İstanbul
Parçalı bulutlu
10°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
42,8044 %0.17
50,1756 %-0.07
5.972,23 % 0,28
88.275,17 %0.02

Bu mesleği kimler ayaklar altına alıyor?

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Bu mesleği kimler ayaklar altına alıyor?

Türkiye’de öğretmenlik, Cumhuriyet’le birlikte toplumun en saygıdeğer mesleklerinden biri olarak kabul edildi. Ondan önce de topraklarımızda öğretmenlik, yüzyıllardır kutsal bir meslek olarak anılırdı.

 

Atatürk’ün, “Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir” sözleriyle yücelttiği bu meslek, bir zamanlar toplumun en güvenilir, en saygıdeğer konumlarından biriydi.

 

Ancak bugün, acı bir gerçekle yüzleşmek zorundayız:
Öğretmenliğin itibarını dışarıdan değil, içeriden kemiren bir çözülme yaşanıyor.

 

Evet, yanlış duymadınız.
Bu mesleği ayaklar altına alan her zaman siyasetçi, bürokrat ya da veliler değildir. Ne yazık ki bazen öğretmenlerin bir kısmı bu mesleğin onurunu kendi elleriyle zedeliyor.

 

Sınıfta değil, sosyal medyada öğretmenlik 

Son yıllarda öğretmen kimliği, sosyal medyada beğeni toplamakla ölçülür hale geldi.
Ders anlatmaktan çok, “trend” olmak için içerik üreten, öğrenciyle kurduğu özel bağı teşhir eden, okulun mahremiyetini hiçe sayan paylaşımlar…
Oysa öğretmen, topluma örnek olmalı; şovmen değil, rehber olmalıydı.

 

Ölü Ozanlar Derneği filmindeki unutulmaz öğretmen John Keating, sosyal medyada değil; sınıfta “Carpe Diem” diyerek gençlerin ruhuna dokunuyordu — anı yakala, günü yaşa.
Welton Akademisi’nin geleneksel kalıplarına sıkışmış öğrencileri, o öğretmen sayesinde ilk kez kendi seslerini duydular.

 

Çok uzaklara gitmeye gerek yok.

Bir zamanlar Afet Öğretmen vardı.

Hayat Bilgisi dizisindeki Afet Hoca, öğrencilerinin hayatına gerçekten dokunan, onların hatalarına tepkiyle değil bilgelikle yaklaşan bir öğretmendi.

Ne bir kahramandı ne de bir şovmen.

Ama öğrencileri onu dinlerdi çünkü samimiydi, tutarlıydı, inançlıydı.

 

Bugün o samimiyetin yerini gösteriş alıyor; öğretmenlik, bazen “beğeni sayısına” indirgeniyor. Belki bir yöneticinin belki velilerin belki hepsinin ekranlarının...

 

Bugünün bazı öğretmenleri sınıfın duvarları arasında değil; ekran başında var olmaya çalışıyor. Tebeşir tozunun, beyaz tahtaların, akıllı tahtaların yerini filtreli videolar alınca mesleğin ağırlığı da doğal olarak hafifliyor.

 

“Nasılsa kimse çalışmıyor” anlayışı 

Bir başka tehlike, mesleği görevden öte bir “idare etme” alanına dönüştüren rehavet.
Kimi öğretmenler, “Zaten sistem bozuk” diyerek çabalamayı bırakıyor.
Kendini yenilemeyen, kitap yüzü açmayan, öğrencisini tanımadan ders anlatan bir öğretmen profili yaygınlaşıyor.

 

Afet Öğretmen’i hatırlayalım…
O, öğrencilerini ezberle değil; hayatla tanıştırırdı.
Sistemin içinde sıkışmak yerine, o sistemi insana göre esnetmeyi bilirdi. Üstelik o sistemi mazeret bilenlere güzel bir cevabı vardı:

 

“Ülkede beğenmediğiniz, yolunda gitmeyen bir şey varsa mücadele edin. Neden okuyorsunuz siz?”


Belki de bugün eksik olan tam olarak bu: Görev bilincinin ötesine geçen insana dokunan bir öğretmen anlayışı.

 

Elbette bu, tüm öğretmenler için geçerli değil. Fakat az sayıda da olsa bu umursamazlık, toplumun gözünde koca bir meslek grubunun emeğini gölgeliyor. Peki o zaman Afet Öğretmen gibi, kendimize soralım: Neden okuduk biz?

 

Meslek bilinci mi, memur zihniyeti mi? 

Öğretmenlik, bir “maaş karşılığı iş” değil; bir “vicdan mesleği”dir.
Ama bugün bazen, sabah sekizde gelip üçte çıkmayı yeterli gören bir anlayışla karşılaşıyoruz. (Bunun yanında özel sektörde beş, beş buçuk yoksa altı mı demeliydi? Altı buçuk da anlaşalım.)


Öğretmen, sınıf kapısından içeri girdiğinde devlettir, toplumdur, vicdandır.

 

Afet Öğretmen, öğrencilerinin sadece öğretmeni değil; yol arkadaşıydı.
Onları hayatın içinde hazırladı, her biriyle ayrı ilgilendi.
Bugün o içtenlikten uzaklaştıkça mesleğimizin saygınlığı da bizden uzaklaşıyor.

 

Bu bilinci yitirdiğimiz an, sadece mesleğimizin değil; ülkenin ilmek ilmek işlenecek geleceğinin de ipini çözüyoruz.

 

Bir aynaya bakma zamanı 

Öğretmenlerin itibarsızlaşmasında elbette ekonomik sıkıntıların, politikaların, atanma sorunlarının payı var.

Ancak tüm bunlar, mesleki sorumluluğu unutmamıza bahanesi olamaz.

 

Eğer biz öğretmenler, birbirimizin emeğine saygı duymayı, kendimizi sürekli geliştirmeyi, öğrenciyi merkeze almayı bırakırsak, o zaman gerçekten bu mesleği kim ayaklar altına alıyor sorusunun cevabı çok acı olur:
Biz.

 

Cumhuriyet’in öğretmenleri bir zamanlar karanlığa karşı ışık yakardı.
Bugün o ışığı yeniden parlatmanın yolu, önce kendi vicdanımıza dönmekten geçiyor.

 

Afet Öğretmen’in bize hatırlattığı gibi; öğretmenlik, insanı hayata kazandırma sorumluluğudur.
O samimiyet ve adanmışlık duygusu yeniden kazanıldığında, geleceğin o görkemli kilimleri bir kez daha ilmek ilmek dokunacaktır.

 

Öğretmenlik, hak ettiği saygıyı ancak öğretmenlerin kendi tutumuyla yeniden kazanabilir.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *