Ada
Prömiyerini Berlianele’de ve özel gala ile yapan “Ada –Islands” filmini 16 Eylül 2025, Salı günü Özdilek Sinema Salonunda izledik.
Bu vesile ile “Başka Sinema” ya teşekkürler.
Mekan harika, çünkü Kanarya Adaları.
Lüks Otel ve tıpkı bizde ki dışarıdan bakılınca mimarisi ile Tarabya Otelini anımsatan otel ve buna bağlı çevre lokasyonda gelişmekte olup.
Tenis öğretmenliği yaparak yaşamına devam etmekte olan Tom’n (Sam Riley) üzerinden şekilleniyor.
Volkanik ada da, aidiyet duygusu, hassas develer ile hayatın yük taşımının değişimi ve neleri –yük-olarak gördüğümüzün altına çizerek bu üçlü sacayağını –aile- ile tamamlayan, diyalogları çok, biraz uzun, görüntü yönetmenliğinin film boyunca müthiş çalıştığı bir seçki sizleri bekliyor.
VOLKANİL ADA, AİDİYET DUYGUSU VE AİLE
ALMANYA yapımı film; insanoğlunun tatil anlayışı ve beklentisiyle birlikte, oldukça hünerli ellere sahip yönetmen Jan- Ole Gerster’n, Ada/Islands Filmi; öğretmenin (teniz) her öğrenciyi seçme ihtimallerini (özel ve özel nitelikli ders hocaları için) tatilde anlık heyecan ve kaçışları, aile “olabilme”kavramını, sıra dışı Maguire üzerinden tanımlatıyor.
Bir aile tatile gelir, bildik tatil müşterisini oyalama taktikleri gibi açılan ve koridorlarda dönen 555 ile başlayıp, eş kaybolduğunda 553 e inen odalar, gelen-gidenler ve tenis topu, raket.
Neyi fırlatıyoruz? Neyi gerçekten hayatımızdan ebediyen çıkarmamız gerekmekte?
Sadece çocuk yapınca mı aile olunur yoksa çocuk sahibi de olmak için mi aile kurulmaya niyet edilir? Yoksa lüks fark etmez herhangi bir ortamda –tek gecelik ilşkilerde-kaybolmanın sorumsuzluğunun, sorumluluğunu ince ince işletiyor.
Volkanik bölgelerde her yer dünyada güzeldir, eşsiz bir doğa. Kendinden geçmek, içli develer. Tam olarak erkek hissetmeyen, kendi dahil olmak üzere çocuk ansızın olana kadar ayrı-ayrı takılan ve belki de mecburiyetle birleşen, kadınların hayran oldukları hocaları ile tek gecelik ilişki sonrası, yatakta fotoğraflarını çekmesinde de, süreçte yavaş yavaş açılan filmde kadın karakterlerinde –kötü-olabileceğini, sadece erkekleri suçlamamanın gerektiğini de düşündüren, yalın ama biraz uzun tutulmuş film, birazda doğanın ziyafetini sunmakta.
Ve her izleyene muhakkak geçmiş anılarını, tatil anlayışlarını ve hatta tenis hocacı Tom gibi yaşamda neden kaçmakta olduğunu, hangimizin niye ıssız bir ada da bile inziva bir yaşamda ama yine başat bir rolü seçtiğimizi sorgulatıyor.
Tenis kortunda gidip-gelen toplar, zaman kumundan, deniz kumuna akmakta olan ömrümüzün hangi deminde ve neyi aradık, neyi bulduk yahut neye bulmaya adandık?
Hepsini sunuyor.