İstanbul
Açık
15°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
42,5320 %0.06
49,6229 %0.05
5.774,35 % 0,37
91.994,98 %-1.433
Ara

KKTC seçimleri: İrade, çözüm ve temsil arayışı

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
KKTC seçimleri: İrade, çözüm ve temsil arayışı

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti 19 Ekim’de sandık başına gidiyor. Bu seçim yalnızca yeni cumhurbaşkanının kim olacağını değil, aynı zamanda Kıbrıs Türk halkının geleceğe dair iradesini, çözüm vizyonunu ve dünyada nasıl temsil edileceğini de belirleyecek.

Geçen hafta bir grup gazeteciyle birlikte adadaydım. Cumhurbaşkanı adaylarıyla, parti başkanlarıyla, önde gelen siyasetçilerle ve farklı toplumsal kesimlerden insanlarla temaslarda bulunduk, mülakatlar yaptık. Bu görüşmeler, seçim atmosferinin yalnızca liderlerin demeçlerinden ibaret olmadığını; sokaktaki yurttaşın gündeminde hayat pahalılığı, adalet arayışı ve irade tartışmalarının ağır bastığını açıkça ortaya koydu.

İki Yol: Tatar ve Erhürman

Seçim yarışının merkezinde iki güçlü isim var: mevcut Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ve Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) lideri Tufan Erhürman. İki liderin söylemleri, yalnızca farklı siyaset anlayışlarını değil, aynı zamanda Kıbrıs Türk halkının geleceğe dair iki ayrı yol haritasını temsil ediyor.

Ersin Tatar: “İki egemen devlet olmazsa güvenlik yok”

Tatar’ın çizgisi, 2020 seçimlerinden bu yana net: federasyon seçeneğine kapıyı kapatmak ve “iki devletli çözüm” tezini Türkiye ile tam uyum içinde savunmak. Ona göre federasyon, Kıbrıs Türklerini geçmişteki maceralara geri götürür, Türk askerinin adadan çekilmesini ve garantörlüğün zayıflamasını beraberinde getirir. Bu yüzden sürekli şu tezi dile getiriyor: “Geleceğimiz ancak iki egemen devletle güvence altına alınabilir.”

Tatar’ın argümanları sadece güvenlik eksenli değil. Güney Kıbrıs’ın İsrail, ABD ve Fransa ile kurduğu askeri ilişkileri, radar ve füze sistemlerini “ada için açık tehdit” olarak niteliyor. Bu bağlamda Tatar, Kıbrıs’ın bir turizm cennetinden çok “füze tarlasına” dönüşme riskiyle karşı karşıya olduğunu öne sürüyor. Ona göre tek çözüm, Kıbrıs Türklerinin kendi devletlerini daha da sağlamlaştırmaları ve Türkiye’nin stratejik desteğini her alanda artırmaları.

Tatar’ın bir diğer iddiası da, “federasyon” söyleminin artık uluslararası toplumda inandırıcılığını yitirmiş olduğu. Ona göre Rum tarafı hiçbir zaman Kıbrıslı Türklerle gerçek anlamda siyasi eşitliği kabul etmeyecek. Dolayısıyla “federasyon” arayışları sadece zaman kaybı. Bu nedenle Tatar, federasyon arayışlarını “bitmiş bir hayal” olarak görüyor ve esas hedefin dünyaya KKTC’nin varlığını kabul ettirmek olduğunu söylüyor.

Tufan Erhürman: “Beş yıl kaybettik, şimdi masaya dönmeliyiz”

Tufan Erhürman ise bambaşka bir yerden konuşuyor. Ona göre Tatar’ın dönemi, “boşa geçen beş yıl” oldu. Cumhurbaşkanlığı makamı, Kıbrıs Türk halkını görünür kılması gerekirken tam tersine görünmez hale getirdi. “Cumhurbaşkanlığı bu beş yılda Kıbrıslı Türkleri görünmez hale getirdi” ifadesi, Erhürman’ın Tatar yönetimine dair en sert eleştirisi.

Erhürman’ın önceliği, uluslararası alanda kaybedilen zemini geri kazanmak. Bunun yolu da müzakere masasına dönmekten geçiyor. Ancak bu kez açık bir çerçeveyle. Erhürman yeni bir süreç için dört temel şart koşuyor:

 1.         Siyasi eşitliğin pazarlık konusu yapılmaması – Kıbrıs Türklerinin eşit kurucu halk olduğu tartışmaya açılmamalı.

 2.         Takvimli görüşmeler – Sonsuza kadar sürecek müzakereler değil, belirlenmiş bir süre içinde ilerleme sağlayacak görüşmeler yapılmalı.

 3.         Sonuç odaklılık – Müzakereler sadece müzakere etmek için değil, çözüm üretmek için yürütülmeli.

 4.         Statükoya geri dönüşün engellenmesi – Görüşmeler başarısız olursa eskiye dönülmemeli, alternatif yollar devreye girmeli.

Erhürman’ın vizyonunda federasyon hâlâ masada. Ancak bu federasyon, geçmişteki gibi belirsiz değil; sonuç doğuracak mekanizmalarla desteklenmiş, siyasi eşitliği garanti eden bir model. Ona göre Kıbrıs Türkleri, uluslararası hukuk içinde görünür ve meşru hale gelmedikçe günlük yaşamın sorunları da çözülemeyecek.

İki yolun farkı

Tatar ile Erhürman arasındaki fark, aslında Kıbrıs Türk toplumunun iki temel kaygısına dayanıyor: güvenlik ve meşruiyet.

 •          Tatar güvenliği öne çıkarıyor. Türkiye’nin askeri ve siyasi desteği olmadan Kıbrıs Türklerinin varlığını sürdüremeyeceğini düşünüyor. İki devletli çözüm, onun gözünde yalnızca bir siyasi model değil, varoluşun teminatı.

 •          Erhürman ise meşruiyeti öne çıkarıyor. Dünya ile bağ kurmadan, Kıbrıs Türklerinin görünürlüğü sağlanmadan hiçbir çözümün kalıcı olmayacağına inanıyor. Federasyon onun için yalnızca bir ideal değil; uluslararası toplumun kabul edebileceği en gerçekçi yol.

Bir başka deyişle Tatar, “önce güvenlik, sonra tanınma” diyor; Erhürman ise “önce görünürlük ve eşitlik, sonra kalıcı güvenlik” çizgisinde.

Kudret Özersay: “Seçimden çok daha derin bir sorun var”

Halkın Partisi’nin lideri Kudret Özersay, bu seçimde aday çıkarmamayı tercih etti. Ancak aday olmaması, sesinin duyulmadığı anlamına gelmiyor. Tam tersine, onun değerlendirmeleri seçim atmosferini şekillendiren temel unsurlardan biri haline geldi. Özersay, meseleyi yalnızca cumhurbaşkanlığı koltuğu üzerinden değil, devletin bütün yapısı üzerinden okuyor.

Özersay’a göre, Kıbrıs Türklerinin karşı karşıya olduğu en büyük sorun çözüm modeli tartışmaları değil, devletin içten içe çürüyen yapısı. Sahte diploma skandalı, yolsuzluk iddiaları, rüşvet söylentileri ve kayırmacılık kültürü, yalnızca siyasete değil toplumsal hayata da gölge düşürüyor. Bu durum halkın devlete olan güvenini erozyona uğratıyor. Onun ifadesiyle, “Cumhurbaşkanlığı bu düzeni değiştirmeye yetmez.”

Özersay’ın bu vurgusu, aslında seçimlerin çerçevesini de değiştiriyor. Liderler çözüm modelleri üzerine tartışırken, Özersay sorunun merkezine iyi yönetişim ve adalet ihtiyacını koyuyor. Ona göre halk artık “hangi çözüm modeli?” sorusundan çok, “nasıl bir devlet?” sorusunu soruyor.

Türkiye’nin müdahaleleri ve irade tartışması

Özersay’ın en çok dikkat çeken eleştirilerinden biri ise Türkiye’nin Kıbrıs’taki seçimlere ve hükümet kurma süreçlerine doğrudan müdahalesi. 2020 seçimlerinde yaşananları ve ardından hükümetin nasıl şekillendirildiğini örnek vererek, bu müdahalelerin halk arasında kalıcı bir algı yarattığını söylüyor: “Nasıl olsa Ankara belirler.”

Bu algı, yalnızca siyasi rekabeti gölgelemedi; aynı zamanda seçmen davranışını da etkiledi. Görüştüğümüz adayların ve parti yetkililerinin de altını çizdiği gibi, bu algı sandığa katılım oranlarını düşürüyor, yurttaşlarda umutsuzluk yaratıyor. Özersay, bu nedenle seçim atmosferinde en çok tartışılan figürlerden biri olmaya devam ediyor.

Seçimlere mesafe

Özersay’ın bu tespitleri, neden aday olmadığını da açıklıyor. Ona göre cumhurbaşkanlığı makamı, yetki sınırları nedeniyle sistemin çürümesine çözüm üretemez. Bu yüzden adaylık yerine toplumsal mücadele ve siyasal farkındalık yaratmayı tercih ediyor. “Toplumun adalet ve güven ihtiyacını karşılamadan hangi çözüm modelini tartışırsak tartışalım, sonuç değişmez” sözleri, bu yaklaşımın özeti niteliğinde.

Ada sokaklarında yaptığımız görüşmelerde de Özersay’ın bu yaklaşımına sık sık atıf yapıldı. Birçok yurttaş için yolsuzluk, liyakat eksikliği ve sahte diplomalar, Kıbrıs sorununun karmaşık başlıklarından bile daha somut ve acil sorunlar. Halkın önemli bir kesimi, “Önce evin içini toparlayalım” diyerek Özersay’ın tezine yakınlaşıyor.

Serdar Denktaş: “Beş yıl görüşme yapılmadı”

Serdar Denktaş, kısa süre önce kurulan Tam Parti’nin kurucu başkanıydı, bugün ise yalnızca üyesi. Seçim sürecinde partisinin resmi bir tavrı bulunmuyor; ancak Denktaş bireysel olarak Tufan Erhürman’a desteğini açıkça ilan etmiş durumda. Onun yaklaşımı, yalnızca aday tercihinden ibaret değil; toplumun yönünü belirleyecek derin bir muhasebeyi de içinde barındırıyor.

Kıbrıs sorunu ikincil, gündem hayat pahalılığı - Denktaş’a göre halkın gündeminde Kıbrıs sorunu değil, günlük yaşamın ağır sorunları var: hayat pahalılığı, sahte diploma skandalları, yolsuzluklar, kayıt dışı ekonomi. “Halkın önceliği çözüm mü, federasyon mu, iki devlet mi sorusu değil; mutfaktaki yangın” diyerek bu tabloyu özetliyor.

Adaylarla ve vatandaşlarla yaptığımız temaslarda da bu gözlemi sık sık duyduk. Birçok yurttaş, çözüm tartışmalarını “siyasetin yukarıda yürüttüğü bir oyun” olarak nitelendirirken, Denktaş bu hissiyatı doğrudan dile getiriyor: “Seçimin gündemine Kıbrıs sorununu taşımak, toplumsal gerçekleri perdelemektir.”

İrade krizi: “Bu seçim bir kırılma noktasıdır” - Denktaş’ın en güçlü vurgusu, irade kaybı üzerine. Son beş yılda KKTC’nin Ankara’ya bağımlılığının derinleştiğini, siyasi kararların toplum iradesinden çok Türkiye’nin tercihleriyle şekillendiğini söylüyor. 2020 seçimlerinde yaşanan müdahaleler ve basın üzerindeki baskılar, onun için bu tabloyu kanıtlayan başlıca örnekler.

“Bu seçim bir kırılma noktasıdır” ifadesiyle, halkın kendi iradesine yeniden sahip çıkmasının zorunlu olduğunu anlatıyor. Ona göre sandığa gidip oy vermek, yalnızca yeni bir lider seçmek değil, aynı zamanda “Kıbrıslı Türklerin kendi varlıklarını yeniden teyit etmesi” anlamına geliyor.

