Vıck’layan ayakkabılarım ve bizim kedi Mualla
Ünlü bir mağazadan, ünlü bir markanın ünlü bir spor ayakkabı modelini almıştım. Tanıtımında “Air yastıklamayla bir araya gelerek her adımda rahat etmeni sağlar.” diyordu.
Rahat ettim mi? Hayır! Çünkü giyemedim.
Giysem rahat eder miydim? Bilmiyorum. Çünkü giyemedim.
Ayakkabıyı mayıs ayında almıştım. Marka, model, fiyat, performans vb. özelliklerden pek anlamam. O yüzden bir arkadaşımdan teknik destek almıştım. Belindeki ağrıdan dolayı uzun yıllardır ayakkabı konusunda seçiciydi. Denediği, memnun kaldığı marka ve modeller vardı. Dizlerimdeki ağrılar için onun deneyiminden yararlanacaktım.
Her zaman olmayan modellerdendi. O yüzden takipte olacak, uygun fiyatla satışta gördüğü zaman bana da haber verecekti.
***
Birgün mesaj geldi. Benim ayakkabı numaram, bana yakın bir AVM’de, onun numarası Avrupa yakasında başka bir AVM’de varmış. O gün ayakkabılarımızı aldık.
“Her adımda rahat etmeyi” umarak, giymeye başladım. Bir iki hafta içinde sağ teki vıck’lamaya başladı.
Her ikisi de vıck’lasaydı vıck vıck diye yürümek, belki rahatsız etmezdi. İnsan vücudu simetriye alışkındı. Çocukların her adımda topuklarında ışık yanan ayakkabıları gibi, belki keyifli bile olabilirdi. Nasıl çalışır bilmiyorum ama bazen ışık sistemi zayıfladığında veya çalışmadığında 4-5 yaşındaki çocukların, topuklarını hızla yere vurup, ışıkları yaktığını hatırlıyorum. Bir sebepten dolayı vıck sesi kesildiğinde, topuğumu hızla yere vurur, vıck’latırdım.
Ama bir adımda vıck var, bir adımda vıck yok; “Vıck”, “...”, “vıck”, “...”, “Vıck”... rahatsız ediciydi. Topallama hissi vermesi de cabası.
Geri vermeye karar verdim. Değiştirmek veya paramı istemeyecektim, sadece ayakkabıları geri verecektim.
***
Ayakkabıları giydim, iki adımda bir vıck’latarak satıcı mağazaya gittim. Vıck’ladığını onlara da gösterip ayakkabıları bırakacak, çantadaki yedek ayakkabıları giyip, dönecektim.
Kendi aralarında “Mİ” dedikleri müşteri ilişkilerinde sinirleri çelik gibi sağlam, her türlü müşteri tepkisini sönümlendirme yeteneğine sahip, doğru düzgün konuşmayı beceren, her zaman güler yüzlü güzel kızlar karşılıyor sizi. Hatta arada yaptığınız ufak tefek kötü esprilere bile gülüyorlardı.
Güler yüzlü görevliye “Bu ayakkabılar sorunlu.” diyip, bir iki adım atarak vıck’lamayı dinlettim. Çıkarıp bankoya bırakacaktım ki:
- Üretici firmaya incelemeye gönderelim, dedi.
- Benim değiştirme veya iade talebim yok. Ben ayakkabıları bırakıp gideceğim.
- Aaa olur mu? O kadar para vermişsiniz. Yazık günah. Hem sonra Tüketici Mahkemesi var, olmadı oradan netice alırsınız.
- Peki, alın gönderin.
- Şu anda giyilmiş ayakkabıyı terli olduğu için alamıyoruz. Siz gidin, ayakkabıyı iki gün bekletin, kurusun… Öyle getirin.
- Benim niyetim veya talebim yok. Güler yüzünüzün hatırına iki gün sonra getireyim.
Bu, ayıplı ürünlerle gelen müşterileri savuşturmak için kurulmuş ilk barikattı. İki gün sonra tekrar gidemeyebilirdim. Böylece mağazanın sorunu bitmiş olurdu. Hayır ama ertesi gün gidip ayakkabıları bıraktım. İlk barikatta takılmamıştım. Onların sinirleri çelik gibi olabilir, benimki de pamuk ipliğinden değildi netice.
İncelemeden, üç haftada gelirmiş. Onlar mesaj gönderirmiş ama bazen sistemde aksamalar olurmuş, mesaj ulaşmazmış. O yüzden üç hafta sonra sormalıymışım.
Bıktıran tanıtım mesajlarının hiç aksadığını hatırlamıyorum. Bu aksayabilirmiş. Arayan soran da olmadı. Aksamış yani. Olsun, gittim bir ay sonra.
İnceleme neticesi mi: Kullanıcı hatası. Ve müşteri ilişkilerinde güler yüzlü görevli hemen teslim kağıdını imzalatıp, vıck’layan ayakkabıları bana verme derdinde. Görevliler değişiyordu ama gülen yüzleri hiç değişmiyordu.
- Kullanıcı hatasının açıklaması nedir? Ayakkabı giymeyi mi bilmiyormuşum?
- Onun ayrıntıları yok.
- Ayakkabıları geri almayacağım. Zaten ilk gün bırakıp gitmeye gelmiştim. Buradaki arkadaşların güler yüzlerinin hatırına bu sürece razı oldum.
- A, olur mu? Yazık günah, para vermişsiniz. Biz de tüketiciyiz anlıyoruz sizi. Olmadı tüketici mahkemesi…
- Ben ayakkabıyı tüketici mahkemesinden almadım ki, derdimi onlarla çözeyim.
- Bir daha üretici firma incelemesine gönderelim.
- İlkini de ben istememiştim. Siz gönderelim dediniz, kırmak istemedim. Yine ret gelirse, kime ne diyeceğiz?
- İkinciye de ret gelirse satıcı mağaza incelemesine göndeririz. Oradan netice alırız.
- E peki madem işlemleri siz yapıyorsunuz, gönderin. Benim halen ayakkabıları bırakıp gitmekten başka bir talebim yok.
Bir ay sonra gittiğimde, ikinci incelemenin sonucu da; Kullanıcı hatası. Yine kağıt imzalatıp, ayakkabıları iade teşebbüsü…
- Şu anda bana üç seçenek sunuyorsunuz; Ya ayakkabıları vıck’latarak giyeceğim, ya sessiz sedasız çöpün yanına bırakacağım veya üç sene dolapta tuttuktan sonra çöpün yanına bırakacağım. Her durumda da paramı vermiş oluyorum. Ben o üç seçeneği de reddedip, ayakkabıları, sizden bir şey talep etmeden… buraya bırakıyorum. Çöpe atılacaksa bile ayıplı ürününüze sahip çıkın, siz atın.
Kâğıdı imzalayıp vıck’layan ayakkabıları geri almayarak, bir barikatı daha aşmıştım.
Bir ay sonra bu kez satıcı firma incelemesi sonucu için gittiğimde, kusurun yine bende olduğunu öğrendim. Mağaza yetkilisiyle görüşmek istedim. Yoktu, yardımcısıyla görüştüm. İlgilendi. Zaten hep ilgilendiler. İlgide hiç kusur etmediler.
Ayakkabının vıck’lamasının geçici olabileceğini söyledi. Yani alıp gidip kullanmaya devam etmeliymişim. Teknik açıklamalar da yaptı. Tabandaki bir iki enlemesine çizgiyi gösterip “Bunlar yeni ayakkabıda bu soruna neden olabilir ama bir süre sonra geçer” dedi. Geçmese, geri getirebileceğimi söylemedi tabii.
Sözünü ettiği çizgileri koli bantıyla örtüp, denemeyi önerdim. Sorun dediği gibiyse, artık vıck’lamayacaklardı. Vıck’ladılar.
Diğer ikna edici olmayan önerilerinden sonra ben ayakkabıları bırakıp gidecektim ki bir kez daha mağaza kontrolüne göndermeye karar verdi. Bu, görevlinin kendi inisiyatifiyle ve ilave bir aşamaydı. “Sonucu ben takip edeceğim.” dedi.
“Peki hadi seni de kırmayalım. Bir de sen gönder.”
Bir ay sonraki sonuç mu? Olumsuz tabii ki.
Bankodaki güler yüzlü görevli, tüketici mahkemesinden sonuç alabileceğimi fısıldadı kulağıma. İçerden destek alıyordum. Umutsuz olmamın gereği yoktu.
***
İki üretici firma, iki de satıcı mağaza incelemesinden sonra ayakkabının aynısından verdiler. Onu da kolay vermediler tabii. Önce ayakkabı tutarı kadar hediye çeki önerdiler. Yani parayı yine onlarda harcayacaktım.
Kabul etmeyince… ancak, ondan sonra aynısından verdiler.
Arkadaşımın benimle aynı gün aldığı aynı model ve marka ayakkabıları da vıck’lıyor. Onunki henüz mağaza kontrol aşamasında.
***
Hakkımı aramamaya, bir şey talep etmeden ayakkabıları bırakmaya karar vermemiş olsaydım, bütün bu süreçleri hakkımı söke söke almak için ilerlediğim yolda, kendi kazanımlarım zannedebilirdim.
Ama bu süreçlerin zaten öyle planlandığını zannediyorum. Ayıplı olduğunu bildiğin bir parti ürünü satarsın, bunun hepsi geri dönmez. Geri dönenleri aylarca süren dört beş aşamada hırpalarsın, sayısını azalta azalta son aşamaya getirirsin. Tüketici mahkemesine giden sinirleri sağlam son birkaç kişinin parasını geri verirsin.

***
Bu süreçten tek karlı çıkan bizim Kedi Mualla oldu. Ben parasını verip aldığım ayakkabılara beş ay sonra kavuşabildim. Ayakkabıları onlarla koşmak için almıştım. Ama aylarca peşlerinden koştum.
Satıcı mağaza sattığı bir çift ayakkabının yerine yeni bir çift ayakkabı daha verdi. Onun da kârlı olduğu söylenemez.
Ayakkabıları geri vermeye götürürken kutusuna koymamıştım. Yenilerini alırken kutuyla verdiler. Yani aldığım bir çift ayakkabı için eve iki ayakkabı kutusu girmiş oldu. Bu da Mualla’nın çifte bayramıydı.