Bilgelik sergisi
Kaç kez dünyaya “kendin olmak” için gelirsin?
Öncelikle yoğunluktan dolayı biraz rötarlı geçmek durumunda kaldığım yazım için sanatçı, Deniz Doğruyol ve küratör, Ceylan Önalp’n güzel yüreklerine sığınırım.
Bu sergi, sizi tıpkı Hacı Bektaşi Veli’nin dergâhından; Aslan’n gücü ve Ceylan’n naifliği ile kapıda karşılayacak ve tıpkı Anadolu’nun verginliği gibi, içeri doğru sizi öyle bir sahneye alacak ki.
Sıkı durun, bu kendinizle yapacağınız, ciddi bir yüzleşme.
Sanatçı Deniz Doğruyol, tertemiz yüreği ile sizi, size –kendinizde unuttuğunuz yönler ile-yüzleştirmeye de çağırıyor. Çünkü bu sıradan bir sergi hiç değil!

NUH’N GEMİSİ
Gemi batıyor olsa ne alırdınız, sorusunu değil. Bu kez, gemi karaya-varmak istediği noktaya varabildiğinde- yanınızda kimlerin olmasını isterdiniz?
HAYAT denilen yolculukta, daha kapıdan girer-girmez, dört kitabı bir araya getirircesine, sol tarafta mumlar ve her bir mumun üzerine yazılmış, şansına ne gelecek ise yazılanın yakılacağı, bir kap. Yanında üzerinde İzmir’de yaşarken yaşadığı ev ve İstanbul’a gelişi. Sayılar, rakamlar ve 11. Anılar, hayaller ve ulaşabildim mi, noktası.
Sonra sizi direkt sahneye alan bir koreografi, düzen, intizam ve sergileniş. En başta dediğim gibi bu sergi özünde, kendiniz ile yüzleşme hali.
Ceylan Önalp’ın hayat yolculuğunda sanatsal disiplinler içerisinde donanımlı duruşunun da direkt yansıtaldığı, sanatçı & onu görebilen küratör ortaklığının eşsiz tadı karşımızda.
Yer yer Ceylan hanımın muzip yanını, hayatta karamsarlık girdabında kalmadan/oyalanmadan –varacağımız noktaya gülümseyebilme gücünü- çocuk saflığı ile buluşturan, o heyecanı hissettiren ama bir adım attığınızda, Sokrates’n sofrasındaymışsınız kokusunu yayan bir sergi.
Üst sahnede, hem bir dilek ağacı, büyük tufan ve Nuh’n gemisine konabilenler, sanatçının yurt dışında patrikleri, olmaz ise olmazı- Kedi Işık -ile taçlanan. Kendi yaşantısından ön plana geçenler, biriktirilenler ve yanımıza almadıklarımız.
İşte burada serginin de özü ortaya net olarak çıkmakta. Size benzemeyen, sizin gibi olmayanı, ya da siz gibi olmaktan çıkanı. Daha doğrusu sizden şartlar gereği yahut öyle tercih ettiği için uzaklaşanı, alır mısınız? İç sesler, yükselir gibi elbette almayız.
Bunların hepsi birer deneyimdi der, Deniz Doğruyol.
Bunları yaşamam gerekti çünkü “kendimi bulmam” gerekti.
Teşekkür ediyorum, beni ben yapan yolcukta-kötülükte ve iyilikte-yaparak ilerlememe sebep olanlara.

Açılışında ilk gezenlerden biri olarak, kendisine de ifade etmiş olduğum gibi –yaşam uzun bir yolculuk ama şartlara göre ne kadar insan kalacağımızı- yine biz belirliyoruz. Zorlamadan, peşinden koşmadan, bize iyi davranan, bizi anlayan, bize sevgi kadar vefa ve şefkat gösterebilen.
Ama önce bunları sadece kendimize sunabildiğimizde başlaaycak bir hayatın sergisini fısıldıyor, sanatçı Deniz Doğruyol, dördüncü kişisel sergisinde.
İnsan olmanın yüceliği olan sevgi ile “kim olursa olsun, kucaklayabilen” hoşgörüyü, ötekileştirmemeyi.
Ve adı geçmişte Nuh’n Gemisi, olabileceği gibi zaman içerisinde bir –mülteci-yük gemisi de olabilir.
Biz hangi taraftayız?
Ezilenden mi, Şefkat ile sarabilenden mi?
Ki bu sahnenin sergi alanında altına tüllerle uzanan adeta geminin mahseni ve bir nevi hayat sahnesinin (aynı zamanda tiyatronun) kulisi olarak; aşağıdakiler ve yukarıdakilerle ile suyun üstüne tıpkı –Lotus Çiçeği-gibi çıkabilenleri alkışlıyor.
Yurt dışında bir kemanın orta göbeğinden -yine yine yeniden dönüşmeyi doğuran-; düşünen ve hayata yıllar sonra geçiren sanatçı ile ortak düşüncemiz, her şeyin kendi zamanını beklediğiydi.
Yani orada bulduğunuz keman veya başka bir obje, zamanı gelince çalınmasa da; Türkiye’de, İstanbul’da (Baruthane) tarihi bir alanda öyle bir çalmaya devam eder ki, küratör Ceylan Önalp’n fikrinden çıkan sergiyi gezerken devam etmekte olan tik-tak saat ya da kalp elektro gösterge sesi. Hayatın her ne olursa olsun, devam ettiğinin altını çizmekte.
Uzun zamandır, bu kadar anlamlı, bu kadar özgün, bu kadar samimi, tıpkı sanatçının kendisi gibi yalın ve temiz şekilde ifade edildiğine tanıklık etmedim.
Tanıştığımız tüm bilgeleri toplayan; felsefe, edebiyat, heykel, resim, seramik sanatlarının üzerinden bizi bize yansıtan, hayat amacımızda;
Nerdeydik, nereye gidiyoruz sorusunu ustaca ve hiç yormadan sorduran sergi yeni sene başına kadar devam edecek.
Hatta çocukluğumuzda niyet, dileklerde bulunduğumuz, kâğıttan tuzluklardan, gemiler de yapabileceğiz.
Belki çocukluğunuzdaki bir büyüğünüzün gösterdiği gibi uçak yapar ve sonsuz galakside uçurur, icabında bir toplu iğne başı kadar hiç olduğumuzu anımsarız.
Ama bir o kadar en yüce yaratılmış olarak “İNSAN” olmanın onuru ile “ İnsanca” salınacak işler yapmaya devam edebiliriz.
Tekrar yürekten kutluyor ve sanatçı ile beni tanıştıran, Bkz. İletişim ekibine, teşekkürlerimi sunuyorum.

İnsan, kaç kere doğa ve ölür?
Yoksa her bitiş, yeni bir doğum mudur?
O zaman ölmek kadar ölümsüzdür, her an’ı yine yine yeniden yaşamak!
Sur sonrası yani gerçek İstanbul’n tarihi kimliğinde, bu eşsiz ve özgün sergi kaçmaz.
-BİR KERE OLDUM BİN KERE DOĞDUM-
Ve elbette aidiyet ağacında dilek dilemeyi unutmayın.