Temsil kaygısı: “Utanmayacağım bir cumhurbaşkanı” - Denktaş’ın bireysel olarak Erhürman’a desteği, çözüm modellerinden çok temsil meselesi ile ilgili. “Onu izlerken utanmayacağım bir temsilci olur” sözleri, bu bakış açısını kristalize ediyor. Kıbrıslı Türklerin uluslararası alanda nasıl göründüğü, onun için müzakere masasında hangi modelin tartışıldığından daha önemli.

Bu kaygı, yalnızca diplomatik düzeyde değil, toplumun kendine güveni açısından da belirleyici. Denktaş’a göre Kıbrıslı Türkler, kendi sesini duyurabilecek, kendi kimliğiyle var olabilecek bir cumhurbaşkanı istiyor.

Gelecek nesiller için - Denktaş ayrıca çözüm tartışmalarına mesafeli yaklaşarak, bunu gelecek nesillerin şekillendireceği bir mesele olarak görüyor. Ona göre bugünün önceliği, toplumsal yapıyı korumak, gençlerin ülkede kalabileceği bir düzen kurmak ve iradeyi yeniden kazanmak. “Kıbrıs sorununun çözümü bir gün mutlaka gündeme gelir” diyor, “ama biz önce kendi evimizi toparlamalıyız.”

Ada sokaklarında yaptığımız sohbetlerde de Denktaş’ın söylemlerine kulak veren geniş bir kesim var. Özellikle orta yaşlı seçmenler, onun “irade ve temsil” vurgusuna güçlü bir şekilde katılıyor. Kimileri için Denktaş hâlâ “Denktaş soyadının mirasını” taşıyan bir figür; kimileri içinse mevcut siyasetin dışında kalmış, daha serbest konuşabilen bir ses.

Türkiye faktörü: Kaçınılmaz belirleyici

Adaylarla, parti yöneticileriyle ve halkın farklı kesimleriyle yaptığımız görüşmelerin ortak noktası, Türkiye’nin seçimler üzerindeki belirleyici rolü oldu. Hiç kimse bu gerçeği inkâr etmiyor; asıl fark, bu rolün nasıl tanımlandığı ve ne şekilde yönetilmesi gerektiği konusunda ortaya çıkıyor.

Ankara ile tam uyum - Cumhurbaşkanı Ersin Tatar için Türkiye ile uyum, sadece bir dış politika tercihi değil, aynı zamanda siyasi varlığının temel dayanağı. Ankara’dan gelen açık destek, onun “iki devletli çözüm” tezini güçlendiriyor. Tatar, “Türkiye’siz güvenlik olmaz” diyerek garantörlüğün ve Türk askerinin adadaki varlığının hayati olduğunu her fırsatta vurguluyor. Onun çizgisi, Türkiye’nin dış politikasıyla bire bir örtüşüyor. Bu da Tatar’ı, hem Ankara’nın gözünde güvenilir bir ortak hem de eleştirmenlerin gözünde “Türkiye’nin adadaki temsilcisi” konumuna getiriyor.

“Diklenmeden dik durmak”- Tufan Erhürman ise Türkiye ile ilişkilerde daha dengeli bir yaklaşımı savunuyor. “Diklenmeden dik durmak” sözleri, onun çizgisini özetliyor. Yani Ankara ile kavga etmeyen, köprüleri atmayan; ama aynı zamanda toplumun iradesini ve bağımsız görüşlerini savunan bir duruş. Erhürman’ın vizyonu, Türkiye ile karşılıklı saygıya dayalı bir işbirliği kurmak. Bu yaklaşım, özellikle genç seçmenler ve sivil toplum çevrelerinde “gerilimsiz ama bağımsız” bir alternatif olarak görülüyor.

