Devrim Gürkan

Devrim Gürkan


Soğuk Savaş Avrupa kıtasına dönerken

Soğuk Savaş Avrupa kıtasına dönerken

“NATO Müttefiklerinin Devlet ve Hükümet Başkanları olarak bizler, güvenliğimiz ve uluslararası barış ve istikrar için kritik bir zamanda Madrid'de bir araya geldik" cümlesiyle başlayan NATO’nun yeni stratejik yaklaşımı, İttifakı’nın duruşunda ciddi değişimlerin işaretlerini veriyor. Avrupa’da yankısını iyice arttıran Ukrayna’daki Savaş, NATO’yu adeta “fabrika ayarlarına döndürüyor.   

Soğuk Savaş’ın ürünü olan NATO, yeni Soğuk Savaş dönemine yine Avrupa-Atlantik bölgesinin toplu savunması yaklaşımıyla hazırlanıyor. Hint-Pasifik, Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Sahel bölgelerine yönelik büyük bir açılımın da sinyallerini vererek üstelik.  

Türkiye; “Erdoğan kazandı mı, kaybetti mi, zafer mi hezimet mi” diye tartışadursun, İttifakın 2030 yılına kadarki amacını tanımlayan yeni strateji belgesi, birçok boyutuyla incelenmek zorunda.  

Neler Değişti? 

NATO’nun son stratejik belgesi 2010 yılında Lizbon’da açıklanmıştı.  

Lizbon Konsepti; 'Avrupa-Atlantik bölgesinin barış içinde yaşadığı ve NATO topraklarına karşı konvansiyonel bir saldırı tehdidinin düşük olduğu' tespitiyle hazırlanmış bir belgeydi. Madrid’deki vurgu ise tamamen zıt. Şöyle deniliyor: “Savaş Avrupa kıtasına dönüyor ve NATO müttefiklerinin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne karşı bir saldırı olasılığını göz ardı edilemez.”  

Lizbon Konsepti; “NATO ile Rusya arasında gerçek bir stratejik ortaklık oluşturma” arzusunu dile getiriyordu. Şimdiyse Rusya “Müttefiklerin güvenliğine ve Avrupa-Atlantik bölgesinde barış ve istikrara yönelik en önemli ve doğrudan tehdit” olarak tanımlanıyor. 

2010’da tek bir satır bile ayrılmayan Çin, artık, Avrupa-Atlantik güvenliğine yönelik “sistemli bir meydan okuma” olarak görülüyor ve tam 11 kez anılıyor. Rusya ile Çin arasındaki ilişki, İttifak'ı da tehdit etmesi muhtemel 'derinleşen bir stratejik ortaklık' olarak değerlendiriliyor. NATO’nun Hint-Pasifik bölgesinin “Avrupa-Atlantik güvenliğini doğrudan etkileyebileceğini” belirtmesi, Çin kuşatmasının bir başka işareti.  

Yeni stratejide toplu savunma anlayışı yerini “savunma ve caydırıcılık” vurgusuna bırakırken, kriz yönetimi anlayışı da “kriz önleme ve yönetimi” çerçevesine dönüşmüş durumda. Bu yeni eklenen “caydırıcılık” ve “önleme” stratejileri, NATO’nun operasyonel yetenek ve planlarını topyekûn revize edeceği anlamına geliyor.  

Strateji belgesinin sisler ardına gizlediği bir diğer vurgu çok ama çok önemli. 

Belgenin 25. maddesinde “Kuzey Atlantik Konseyi'nin (bir ülkeye yönelik tehdit ya da saldırı karşısında tüm müttefiklerin ortak askeri yanıt verebilmesine olanak tanıyan) 5. Maddeyi başlatmasına yol açabilecek" “siber ve hibrit” tehditlerden bahsediliyor. Bunu, 13. maddedeki; “Çin Halk Cumhuriyeti’nin kötü niyetli hibrit ve siber operasyonları, çatışmacı söylemleri ve yanlış bilgileri Müttefikleri hedef alıyor ve İttifak güvenliğine zarar veriyor,” vurgusuyla birlikte okuyunca, iş bayağı ciddileşiyor.  

Türkiye Ne Aldı? 

Havuz medyası Avrupa’nın “NATO şüphecisi sol basınından” alıntılar yaparak Erdoğan ve zafer zorlaması yapadursun, aslında gri alanların çokluğu dikkat çekiyor.  

İsveç ve Finlandiya’yla varılan mutabakatın bir dize getirme olmadığı ortada. Türkiye şimdiden yeni veto için hazırlıklarına başladı bile. NATO’nun ağır topları da bir sonraki pazarlıkta Türkiye ne ister, biz ne ile ikna ederiz diye hesaplamalar içinde muhakkak.  

Yeni stratejik belgede terörle mücadeleye atıflar çok net. Bu bir kazanım. Ama silahlı grupların devletler tarafından kullanılmasına karşı yapılan vurgu, Libya ve Suriye boyutuyla Türkiye için bir karın ağrısı olabilir. Türkiye, uzun zamandır yabancı paralı askerleri kullandığı gerekçesiyle NATO’da tartışmalı bir konumda.  

Belgedeki bir diğer önemli ifade de “göçü araçsallaştırmak” ifadesi. Bu da Türkiye’nin rahatça sıyrılabileceği bir başlık değil. İlk başta Belarus ve Rusya’yı kastediyormuş görüntüsü veren bu ifade, “sınırlarımızı açarız” tehdidini politik bir araç olarak kullanmayı pek seven AKP iktidarı için sorun yaratma potansiyeli yüksek bir yeni açılım. 

Yeni yaklaşımda Batı Balkanlar ve Karadeniz bölgesinin stratejik öneminin altının çizilmesi, Türkiye’yi yine ön plana çıkarıyor. Tabi Türkiye’nin (Macaristan ile beraber) Rusya’ya ittifakın içindeki en yakın ülke olarak algılanması, bu anlamda ciddi baskıların da habercisi olabilir. AB’nin Türkiye’yi Rusya ile birlikte Balkanlarda rakip olarak gördüğünü de unutmamak gerekli. Balkanlar konusundaki stratejileri derinlemesine izlemek ve etki etmek zorundayız.  

NATO’nun yeni konseptinde Çin’in yeri Türkiye için farklı boyutlarda değerlendirilebilir. Pandemi döneminde yaşanan tedarik zinciri krizinin Türkiye’yi Çin’e alternatif ülkeler arasına soktuğu düşünülürse bu önemli bir açılım olabilir. Tabi Çin Halk Cumhuriyeti’nin Türkiye’nin dünya genelinde ikinci büyük ticari ortağı olduğunu da unutmamak gerekli. “Kuşak ve Yol” girişimi ve “Trans-Hazar-Orta Koridor” projeleri, 46 milyar TL’ye ulaşan swap anlaşması ve son dönemde artan Çin yatırımları gibi konular Çin ile ilgili bu yeni yaklaşımda Türkiye’yi sıkıntıya sokabilecek başlıklar.   

 “NATO ve AB arasındaki stratejik ortaklığın geliştirilmesi için, AB üyesi olmayan müttefiklerin AB savunma çabalarına tam katılımı esastır,” şeklindeki vurgu da Türkiye’nin çok önemsediği bir başka konuydu. Yani bu da önemli bir kazanım. Somut adımları beklemek lazım tabi. Zira AB’nin (üyelik perspektifi ortaya koyan İsveç ve Finlandiya’yı bir kenara bırakırsak) NATO üyesi olmayan 4 üyesi (Avusturya, Güney Kıbrıs, İrlanda ve Malta) var. İrlanda dışındaki üç ülke Türkiye’nin AB savunma gücünde yeri olmadığını düşünüyor.  

Yeni stratejide dikkat çekici bir diğer konu deniz güvenliğine ilişkin somut bir vurgu olmayışı. Konu 23. maddede adeta geçiştirilmiş.  Bu eksiklik Türkiye ile Yunanistan (ve tabii AB) arasındaki gerilimlerin bir sonucu hiç şüphesiz. Tabi halının altına süpürülmesi, sorunun varlığını silmiyor.  

Son olarak belgedeki yoğun “kadın” vurgusuna da değinmek lazım. Bu, önceki bir yazımda etraflıca tartışmaya çalıştığım İsveç’in feminist dış politika yaklaşımının etkisi gibi görünüyor. Biz İsveç’e karşı veto kartını canlı tutmaya çalışırken, İsveç’in vizyonu şimdiden NATO’yu etkisi altına almış durumda.  

Unutmadan yeni NATO Stratejik Yaklaşımı’nın beraberinde getirdiği ciddi de bir mali yükümlülük var. Müttefikler bu son zirvede 70’ten fazla taahhütte bulundu. NATO müdahale kuvvetlerinin 40.000'den 300.000'e çıkarılması, askeri stoklar yapılması, Ukrayna’ya yardım, teknolojik yatırımlar gibi pek çok taahhüdün mali boyutunu henüz tartışan yok. Koronavirüs pandemisinin vurduğu ekonomiler, artan yaşam maliyeti ve küresel enflasyonist baskıyla uğraşan NATO müttefikleri, bu yeni konseptin maliyetini ne şekilde paylaşacak, göreceğiz.  

2010 Lizbon Stratejik Konsepti, 2014'te Rusya'nın Kırım'ı ilhak etmesinin ardından can çekişmeye başlamıştı. Ukrayna Savaşı ile son nefesini verdi ve Madrid’de toprağa gömüldü. Şimdi yeni Soğuk Savaşın stratejisi hayata geçiriliyor. Bu kritik dönemeçte özellikle dış politikada tutarlılık ve kararlılığa çok ama çok ihtiyacımız var. 

telif

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar