlik yok, bizim gençler çalışmaya nazlanıyorlar” diye konuştu ve İşçi Partisi’nin de kışkırtmasıyla bir anda “istenmeyen adam” oldu. Sokağa çıktığında yumurta yağmuruna tutuldu. Evinin pencereleri taşlandı.

 

Eşcinsellerin evlilik ve miras gibi medeni hukuk kaynaklı haklarını düzenlemeyi amaçlayan yasa teklifinin görüşülmesi sırasında, “karşılıklı rıza ile olması koşuluyla eşcinsel ilişki kurabilme yaşının on sekizden on beşe indirilmesini” önerince bir başka kıyamet daha koptu. “Eşcinselliği teşvik”le suçlandı. 

 

Muhafazakar Parti Genel Başkanı Margareth Thatcher 4 Mayıs 1979’da Başbakan olunca, Archer’ın siyasi yükselişi de yeniden başladı. Partisinin genel başkan yardımcılığına getirildi ve “Demir Leydi”nin resmen sağ kolu oldu. By this time the Archers were living in a large five-bedroom house in The Boltons, an exclusive street in South Kensington . Thatcher ile çok yakın bir ilişki içinde olan Archer, birçok romanında Thatcher’i hem de gerçek adıyla bir roman kahramanı olarak yazdı.

 

Nedir, Archer’ın yükselişi 24 Ekim 1986’da çok ciddi bir engelle karşılaştı. Hayfair’de Shepherd Market adlı yeri işleten Hint asıllı Aziz Kurtha adlı bir kişi, Archer’ı Monica Coghlan adlı bir ‘fahişe’ ile para karşılığı sevişirken gördüğünü söyleyip, polise ihbarda bulundu. Kurtha’nın anlattıklarına göre Archer Monica’ya ellişer sterlinlik banknotlar vermişti.

 

Archer hakkında “para karşılığı fuhuş yaptırmak” ve “fuhşa teşvik” suçlamalarıyla kamu davası açıldı. Archer bu suçlamaları reddetti. O gece orada bulunmadığını, evde eşinin yanında olduğunu ve arkadaşı Ted Francis’in de o gece boyunca evlerinde kaldığını söyledi.  Eşi Mary ile arkadaşı Ted de bu ifadeyi doğruladılar ve Archer serbest bırakıldı.

 

Suçlamalardan kurtulan Archer, bu iddiayı ortaya atan bulvar gazetesi Daily Star hakkında tam beş yüz bin sterlinlik bir dava açtı ve davayı kazanıp, bu tazminatı aldı. Bununla da yetinmedi ve Söke Söke ya da öteki adıyla Ne Bir Peni Eksik, Ne bir Peni Fazla adlı romanında da tüm bunları yazdı.

 

Bir süre sonra bu kez 1999 yılında News of The World adlı haftalık bulvar gazetesi, yeni bulgularla iddiaları yeniden gündeme getirdi. Gazetenin haberine göre Archer o gece gerçekten para karşılığı Monica ile birlikte olmuş ve dava açılınca Monica’ya mahkemede yalan söylemesi ve daha sonra da İngiltere dışına gitmesi için tam iki bin sterlin vermişti. Eşi ve arkadaşı Ted Francis’i de kendi lehine yalan söylemeleri için ikna etmişti.

 

Dava yeniden açıldı. Bir süredir Majorka adalarında bulunan Monica İngiltere’ye döndü ve o gece para karşılığı Archer ile birlikte olduklarını doğruladı. Ted Francis de baskılara dayanamayarak ilk mahkemede yalan ifade verdiğini kabul etti. Sadece eşi Mary ilk ifadesinde ısrar etti ama bu da Archer’ı kurtarmaya yetmedi.

 

Jeffrey Archer, fuhuş suçunun yanı sıra, mahkemede yalan ifade vermek ve İngiliz yasalarına göre ağır bir suç olan “yalan yere yemin etmek”ten ötürü dört yıl hapis cezasına çarptırıldı. Daly Star Gazetesi de hemen bir dava açarak, daha önce ödediği beş yüz bin sterlinlik tazminatın, yasal faizleriyle birlikte Archer’dan alınmasını istedi. Mahkeme bu isteği kabul etti ve Archer Star Gazetesi’ne bir milyon üç yüz bin sterlin ödemeye mahkum edildi. Daily Star, ertesi günkü sayısında başlığa ‘Ne Bir Peni Eksik, Ne Bir Peni Fazla, Söke Söke’ diye yazdı.   

 

Archer önce Bellmarsh cezaevine girdi. Hapishanede, cinayet, banka soygunu, adam kaçırma ve tecavüz suçlarından hükümlü olarak yatmakta olan mahkumlar tarafından kötü karşılandı. Dövüldü. Tecavüz girişimlerine uğradı.

 

İfadesini değiştirerek Archer’ın hapse girmesine yol açan Monica Coghlan ise 27 Nisan 2001’de kuşkulu bir kaza sonucunda can verdi. Gece yarısı çalıştığı bardan çıkıp, yakınlardaki evine doğru yürümekte olan Monica’ya, uyuşturucu satmak ve kullanmaktan sabıkası bulunan Gary Day adlı bir kişi, kullanmakta olduğu çalıntı bir arabayla çarptı. Bir gece hastanede koma halinde kalan Monica sabaha karşı öldü. 

 

Hapisten çıktıktan sonra yazmaya ve ‘yardım faaliyetlerine’ devam eden Archer’ın başı bu kez kısa bir süre sonra Kürtlerle belaya girdi. “Kürt toplumuna yardım için” bir konser düzenleyen ve bu konserde Sting, Gloria Estefan, Rod Stewart ve Paul Simon gibi ünlü sanatçıların yer alacağını söyleyerek bilet satan Archer, konseri gerçekleştiremedi. Ortada büyük paralar olduğunu gören İngiltere Polis teşkilatı Scotland Yard işe el koydu. Hesapların incelenmesi sırasında Archer’ın ‘Limon Kürt’ ve ‘Fasulye Kürt’ gibi isimler kullandığı görüldü. 

 

Archer, Scotland Yard dedektiflerine bu isimlerin ne anlama geldiğini açıklarken, “İyi Kürtler ve kötü Kürtler” tanımlaması yapmış olduğunu söyledi ve “Irak'ta Saddam'a karşı savaşan Kürtler iyi, Türk dostlarımıza karşı savaşan Kürtler ise kötü Kürtler” diye konuştu.

 

Ünlü Hollandalı ressam Van Gogh’un kendi kulağını kestikten sonra yapmış olduğu ve kendisini sarılı bir kulakla gösterdiği iki tabloyu temel aldığı Sahtekar adlı romanı çok tartışılan Archer’ın, bu romanındaki 11 Eylül saldırısında yıkılan İkiz Kuleler hakkındaki sözleri de kuşkuyla karşılandı. Daha resmi raporlar bile tam olarak açıklanmamışken, Archer’ın kulelerin yıkılma anını nasıl bu kadar kesin olarak doğru ve ayrıntılı olarak bilebildiği merak konusu oldu.

 

Aynı şekilde, bir romanında o sıralarda henüz Sovyetler Birliği Başkanı olmamış bulunan Mihail Gorbaçov’u ‘Devlet Başkanı’ olarak yazmış olmasının sırrı da anlaşılamadı. 

 

Başkan’a Söyleyecek miyiz? Kane ve Abel, Hapishane Günlükleri, Söke Söke, Eşitler Arasında Birinci, Kuş Uçuşu, Hırsızların Onuru, Dördüncü Güç, On Birinci Emir, Son Hüküm, Zirvede Savaşanlar gibi kitaplarıyla dünya çapında bir üne sahip olan Jeffrey Archer, son kitabında Yehuda’nın aslında bir hain değil, İsa’ya yardım etmeye çalışan bir Havari olduğunu iddia ederek, Hıristiyan toplumunda yeni bir tartışma daha yarattı. 

 

Unutmadan, Van Gogh hangi kulağını kesmişti sizce?..

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *