İstanbul
Açık
15°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
42,5320 %0.06
49,6229 %0.05
5.774,35 % 0,37
91.994,98 %-1.433
Ara

Uzun süreceğe benzeyen bu ateş bizi sarar mı?

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Uzun süreceğe benzeyen bu ateş bizi sarar mı?

Bu satırları -artık savaş demek gerekiyor- İsrail'in İran'a saldırılarının başladığı ve İran'ın füzelerle karşılık verdiği sıcak çatışmanın bir haftayı doldurduğu gün (perşembe öğleye doğru) kaleme alıyorum. Savaşı naklen izlediğimiz bir safha daha maalesef…

ABD DESTEĞİNDEKİ İSRAİL ASKERİ HAREKATININ SİYASİ AMACI NE?

Öncelikle belirteyim; her askeri harekatın bir siyasi amacı vardır. Aynı zamanda da savaş,  politikanın başka araçlarla devamıdır. 

Buradan baktığımızda anlaşılıyor ki amaç birliği içinde gözüken ABD ve İsrail'in İran'a yönelik tahripkar saldırılarının asıl amacı nükleer tesislerini bertaraf ederek bir tehdit olmaktan çıkarmak değil. Zaten öyle olsaydı ABD-İran'ın nükleer alandaki müzakereleri sürerken ve yeni bir oturuma birkaç gün kala ansızın ama çok önceden planlandığı belli olan saldırılar başlatılmazdı. Asıl amaç açık edildi; İran'daki Molla rejimini tasfiye etmek ve Batı yanlısı devrik şahın (Muhammed Rıza Pehlevi) oğlunu (Rıza Pehlevi; geçenlerde kızını bir Yahudi iş insanı ile evlendirdi) İran'ın başına geçirmek! Yani,  İran da Suriye gibi Batı'ya mecbur ve uysal,  zararsız bir devlet olsun istiyor ABD ve İsrail. Suriye'yi 13 yılda felç ederek fidelikte yetiştirdiği Şara'yı Suriye'nin başına geçiren ama İsrail eliyle Suriye'nin askeri gücünü neredeyse sıfırlayan -ve üstelik YPG-PYD'yi alabildiğine ağır silahlarla donatıp eğiten-  ABD muhtemelen aynı politikayı İran üzerinde de uygulamak istiyor. Bu bağlamda -eğer başarılırsa- İran'a dönük askeri saldırıların uzun süreceği,  ilk etapta İran'ın nükleer ve askeri tesisleri ile füze rampalarının; giderek uçak ve gemi filosunun etkisiz hale getirilmek istendiği açık. Bir yandan da siyasi propaganda ve psikolojik harekat ile rejimin halk desteğinin azaltılması hedefleniyor. Örneğin,  Rıza Pehlevi, Molla rejiminin devrilmesinin ardından 100 günde İran'ı rayına oturtacağını deklare ederken,  Trump da Hamaney'in yerini bildiklerini ama hemen öldürmeyeceklerini, iktidarı teslim etmelerini beklediklerini ifade ediyor! 

İRAN KAYBEDERSE DAHA O ZAMAN KAYBETTİ!

Bana kalırsa,  İran bu savaşı aslında daha İsrail'in Hamas ve Hizbullah'a darbe vurduğunda ve ardından Esad rejimi çöktüğünde kaybetti! Vekalet unsurlarının devre dışı kaldığı koşullarda yarım yüzyıla yakındır ambargo altındaki İran'ın gücünün ABD aktif desteğindeki İsrail'e yetmeyeceği açıktı (İran yönetimi eminim ki şimdi "Biz neden Hamas saldırısının hemen ardından daha gözünü  açamadan İsrail'e füze yağdırıp perperişan etmedik?" diye dövünüyordur). "Kaybetti" derken İran için, tarafları  uluslararası destek açısından da değerlendiriyorum. İsrail,  sadece ABD tarafından değil,  bütün Batı'nın desteğini almış durumda şimdiden. Emperyal koalisyon devrede. Yahudi vatandaşlarına Naziler eliyle dünyanın en büyük suçunu işleyen Almanya İsrail'in saldırısına övgü diziyor! İran İslam Devrimi öncesinde Humeyni'yi Türkiye’den sonra 1974-1979 arasında Paris'te ağırlayan Fransa da Almanya'dan geri kalmıyor! Rusya ve Çin ise İran'a çok açık bir destek verme pozisyonundan oldukça uzak, hem de Çin'in kullandığı petrolün1/4'ünü İran'dan almasına karşın (Oysa,  ABD açısından 'İran'ın 'düşürülmesi', aynı zamanda Çin'in zayıflatılması,  çevrelenmesi demek). Tabii yine İran için "kaybetti" derken,  bunun çok da kolay olmayacağını,  yukarıda işaret ettiğim gibi çok uzun süre alabileceğini de notlarıma eklemem gerek. Şu da bir gerçek ki, Mollalar İran'ı ile ABD desteğindeki İsrail arasında bundan sonra bir barış olacağını sanmıyorum. Bu çok zayıf bir olasılık. İsrail ve ABD, siyasi amacına ulaşana kadar ama yüksek ama düşük yoğunluklu olarak savaşı sürdürmeye meyilli gözüküyor. Bir bakıma, özetle Suriye'de ayrılıkçı Kürtleri kara gücü haline getiren, Şam'ı ve Beyrut'u İsrail ile birlikte kontrol altına alan ABD,  yine İsrail üzerinden tahrip ederek İran'ı da etkisi altına alıp bütün Ortadoğu’da kontrolü ele geçirmek istiyor. Derdi gücü bu. Böylelikle kendisi için çok önemli olan Asya-Pasifik güç dengelerinde avantaj da elde etmeyi istiyor. İsrail de böylece bekasına dönük başlıca engeli etkisiz kılmak,  'vaat edilmiş topraklar' hedefinin güya önünü açmak istiyor! 

İKİ TARAFIN GÜÇ UNSURLARI VE DENGESİ 

Peki İsrail-İran savaşında güç dengeleri ne durumda? İsrail,  dünyada dördüncü büyük hava savunma gücüne sahip. Füzelere ve uçak saldırılarına karşı çok katmanlı bir hava savunma gücüne sahip. Kesin vuruş kapasitesi ve teknolojik üstünlüğü var. Hızı yüksek ve istihbarat unsuru güçlü. İran'ın füze rampalarını koruduğu ölçüde füze gücü yüksek,  geniş yüzölçümü ile savunma derinliği var. Ayrıca zayıflasa da vekalet unsurları ile asimetrik savaş yeteneği var. Fakat iki devletin savaşında dengeleri her an değiştirecek bir de ABD faktörü var! Siyasi desteğin yanında askeri destekle ABD, İran'ın çöküşünü hızlandırmaya muktedir. Ancak yukarıda da değindiğim gibi İran'ın mukavemetini de ölçmek zor. Tarihinin en büyük saldırısı altındaki İran,  savaşın ilerlediği koşullarda bakalım nasıl ve ne kadar mukavemet gösterebilecek? 

ABARTILAN BİR İRAN İÇ ÇELİŞKİSİ 

Bu arada şunu da belirteyim; öteden beri İran için ileri sürülen Azeri-Acem çelişkisi abartılıyor.  Çünkü Azeriler kendilerini İran'da ikincil bir unsur değil,  bilakis İran'ın sahibi olarak görüyorlar.  Hatta şu andaki dini lider Hamaney'in de, Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan'ın da Azeri olduğunun altını çizeyim. Ayrıca,  Azerbaycan ile Güney Azerbaycan (yani İranlı Azerilerin yoğun yaşadığı bölge) arasında sıcak bir kontak yoktur. Hatta   malum, Azerbaycan-Ermenistan arasındaki çatışmalarda İran geleneksel olarak Ermenistan'ın yanında durmuştur. Kısacası,  İran'da bir 'Azeri ayaklanması' beklemek gerçekçi değil. Zaten Azeriler de Acemler de Şii ve bu faktör iki topluluk arasında güçlü bağlar oluşturmuş durumda. 

VAŞINGTON VE TEL AVIV, RİSK ALTINDAKİ ANKARA VE BAKÜ'YÜ HABERDAR ETTİ Mİ?

Bir nokta daha var; İran'ın çoğunluğunu oluşturan ve kendileriyle  aynı inanç sisteminde olan Azerbaycan,  İsrail ile stratejik bir işbirliği içinde. Hatta,  Azerbaycan'da Sovyetlerden kalma bir radar tesisi olan Gabala, İsrail'in kullanımında. Yani,  İsrail’de de bir 'Kürecik' bulunuyor!

Şunu da saptayabiliriz: Muhtemelen İsrail ve ABD, İran'a saldırının öncesinde Ankara ve Bakü'yü haberdar etmiştir! Mealen şöyle denmiştir:

"Bizim problemimiz İran rejimi ile,  sizinle değil. Bunu dikkate alarak gelişmeleri,  harekatımızı izleyin." 

Tevekkeli değil,  Ankara'dan çıkan sesler,  verilen tepkiler oldukça düşük yoğunluklu ve bu da enformasyonu doğrular nitelikte. 

Fakat,  Azerbaycan'da Gabala,  Türkiye’de Kürecik oldukça ve bu iki radar üssü İran'ın hedefi iken, haliyle bulunduğu ülkeler açısından risk iken nasıl olacak da Ankara ve Bakü taraf olmadan İsrail-İran savaşının ateşinden uzakta kalacak? Umarım bu ateş İran'ın hemen birkaç yüz km. yakınındaki ülkemizi de yalamaz. 

Şu sorunun yanıtı da önemli: Acaba İran'dan veya İsrail'den atılan füzeler, başka savaş araçları Türkiye'nin hava sahasından geçiyor mu? Dahası,  Kürecik radar üssü,  İran'ın salladığı füzelerin haberini İsrail ve ABD’ye kesinlikle veriyordur! O zaman Ankara,  nasıl tarafsız olacak? Tarafsızlık için Kürecik'in İsrail-İran savaşı süresince "körleştirilmesi-nötrleştirilmesi" gerekmez mi? Aynı şekilde,  bu savaşın devamında ABD aktif olarak devreye girerse Ankara,  tarafsızlığı sağlamak için Türkiye'deki İncirlik Üssü'nü ve NATO kapsamındaki Konya AWACS Üssü'nü pasife aldıracak mı? 

Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Fidan ve Genelkurmay bu soruların yanıtlarını umarım düşünüyordur. 

TÜRKİYE, ÇEKİNEN DEĞİL CAYDIRICI KONUMUNU YENİDEN KAZANMALI 

İki noktaya değinerek yazıyı noktalamak istiyorum. Birincisi, bilhassa iktidar yanlısı kanallardaki İsrail'in Türkiye'ye de 'bulaşabileceğine' yönelik tartışmaları ibretle, şaşırarak ve kızgınlıkla izliyorum! "Türkiye’nin İsrail'den çekindiği" gibi bir izlenim vermek yerine,  herkesin de İsrail'in de Türkiye’den çekineceği bir tablo oluşturmak iktidarın başta gelen görevidir. Türkiye,  caydırıcı, çıkarlarına göz dikildiğinde çekinilen bir devlet profili oluşturmak durumundadır AK Parti iktidarından önce olduğu gibi. Türkiye,  aynı zamanda güçlü fakat güvenilir bir profili edinmelidir. Dostlarına sonsuz güven,  potansiyel düşmanlarına gözdağı verebilmelidir. Tabiî bunun için aynı zamanda hukukunu ve demokrasisini korumalı,  iç cephesini sözde değil özde güçlendirmelidir. İç cephesini zayıflatan bir ülke her türlü fırsat kollayan düşman unsurun saldırısına çok açık olacaktır. Türkiye,  Kıbrıs Barış Harekatı'nda güçlü öç cephesi ile başarılı olmuştur. İç cephenin gücü Cumhurbaşkanı Fahri S. Korutürk, Başbakan Bülent Ecevit,  Başbakan yardımcısı Necmettin Erbakan ve Genelkurmay Başkanı Org. Semih Sancar'ın şahsında somutlaşmıştır. Millet,  bugünün savunma sanayii tesislerinin temelinin atılması için alyansını,  bileziğini,  cebindeki harçlığı devlete vermiştir. Bu İç cephenin gücünü sarsmak için emperyal odaklar ne yapmıştır? Destabilizasyon ve kontrolündeki asker ile darbe süreci, ASALA,  ardından PKK saldırıları... Özetle, Ankara bu süreçte İç cephesini örmeli,  ordu gücünü başta hava gücü olmak üzere önemsemeli ve caydırıcı olmalı,  ekonomisini üreten bir pozisyona geçerek güçlendirmelidir. Kırılgan bir ekonomi de zayıf ordu gücü gibidir. Ukrayna savaşın içinde buğday ihraç ederken,  Türkiye'nin hem de barışta buğday ithal etmesi,  tarım alanlarını günden güne yitirmesi zuldür,  asla kabul edilemez! 

BMGK ATEŞKES İÇİN DEVREYE GİRMELİ,  DÜNYA NÜKLEER SİLAHLARDAN ARINDIRILMALI

İkincisi,  ordu gücüne,  istihbarat ve bağlaşıklık ilişkilerine göre kıyaslama yapıldığında İran'ın kaybetmeye daha yakın olduğunu işaret ettim ancak bu kaybetmesini istediğim anlamına gelmez! Benim yaptığım bir tespit. Doğrusu ise şu: BM Güvenlik Konseyi İsrail-İran savaşına derhal müdahale ederek ateşkes için çaba harcamalıdır. Türkiye'nin duruşu da bu yönde olmalıdır. Çin ve Rusya, ABD'yi istediği gibi at koşturacak bir yönelimi hususunda uyarmalı ve BMGK'da dizginlemelidir. İsrail'in şımarıkça bir şerif gibi uluslararası hukuk ve teamüllere aykırı şekilde bölge ülkelerine güya "önleyici saldırı" konsepti ile "haydut devlet" edasında saldırmasının önüne geçilmelidir. Öteyandan,  İran'ın da nükleer programını enerji ötesine geçirmesi tabii engellenmeli ama bu da BM marifetiyle olabilmelidir. Ve tabii yine sadece İran'ın değil,  nükleer silaha veya geliştirme programına sahip bütün devletlerin eş zamanlı olarak nükleer silah ve geliştirme programlarından arındırılması BM'ce sağlanmalıdır. "Nükleer silah sadece bizde olsun,  başkasında olamaz,  olursa da tepesine biner bertaraf ederiz" yaklaşımı çok tehlikeli ve dünyayı iyi bir yere götürmeyecek bir yaklaşımdır. 

İran,  bir din devleti mi? Orada Molla rejimi mi var? İran'ın çoğulcu demokrasiye,  hukuka yaklaşmasına yardımcı olmak ve gerisini İranlılara bırakmak gerekir. Ülkelerin resimlerini değiştirmek ve nasıl yönetilecegine karar vermek vatandaşlarının işidir. 

Dileğim,  İsrail ve İran arasındaki ateşkesin bir an önce sağlanması…

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *