İstanbul
Açık
15°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
42,5194 %0.04
49,6025 %0.01
5.793,12 % 0,70
90.701,47 %-2.037
Ara

Işığa koşanlar

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Işığa koşanlar

Altmış yaşındaki Alman Yönetmen Tom Tywer (Koş Lola Koş, Bulut Atlası, Babylon Berlin, Cennet) yine bir şaheser ortaya koyarak, 162 dakika boyunca izleyeninin “duygularını ve tüm gerçeklikleri abluka altına alarak, insan yanımız ile insansı kalan tarafımızı sorgulatıyor.”

DAS LIGHT /THE LIGHT / IŞIK Filminin tanıtım açıklaması kısaca şöyle:

“Dağınık bir ev, bastırılmış hisler ve unutulmak istenen geçmiş-Tim (Lars Eidinger) ve Milena(Nicolette Krebitz), ikizleri Frieda ve Jon ile Milena'nın oğlu/ evlatlığı Dio'yla aynı evi paylaşmaktadır. Tek çatı altında yaşayan aile, bir aile olmaktan çok, koşullara bağlı kalarak, bireyler olarak varlığını sürdürmektedir. Kırılgan yaşamları, Suriyeli gizemli bir hizmetçi olan Farrah'ın hayatlarına girmesiyle altüst olur. Varlığı, Engels ailesini beklenmedik şekillerde zorlar ve uzun süredir gömülü olan duygularını ve gizli gerçeklerini açığa çıkarır. Ancak Farrah'ın, ailenin varoluşunu sonsuza dek yeniden şekillendirmeye söz veren kendi gizli gündemi vardır.

Senarist, Müzisyen, Yönetmen olarak çok yönlü yaşamsal yeteneklerini ve hayatı algılayışını, yine son filmi olarak izlediğimiz Işık/Das Light’da olduğu gibi ince ince tüm deneyimlerini, tepsi de sunuyor. Ama elbette, hepsi şifreli. Şifre de tabii ki izleyicinin kendi yaşamsal birikimi üzerine tamamlandırılacak olmasında saklı.

Yönetmen çekime başlamadan, henüz senaryo aşamasında her şeyi öyle ustaca ve zekâ ile tamamlandırmış ki. İzleyicinin sadece doğru pulu bulmasına bırakmış, akışı. Her salisesi birbirine örüntülü, birbirini tamamlayan bu ağ. Filmin sonuna varıldığında, inanılmaz bir haz vererek çıkarıyor.

O da İNSAN mıyız? Yoksa İnsansı’lığa devam etmekte, ısrarlı mıyız? Sorusu.

 

MAMMA MIA

Kimin aklına gelir ki? Cezayir asıllı, Queen/ Fredy Mercury ve Bohem Rapsody şarkısını filmin şirazesi yaparak, göçmen ya da Nairobi (Kenya)’den evlat edinilmiş olduğu izlenimi veren komşunun emanet bıraktığı Dio’nun “Mamma Mia” nedir? Sorusu ve cevabında: Mutluluk diyen, Milena’nın sıkı bir aktivist olarak –diğerlerinin-kendi ailesinin dertlerinden önce geçme halini. Ve ailenin zamanla birbirinden kopuşu ile belirtilmekte. Teker teker açılan karelerde. Geçişlerde ise izleyicinin çok sıkı bir şekilde filmi takip etmesi gerekmekte. Film sürükleyici, onda aksi bir durum yok. Hazırlıklı olunması açısından ön bilgi olarak değerlendirilebilir. Birbirleriyle hayat içerisinde değişen roller ve insanoğlunun sıradan yaşamı, giderek rutine dönen hayatı içerisindeki geçişler, inanılmaz dans sahneleri ile verilmekte.

Her geçiş birbirinin lokomotifi. Kareler peş perşe geçerken izleyiciye geçen aktarım muazzam. Bir sinefili olarak gerçekten kaliteli film izlediğimde, tıpkı Atilla Dorsay, hocamın dediği gibi “iyi film izleyince o günümüz, iyi geçiyor.”Gerçekten sanat ile buluşmak, başka bir doyum, muhteşem tarifi zor bir tat oluveriyor. Bu mana da, Das Light / Işık Film seçkisi için ev sahipliği yapan “BirFilm ve CKM Sinemasına tekrar teşekkür etmek isterim.