En sert eleştiriler Özersay’dan - Kudret Özersay, Türkiye’nin Kıbrıs’taki seçimlere ve hükümet süreçlerine doğrudan müdahalelerini en sert dille eleştiren isim. 2020 seçimlerinde yaşanan müdahaleleri ve hükümet kurma aşamalarındaki baskıları örnek gösteriyor. Ona göre bu tür adımlar, yalnızca siyasi rekabeti gölgelemekle kalmıyor, halk arasında “nasıl olsa Ankara belirler” algısını pekiştiriyor. Bu algı ise seçmen davranışını doğrudan etkiliyor; sandığa katılımı düşürüyor, yurttaşlarda umutsuzluk yaratıyor. Özersay’ın bu çıkışı, özellikle bağımsızlık ve irade vurgusu yapan kesimlerde yankı buluyor.

İstişare ve saygı - Serdar Denktaş ise Türkiye ile ilişkileri “zorunlu bir gerçeklik” olarak görüyor. Ancak onun yaklaşımı, Tatar’ınki gibi tam uyum ya da Özersay’ınki gibi sert eleştiri değil. Denktaş, istişare ve karşılıklı saygıyı öne çıkarıyor. Ona göre Ankara’yla ilişki, talimat alma biçiminde değil; gerekçelerin ortaya konduğu, müzakere edilen ve eşit saygı temelinde yürütülmesi gereken bir süreç. “Türkiye bizim gerçeğimizdir, ama bu gerçekliği onurlu bir zeminde yönetmek zorundayız” diyerek orta yolu işaret ediyor.

Ada sokaklarında yaptığımız sohbetlerde de Türkiye faktörünün gölgesini açıkça hissettik. Bir kısım yurttaş için Türkiye’nin desteği, güvenlik ve ayakta kalma garantisi. Diğerleri içinse siyasi iradenin erozyonuna, özgüven kaybına ve seçimlerin meşruiyetine yönelik bir tehdit. Bu bölünmüş algı, seçim sandığının da en kritik belirleyicilerinden biri olacak.

Güvenlik ve bölgesel dengeler

Ada gündeminde yalnızca iç siyaset değil, bölgesel güvenlik de önemli bir yer tutuyor. Güney Kıbrıs’ın son yıllarda İsrail, ABD ve Fransa ile yaptığı güvenlik anlaşmaları, radar sistemleri ve füze savunma yatırımları, adaylarla yaptığımız görüşmelerde sık sık gündeme geldi.

Ersin Tatar, bu iş birliklerini doğrudan bir tehdit olarak değerlendiriyor. Ona göre Rum tarafı, adayı “bir turizm cenneti” olmaktan çıkarıp “bir füze tarlasına” dönüştürüyor. Tatar, İsrail’le kurulan askeri ortaklıkları, Amerikan üslerinin varlığını ve Fransız donanmasının Doğu Akdeniz’deki faaliyetlerini “Kıbrıs Türklerini hedefe koyan” gelişmeler olarak görüyor. Bu tabloya karşı tek güvencenin, Türkiye’nin askeri varlığı ve garantörlük sistemi olduğunu savunuyor.
Tufan Erhürman, meseleye farklı bir noktadan yaklaşıyor. Ona göre asıl sorun, Kıbrıslı Türklerin bu süreçlerin dışında bırakılması. Rum tarafı uluslararası aktörlerle iş birliği yaparken, Kıbrıs Türklerinin masada olmaması iradelerinin yok sayılması anlamına geliyor. Erhürman’ın bakışında mesele sadece güvenlik değil; görünürlük ve meşruiyet sorunu. “Biz masada yokken yapılan her anlaşma, bizim üzerimizden alınmış bir karardır” diyerek vurguyu uluslararası hukuk ve temsil eksenli yapıyor.
Serdar Denktaş ise daha pragmatik bir değerlendirme sunuyor. Ona göre Rum tarafının güvenlik politikaları elbette tehlikeli, ama asıl sorun Kıbrıs Türk tarafının bu gelişmeleri yalnızca miting meydanlarında dile getirmesi. “Meydanlarda söylemek yetmez, bu mesele BM’de gündeme taşınmalıydı” diyerek eleştirisini ortaya koyuyor. Yani Denktaş için sorun sadece Rumların askeri adımları değil, Kıbrıs Türk tarafının diplomasi masasında bu konulara ağırlık verememesi.

Bütün bu tablo, Kıbrıs’ın yalnızca iki toplumun iç sorunu olmadığını, aynı zamanda Doğu Akdeniz’deki jeopolitik satranç tahtasının önemli bir parçası olduğunu gösteriyor.

Halkın gerçek gündemi

Adayların konuştuğu büyük başlıklar ne olursa olsun, ada sokaklarında bambaşka bir hava var. Kahvehanelerde, üniversite kampüslerinde, geçiş kapılarında ya da çarşı pazarda sohbet ettiğimiz yurttaşların gündemi çok daha somut.

Geçim sıkıntısı ve hayat pahalılığı, herkesin ortak şikâyeti. Türk lirasının değer kaybı, Euro karşısında alım gücünü iyice düşürmüş durumda. Elektrikten kiralara, akaryakıttan temel gıdaya kadar her kalemde zamlar, halkın günlük yaşamını ağırlaştırıyor. Birçok kişi artık çözüm tartışmalarından çok “ay sonunu getirebilmenin” derdinde.
Adalet arayışı, özellikle son yıllarda patlak veren sahte diploma skandallarıyla birlikte daha da görünür hale geldi. Yurttaşlar, liyakatın kaybolduğunu, adaletin işleyişinin siyasallaştığını düşünüyor. Bu da “devletin çürümesi” söyleminin halkta karşılık bulmasına neden oluyor.
Kimlik ve vatandaşlık sorunları da öne çıkan başlıklardan. Özellikle karma evliliklerden doğan çocukların vatandaşlık hakkı elde edememesi, hem insani hem hukuki bir mesele olarak sık sık dile getiriliyor. Birçok aile, çocuklarının “kimliksiz” kalmasından dolayı derin bir mağduriyet yaşıyor.

Kısacası adayların gündemleri ile halkın gerçek öncelikleri arasında ciddi bir açı farkı var. Siyasetçiler “çözüm modeli” tartışırken, halk mutfaktaki yangına, çocuklarının geleceğine ve adalet ihtiyacına odaklanıyor.

Sandıktaki asıl soru

19 Ekim seçimleri, yüzeyde bir cumhurbaşkanlığı yarışı gibi görünse de özünde çok daha büyük bir sınav niteliği taşıyor. Sandıktan çıkacak sonuç, Kıbrıs Türk halkının geleceğe dair nasıl bir yol haritası istediğini gösterecek.

Ersin Tatar, Türkiye ile tam uyumlu bir çizgide, iki devletli çözümü kurumsallaştırmayı hedefliyor. Onun için bu seçim, varoluşun teminatını yeniden onaylatma fırsatı.
Tufan Erhürman, müzakere sürecini ve siyasi eşitliği yeniden masaya taşımak istiyor. Bu seçim, onun gözünde kaybolan görünürlüğü ve uluslararası meşruiyeti geri kazanma şansı.
Kudret Özersay, seçimde aday değil ama en güçlü argümanı sistemin çürümüşlüğüne işaret etmek. Onun yaklaşımında sandık, lider seçmenin ötesinde, “nasıl bir devlet istiyoruz?” sorusuna verilen yanıt niteliğinde.
Serdar Denktaş, irade ve temsil kaygısıyla bireysel tavır alıyor. Onun için bu seçim, Kıbrıslı Türklerin Ankara’ya bağımlı mı yoksa kendi iradesine dayalı mı hareket edeceğini gösterecek bir dönüm noktası.

Sonuç ne olursa olsun, 19 Ekim seçimleri yalnızca Lefkoşa’da değil; Ankara’da, Brüksel’de, Atina’da ve New York’ta da yakından izlenecek. Çünkü bu seçim, sadece kimin cumhurbaşkanı olacağını değil, Kıbrıs Türk toplumunun iradesine ne ölçüde sahip çıkabildiğini gösterecek.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *