…ve artık ABD İran’la resmen savaşta. Peki sırada ne var?
22 Haziran 2025 sabahı dünya yeni bir eşiğe uyandı: ABD, İran’a karşı “Midnight Hammer” operasyonuyla doğrudan askeri harekâta girişti. Fordow, Natanz ve İsfahan’daki nükleer tesisler B-2 hayalet bombardıman uçakları ve GBU-57 dev bombalarıyla hedef alındı. İsrail zafer çığlıkları atarken, Trump meydan okudu, İran ise “sonsuz misilleme” sözü verdi. Savaş artık sadece bir ihtimal değil; gerçek. Peki sırada ne var?
Yusuf Kanlı
Bu artık bir kriz değil. Bu, artık bir tehdit değil. Bu, Amerika’nın İran ile resmen savaşta.
ABD, 22 Haziran 2025 sabahı, İran’ın nükleer programına karşı doğrudan ve geniş çaplı bir saldırı düzenledi. Operasyonun adı: Midnight Hammer. Hedefler, İran’ın nükleer altyapısının belkemiği sayılan üç tesis: Fordow, Natanz ve İsfahan. Kullanılan araçlar ise kelimenin tam anlamıyla gövde gösterisi niteliğindeydi: B-2 hayalet bombardıman uçakları, Tomahawk seyir füzeleri ve 30.000 libre ağırlığında GBU-57 “dev bunker-buster” bombaları. Pentagon, bunun ABD tarihinin en büyük B-2 operasyonu olduğunu açıkladı.
Operasyonun hemen ardından İsrail Başbakanı “tarihi bir başarı” ilan etti. Donald Trump, kameraların karşısına geçip “barış için güç gösterisi” dedi. Tahran ise topyekûn bir “sonsuz misilleme” sözü verdi. Bu artık sadece bir diplomatik kriz değil. Bu, savaş.
Hedefte ne vardı? Sonuç ne oldu?
ABD’nin açıklamasına göre, saldırının amacı, İran’ın “nükleer silah geliştirme kapasitesini” ortadan kaldırmaktı. Ancak Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA), saldırı öncesi yayınladığı raporlarında İran’ın silah düzeyinde uranyum üretmediğini, tesislerin nükleer silah programına yönelik kullanılmadığını vurgulamıştı. CIA ve İsrail istihbarat birimleri bile saldırıdan haftalar önce İran’ın nükleer silah üretimine başlamadığını açıklamıştı.
Yine de, Fordow’daki tesisin giriş ve çıkış tünelleri bombalandı. Yeraltındaki santrifüj alanlarına ise ulaşılamadığı iddia ediliyor. Natanz tesisinde kısmi hasar olduğu, İsfahan’daki uranyum dönüşüm kompleksinde ise büyük yapısal zararın meydana geldiği bildirildi. Ancak İran devlet televizyonu, “Bu saldırılar altyapımızı kalıcı olarak devre dışı bırakamaz. Tüm tesisler onarılacak” açıklamasını yaptı.
B-2 uçaklarının taşıdığı 30 tonluk mesaj… Saldırının en çarpıcı unsuru hiç kuşkusuz GBU-57 bombalarıydı. Bu, yalnızca B-2 Spirit uçaklarıyla taşınabilen, neredeyse 11 metre uzunluğunda ve 13.600 kilogram ağırlığında bir “sığınak delici” bomba. Betonun 60 metre altına kadar nüfuz edebiliyor. Teknik olarak mesaj net: “Saklandığın yerde de buluruz.”
Ama hedef sadece beton değil. Bu bombalar, aynı zamanda psikolojik etki yaratmak, caydırıcılığı tahkim etmek için tasarlanıyor. ABD, İran’a değil; aynı zamanda Rusya, Çin ve tüm dünyaya mesaj verdi: “İradesizliğe yer yok.”
Nükleer olmayan ülkeye nükleer korkuyla saldırmak
İronik ama gerçek: İran’ın elinde nükleer silah yok. Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması’na (NPT) taraf olan İran, defalarca UAEA denetimine açık kapı bıraktı. Halen resmi olarak silah düzeyinde uranyum üretmiş değil. JCPOA olarak bilinen 2015 tarihli anlaşma ile bu program tamamen şeffaf hale getirilmişti. Ta ki 2018’de, Trump yönetimi bu anlaşmayı tek taraflı olarak yırtıp atana kadar.
İsrail’in ise yaklaşık 45–80 nükleer savaş başlığı olduğu tahmin ediliyor. Ancak İsrail, NPT’ye taraf değil. Hiçbir nükleer denetime de tabi tutulmuş değil. Buna rağmen, İran’ı “nükleer silah geliştirebilir” gerekçesiyle hedef göstermek, küresel hukukta skandaldan başka bir şey değil.
“Haritadan silmek” efsanesi
İran’ın İsrail’i “haritadan silmekle tehdit ettiği” argümanı da bir kez daha masaya sürüldü. Ancak bu iddia 2005 yılında dönemin İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın yaptığı bir konuşmanın çarpıtılmasına dayanıyor. Söz konusu ifade, “Siyonist rejim tarihin çöplüğüne atılmalıdır” şeklindeydi ve rejime yönelikti — bir halkı yok etmeye değil.
Üstelik o dönemde bile İsrail istihbarat yetkilileri bu söylemin ideolojik ve sembolik düzlemde olduğunu, fiili bir tehdit oluşturmadığını kabul etmişti. Ancak bu çarpıtma, yeni bir savaşın psikolojik zeminini hazırlamak için tekrar tekrar servis ediliyor.
Hastaneler ve sivillerin gölgesinde kalan adalet
ABD saldırısı sırasında İran’ın Kum kentinde Farabi Hastanesi’nin zarar gördüğü, birkaç sivilin hayatını kaybettiği iddiaları İran basınında yer aldı. Bu iddialar henüz bağımsız kaynaklarca doğrulanmadı. Ancak şu soru ortada: Eğer bir hastanenin vurulması savaş suçudur — ki öyledir — Gazze’de vurulan onlarca hastane neden hâlâ gündem dışı?
İsrail’in Şifa Hastanesi, El-Ehli Arab Hastanesi, Endonezya Hastanesi, Nasser Hastanesi ve onlarca BM destekli okul ve barınak sistematik olarak hedef alındı. Dünya Sağlık Örgütü’nün açıklamasına göre, Gazze’de sağlık altyapısı “kasıtlı olarak çökertildi.” Ama bu da “meşru müdafaa” kılıfı altında sunuldu.
Putin’in uyarısı ve nükleer uçurum
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, uyardı, “Bugün dünya, Üçüncü Dünya Savaşı’na her zamankinden daha yakın.” Bu ifade bir spekülasyon değil, artık bir olasılığın kabulü. Çin, “provokasyon” diyerek saldırıyı kınadı. Avrupa Birliği içinden “diplomasiye dönülmeli” sesleri yükseldi. Ancak NATO’nun doğu kanadından farklı sesler geldi: Litvanya ve Polonya, ABD’ye destek açıklaması yaptı.
Dünya, hızla kutuplaşıyor. Yeni eksenler oluşuyor. Bir yanda ABD–İsrail liderliğinde müdahale cephesi; diğer yanda Rusya, Çin ve İran’ın kurmaya çalıştığı direnç ekseni. Ve arada kalanlar — Türkiye dahil — zor kararların eşiğinde.
Gerçek tehdit neydi?
Şimdi şu soruyu sorma zamanı: Bu operasyon gerçekten bir “nükleer tehdit”i mi önledi, yoksa yeni ve daha büyük tehditlerin kapısını mı açtı?
İran’ın nükleer silahı yoktu. Geliştirdiğine dair güçlü delil de yok. Ancak artık bir saldırıya uğradı, yani meşru müdafaa gerekçesiyle karşılık verme hakkına sahip. Bu karşılık, sadece ABD üsleriyle sınırlı kalmayabilir. Körfez’deki enerji akışı, İsrail’in iç güvenliği, Lübnan, Irak ve Suriye’deki vekil güçler üzerinden yürütülen hibrit savaş yeni bir boyut kazanabilir.
Gerçekten barış isteniyor mu?
ABD’nin “barış için” bir ülkeyi bombalaması, tıpkı Irak’ta “özgürlük” için yapılan işgali hatırlatıyor. Libya’da “insani müdahale”, Afganistan’da “terörü bitirme” gibi argümanlar da aynı kefede.
Ancak tarih gösterdi ki bombalar barış getirmez. Her bomba, yeni bir öfke tohumu eker. Her sığınak delici bomba, yerin altını değil; güvenin zeminini delip geçer.
Mustafa Kemal Atatürk’ün “Vatan müdafaası dışında savaş bir cinayettir” sözü bugün her zamankinden daha güncel.
Ve şu an yaşananlar bir milletin savunması değil; stratejik kibirin, emperyal müdahale alışkanlığının ve nükleer ikiyüzlülüğün ürünüdür.
Sırada ne var?
– İran’ın yanıtı ne olacak? Füze mi, siber saldırı mı, vekil savaşlar mı?
– Körfez’de enerji fiyatları ne kadar artacak?
– Rusya ve Çin ne zaman daha sert pozisyon alacak?
– NATO içinde bölünmeler derinleşecek mi?
– Türkiye gibi “iki tarafla da konuşabilen” ülkeler ne yapacak?
Bu sorular, savaşın seyri kadar diplomatik manevra alanlarını da belirleyecek.
Tarih hatırlar
Bu saldırı, tarih kitaplarına yalnızca bir askeri operasyon olarak değil; uluslararası hukukun, vicdanın ve diplomatik çabanın nasıl bir kenara atıldığının kaydı olarak geçecek.
Ve tarih bir gün soracak: Gerçekten tehdit kimdi?
Ve cevap çok açık olacak: En büyük tehdit, adaletsiz barış kılıflarıyla sunulan savaşlardır.