Yolcu
Aşk Vadisi”, yalnız cesareti değil teslimiyeti de imtihan eder. Bu vadiye varmak yalnızca ateşe yürümek değil, o ateşte kendini tanımaktır. Burada kaybetmek, bulmanın ilk şartıdır. Her kim bu vadiye adım atarsa bedeninde bir kıvılcım, kalbinde ise yangın taşır. Çünkü bu yolun yolcusu, ardında kendi gölgesini dahi bırakmaya mecburdur.
Buraya varan, ateşin sıcaklığından şikayet etmez; aksine o ateşle yeniden şekillenir. İçindeki her zayıflık, her şüphe yanıp gider. Yanan kişi, neyin doğru neyin yanlış olduğunu düşünmez çünkü burada akıl sadece bir zincirdir. Zircirini kıramayan bu yolu geçemez.
Aşık, her adımında kendi sınırlarını unutur. O bu vadide yalnızca sevgiliyi görür. Geçmişi geride bırakır, geleceği beklemez. Onun için sadece an vardır. O anın içinde her şey yanar, küle döner ve yeniden doğar.
Ey kendi gölgesinden korkan yolcu! Sen bu vadinin sesini işitemezsin çünkü kulakların yüreğinin sesine kapalı. Bu yol cesaretle değil, inançla yürünür. Bu vadide bir adım atmak, yüzlerce bedeni terk etmek gibidir. Eğer bir an bile teredüt edersen, buradan geri dönersin”…
Yazar Figen Koşar, piyasaya yeni çıkan ikinci romanı “Yolcu”da birbirlerine epey imkanszlıklara rağmen aşık olan Mihri ile Özgür’ün düşüncelerini böyle aktarıyor okuyucuya…
İlk romanı “Ourla”da İzmir doğumlu Yunan Şair Seferis ekseninde acıklı bir zorunlu göç hikayesini, sürgün bir insanın köklerine duyduğu umarsız bir aşkın yakıcı acısını ustaca anlatan Figen Koşar, bu yeni romanında da aynı ustalıkla bir yolculuk öyküsü anlatıyor.
İstanbul, Moskova, İran ve Kafkasya’da geçen bir yolculuğun anlatıldığı “Yolcu” romanında çok zengin bir anılar yumağı var. Sovyetlerin ilk dönemleri, Lenin, Stalin, Nazım Hikmet ile “saçları saman sarısı, kirpikleri mavi” Vera’nın büyük aşkları, Sibirya’daki toplama kamplarında yaşanan büyük acılar ve tüm bunlara rağmen dimdik duran aşklar…
“Yolcu” romanı, fiziki yolculukların aslında ruhsal dönüşümün bir parçası olduğunu, okuyucuya doğrudan vermek yerine, tarihin içinde saklı kalmış öykülerle, unutulmuş coğrafyalarla ve sessiz kalmış karakterlerle aktarıyor.
Bu roman, insanın gelişim ve dönüşüm sürecine kolektif bir pencereden bakarken, bireyin kendi yaşamında göremediği gerçekleri, toplumsal hafızanın aynasında görünür kılıyor…