ENGELS AİLESİ VE SURİYE’Lİ FARAH

Senarist ve Yönetmen, Tom Tywer, her şeyi en ince ayrıntısı ile düşünmüş. Nedir bunlar, hemen sıralayalım. Bunları naçizane bir kılavuz olarak aldığınızda yorumlayabilmesi daha kolay olacaktır.

Tywer, karakterler üzerinde isimleri dâhil olmak üzere toplumu oluşturan en küçük birim “Aile kavramı” üzerinden; bireyselden, kolektife uzanan ve ailelerden, ülkelerden oluşan dünya gezegeni üzerinden “BİZ OLAMAMA” halini; sadece –miş’li geçmiş zaman üzerinden sunmuyor. Gelecekte de, böyle olmaması için bir ders niteliğinde, hatırlatma yaptırıyor. Bu sorgulamanın başı ise biraz önce ifade etmiş olduğum gibi “Engels” adından gelmekte.

Das Kapital, Karl Marx tarafından(1.cilt-1867,2.cilt-1885,3.cilt-1894) tarihlerinde yazıldı. Engels ile birlikte yazdıkları, “Komünist Manifesto/ Komünizm İlk Bildirgesi” tarihi ise 21 Şubat 1848.

1884 tarihi, Friedrich Engels’n “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni” eserini yazdığı tarihtir.

Engels’e göre eski toplumlar, ana-soycuydular. Çünkü tek eşliliğin olmadığı toplumda, soy anneye göre belirlenmek durumundaydı. Burada babanın önemi ise özel mülkiyetin ve miras hukukunun doğmasıyla açığa çıkmıştı. Tüm tarihsel süreci böyle derin konular üzerinden harmanlayarak, sanayileşme, kapitalizm, emperyalizm, sınır ihlalleri, ilk süreçlerdeki feodal yapıdan işçi ve emekten yana sınıfın yoğrulması sadece bir film içinde, Engels ailesinin dünyanın bir yerinde kendi hayatlarından neredeyse vazgeçerek başka canlara, can olmaya adanmışlıklarını anlatmıyor.

Her şeyi bu dünyada, hepimiz gördük. Ve son nokta, Arap Baharı, otorite devletlerin ki Alman olarak mültecilere karşı teknelerde, tekne tanklarında soluksuz bırakılan, botları Akdeniz sahillerinde batırılan, batırılmalarına göz yumulan siyasi güç figürleri ile de bir iç hesaplaşma yaptırıyor.

Alman ya da başka bir ülke vatandaşı olmasının, dünya da yaşaması için bir kural olmadığını, herkesin doğuştan yaşam hakkına sahip olduğunu, Das Light / Işık filminde bir ajans da çalışan Tim Engels’in eşi Milena’nın Kenya’da aktivistlik yaparken, Almanya’da başlarında anne olmayan evlerinde, buzdolaplarında içkiden başka bir şey olmamasını, Tim’in bir baba olarak eve girer girmez anadan üryan, kapı eşiğinde soyunarak çırılçıplak girişini. Âdem’den beri çıplak geldik, çıplak gideceğiz. Ve sen istediğin kadar iyi ve dürüst ol, dışarının kirindenarınma” olarak sunmakta.

Filmin açılışı şimşek, yağmur ve gökkuşağı ile başlar. Arapça konuşmakta olan iki kadın önlerinde DM-Lamba adını verdikleri ve arafta kalan ölmüş ama öte tarafa gitmekte zorlanan insanlar üzerine konuşurken aslında adeta aynı geminin içindeyiz dercesine, komini düzende, devasa blok binalardaki daireler, içinde gösterir. Öyle ki dünyanın Kenya’sına hizmet edilen evde oradadır. Suriye’den ve farklı birçok ülkeden sığınmacı birçok kadın ve tabii ki, Tim Engels’n, çalıştığı ajansda.

FRİEDA

Karakterler de özenle seçilmiş, olarak belirtmiştik. İsimleri ile birlikte. Zemin, Komünist düzen olsa ne olurdu? İse birde Frida gibi figürler, ortaya örtülü sunulmakta.Hepsi beyaz perde dışında ve aynı oranda –gizemli ve örtülü- Tim ve Milena Engels çiftlerinin ikizleri vardır ve evin en asi kızı, uyuşturucu bağımlısı (bağımlılıklarının gerçek gözüken ile gözükmeyen arasındaki bağı, öyle güzel işlemiş ki. Sorgulayan ve yön gösteren gençlerin, akıllarına her zaman güvenilmesi gerektiğini vurgularcasına. Ve elbette bu yolda neden olduklarıda)

Frieda ise burada sıradan bir karakter değildir elbette. Yönetmen, işlenmiş tarih üzerinden hatırlatmalar yaparak gider. Tarihte Frida Kahlo, Feminist ve Komünistti. Rus Komünist Leon Trotsky’ı bile Meksika’ya davet etmişti. Çocukluğundan beri babası tarafından erkek olması istendiği için kalın kaşlı-bıyıklı Frida’nın yatağa bağımlı geçirdiği süreç, burada “bağımlı ve tarihte düşük yapan ve çok istediği halde anneliği tadamayan” Frieda ile aynalanır.

İkizi,  Jon ise özgürlükçü ileride erkek, baba figürü olarak doğruyu bulma arayışında. Evde yaşanan dağınıklık ve mutsuzluktan, sessizleşen bireydir. Frieda, onun yerine de konuşmaktadır.

Filmin başlangıcı ise yemek siparişi verip, bedelini kredi kartı dolduğu için ödeyemeyen Jon’n kulaklıklı, dünyaya kapalı-sanal hayatı ve ev görevlisi/hizmetlinin vefatı. Kuryenin aynı anda ölümü ile açılır.

Hemen hatırlayalım, salgın dönemi, insanlara sadece kendi canları kıymetliymiş gibi motor-kuryelerin neler çektiğini? Bir cant çok şey değiştirirken, dünyada hiçbir birey bağımsız değildir.

İKİZLER VE FARRAH

Senarist olarak aynı zamanda “Das Light / Işık” filminin yönetmeni Tom Tywer, bu karakterde de gizemli, Suriyeli, üç dil bilmekte olup, temizlik görevini kabul etmesini finale saklayarak.

Dünyada kötü işleri daha çok istenmeyen, İslam dünyası üzerinde, adını Arap Baharı dediniz ama insanları yok ettiniz. Hayatlarına müdahale ettiniz. Bir tarafta yardımlar, aynı anda bunu sömürdünüz. Buraya hizmet edenler bile yaptıklarının, iyiliğin içinde bile hile olduğunu sezemedi.

Farrah karakterinin, filmin finaline doğru kendi ailesine- Engels Ailesini tanıtırken ifade etmiş olduğu:

Onlar işbirlikçilerimiz!” ifadesi, tamamen iyi yürekli insanlar olarak kullanılmış.

Hem Suriye’li anne Farrah’ın mücadelesinde ikizler, hem Alman aktivist Milena’nın mücadelesinde anne olarak Dio dışında, ikizleri paralelliğimizi. Ve hayatta, dünyanın farklı ülkelerinde bile olsa. Herkesin aynı acıyı hissedebileceğini “insan ve buna bağlı vicdan” yanımıza bırakıyor.

Ve elbette, her şeyde SADAKAT!

Evet, Farrah karakteri ise bir zamanlar örnek gösterilen, devrim (1979) ve sonrası yurdundan evinden gitmek zorunda kalan, İRAN Şahı Rıza Pehlevi’nin (1980 vefatından sonra ABD gitmek zorunda kalmıştı) adı Farrah yani Farahnaz Pehlevi.

İran’da ve Suriye ‘de, tüm Orta Doğu’ya uzanan, bu zamana kadar yaşanan ve yaşatılanlarla, bu karakter üzerinden betimlendiriliyor.

Bunu nereden anlıyoruz. Farrah karakterinin Milena’ya “ Kahve içer misin?”sorusuna verdiği “Ben kahve içmem. Çay içerim” cevabından sonra, tıpkı İran Hava Kuvvetlerinde görevli Azeri asıllı Diba’nın tek kızı olması gibi. Kendisinin de babası vefat etmiş ve kendisinin bilim insanı olmasını isteği, tek kızı, olduğunu söylemesinde görürüz.

MİLENA

“ZARİF-HOŞ-SEVGİLİ” anlamında, Milena karakteri bize hem doğa anayı, anneleri ve üreten, yeşerten ve büyüten KADIN figürünü vermekte.

Süreç içerisinde erkek, kocası Tim Engels’n sadık kalırken kendisinin yorgunluk ya da anaçlığının vermiş olduğu nedenlerle olabilecek ama ilk yukarıda bahsettiğim, yüzyıllar önce gerçek filozoflardan Engels’n –Mülkiyetsizlik, kavramına gönderme içermektedir.

Aynı zamanda, Kafka ile dostluğu ile tanınsa da, sosyalist mücadelesiyle ve gazeteci kimliğiyle, Nazizm’e karşı çalışmaları ile bana, Milena Jesenka’yı anımsattı.

Böylelikle üstün oyunculuk, sıra dışı kurgu, karakter analizimizden sonra en büyük başta söylediğimiz;

Bohem Rapsody’ sözleri neydi, hatırlayalım:

“Bu gerçek yaşam mı? Yoksa sadece rüyamı? İki arada kalmış. Gerçeklerden yok kaçış. Gözünü aç, gökyüzüne bak ve gör”

Dio, bunu söylerken hepsi ustaca birbirine bağlanmış, bu şahane ötesi filme benzere yakın “Kefernahum” gibi ustaca filmler çekildi ama bu kadar;

Doyurucu, Besleyici ve Öğretici. Unuttuğumuz, insan yanımızı hatırlatan formda. Sürprizi, filmin hemen başında, ofisteki dergileri karıştıran Tim’in sehpasında, ikinci ya da üçüncü sırada dergiler arasında görülüveren, Times Dergisinde (24 Mart 1923)tarihli “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” diyen, kurucu liderimiz, Mareşal Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ü görmekti.

Das Light / The Light/ Işık filminde Kızı Frieda ile hastane dönüşü metroya binen Baba Tim’in, kızının “Bana ne zaman istersem soru sorabileceğimi söyledin. Şimdi sorularıma cevap vermiyorsun!”diyerek, tartışmalarından sonra indiği durak, Auschwitz, olması.

Yönetmenin dehası. Yakalayabilene, muhteşem bir tattı.

Filmin özeti derseniz; Farah’n, Engels Ailesine dediği gibi ve toplumu, sonrasında ülkeleri oluşturacak en küçük birim aileden başlayarak. Her zaman birbirimize:

DÜRÜSTLÜK-AÇIKLIK VE SEVGİ ile olmalıyız.

Masaya oturduğumuzda ailede, ülke de olsak.

Suçlarımızı bilip ama birbirimizin yüzüne vurmadan. Herkes hatası ile yüzleşip, birbirinin gözlerine bakıp, konuşup, sarılabildiğinde o duvar(lar) kaybolacak.

Böylesi; DOYURUCU, BESLEYİCİ VE DE ÖĞRETİCİ Filmler, her zaman olmuyor.

Arşivlik, kaçırmayın! Derim,

75. Berlin Film Festivalinin de açılış Filmi oldu, Şubat 2025 tarihinde. Bu da demek ki aradan geçen 177 yıl sonra yeni bir Komünist Bildirgesi mi?

Çünkü Alman Engels, gelecekteki komünist toplumun, insanların ilişkileri hakkında ekonomik kısıtlamalardan bağımsız olarak karar almalarına izin vereceğini savundu.

Filmin sonu zaten bu ışığı vermekte midir? O da izleyicinin yorumu, birikimi ve hayal dünyası ile doğru orantılı.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *