Kayyum, Komisyon ve kayıp güven
CHP İstanbul İl Teşkilatı’na kayyum atanması piyasaları sarstı; 15 Eylül’de Ankara’dan çıkabilecek olası karar ise bu şoku kalıcı güven krizine dönüştürebilir. Uluslararası medya şimdiden manşetlerini hazırladı. Peki, böylesi bir tabloda “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” hâlâ bir anlam taşıyor mu?
Yusuf Kanlı
Ekrem İmamoğlu’nun tutuklandığı günü hatırlayalım. Haber ekranlara düştüğü anda Borsa İstanbul adeta çakıldı. Devre kesiciler ardı ardına çalıştı, endeks %9’a yakın değer kaybetti. Türk lirası hızla eridi, devlet tahvilleri dibe vurdu, ülkenin kredi risk primi 600 baz puanı aştı.
O gün yatırımcıların ağzında tek bir cümle vardı: “Normalleşme hikâyesi bitti.”
Ekonomi yönetiminin aylarca inşa etmeye çalıştığı güven ortamı tek hamlede çöktü. Yabancı fonlar bavullarını toplayıp ülkeden çıkışa yöneldi, içeride dövize koşu başladı.
CHP İstanbul il örgütüne kayyum kararı, işte o 19 Mart’ın acı hafızasını yeniden diriltti. Borsa İstanbul %3,5 düştü, bankacılık hisseleri çakıldı, eurobondlarda satış dalgası yaşandı. Ve herkes aynı soruya odaklandı: “Ya 15 Eylül’de Ankara’dan da benzer bir karar çıkarsa?”
Geçici şoktan kalıcı güvensizliğe
Kararın hukukiliğini, anayasaya uygunluğunu tartışmayı bir tarafa bırakalım. Yüksek Seçim Kurulunu yok sayan bu kararın Türkiye siyasi hayatına elbette uzun vadeli etkileri olacaktır. Şimdi fiili duruma odaklanalım. İstanbul CHP il örgütüne karar piyasaları sarsmaya yetti. Ama asıl kritik sınav, Ankara’da görülecek dava. CHP genel merkezine kayyum atanması ihtimali, “muhalefeti köşeye sıkıştırma” algısını aşar, doğrudan “muhalefeti ortadan kaldırma” mesajına dönüşür.
Böyle bir senaryoda borsa İstanbul’da %8–10 arası yeni bir çöküş, CDS’in füze gibi fırlaması, Türk lirasının değerinde yeni psikolojik eşikleri zorlaması, tahvil faizlerinde sert yükseliş kaçınılmazdır.
Asıl tehlike, yatırımcıların bunu artık “geçici şok” değil, kalıcı güvensizlik olarak algılamasıdır. Yani Türkiye’nin yatırım yapılabilir bir ülke olmaktan uzaklaştığı kanaatinin yerleşmesi.
Uluslararası alanda manşetler çoktan yazıldı
Dünya basını Ankara’ya gözünü dikmiş durumda. İstanbul’daki kayyum kararını “siyasi müdahale” olarak çerçeveleyen Reuters, AP, Bloomberg ve Financial Times, şimdiden 15 Eylül için manşetler hazır bile:
- “Türkiye’de muhalefet tasfiye ediliyor, piyasalar çöküyor.”
- “Yatırımcılar siyasi müdahale nedeniyle Türk varlıklarından kaçıyor.”
Yaptırım riski: Çıkmaz sokak
AB’nin Küresel İnsan Hakları Rejimi ve ABD’nin Global Magnitsky Yasası, hedefli yaptırımlar için hukuki altyapıyı hazır tutuyor. Bu tür yaptırımlar tüm ülkeye değil, belli isimlere uygulanır. Ama bir tek isim listeye girsin, bankaların ve fonların Türkiye’ye bakışı değişir.
Uyum riski yüzünden kredi marjları açılır, borçlanma maliyetleri katlanır. Şirketler yatırım için finansman bulmakta zorlanır, ithalata bağımlı sanayi kur şokundan darbe yer. Yatırımlar ertelenir, istihdam kararları askıya alınır. Yani siyasi müdahalenin faturası mahkeme salonunda kalmaz; doğrudan mutfakta, markette ve iş yerinde hissedilir.
Çıkış yolu: Hukuk devleti güvencesi
Türkiye’nin bu kısır döngüden çıkışı günü kurtaracak pansumanlarla mümkün değil. Ne rezerv satışı, ne faiz manevrası, ne de acil paketler çare olur. Asıl ihtiyaç, yatırımcıya net bir “hukukun üstünlüğü” mesajı verilmesidir.
Yargının siyasi vesayetten kurtarılması, yargı süreçlerinin şeffaf yürütülmesi, kurumsal öngörülebilirliğin yeniden sağlanması, AB ve ABD ile güven artırıcı adımların devreye alınması şarttır. Çünkü ekonomi siyasetin gölgesinde uzun süre yaşayamaz. Yatırımcı sadece kâra değil, oyunun kurallarına da bakar. O kurallar kaybolduğunda, Borsa’daki %3,5’lik kayıp yalnızca fragmandır; filmin devamı çok daha ağır olur.
Komisyonun adı var, anlamı yok
CHP lideri Özgür Özel, partisinin TBMM’deki “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu”’ndan çekilmeyeceğini açıkladı. Bu, “diyalog kapıları kapanmasın” mesajıydı.
Ama sahadaki tablo bambaşka. Bir yanda “kardeşlik” ve “demokrasi” konuşuluyor; öte yanda muhalefetin kurumlarına kayyum atanıyor. Bir tarafta “dayanışma” vurgusu yapılıyor; diğer tarafta siyasetin gövde gösterisi sürüyor.
Komisyon kâğıt üzerinde varlığını sürdürebilir. Fakat demokrasi zemini kaydıkça, bu tür yapılar vitrin süsünden öteye geçemez. Adı uzun, iddialı ve kulağa hoş geliyor; ama içi boşalıyor.
Özel’in “çekilmiyoruz” iradesi elbette iyi niyetli bir jest. Ama şu soruya yanıt veremiyor: Kuralların işlemediği bir düzende Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun ne anlamı olabilir?
İnce ipte siyaset
Türkiye bugün ince bir iplik üzerinde yürüyor. İstanbul’daki kayyum kararı, 19 Mart’ın hayaletini geri getirdi. 15 Eylül’de Ankara’dan çıkabilecek olası karar ise ipin kopmasına yol açabilir.
Ekonomi sadece faiz ve kurdan ibaret değil; güven, öngörülebilirlik ve hukukla ayakta durur. O güven kaybolursa, ne komisyonlar anlamlı kalır ne de ekonomiyi sakinleştirmeye yönelik paketler işe yarar.
Kısacası, hukuk devleti primi olmadan, Türkiye’nin geleceği sürekli kayyum kararlarıyla, sert manşetlerle ve kaçan yatırımlarla şekillenecek.
İp koparsa hepimiz düşeriz.