İfadeye ve Demokrasi Nodüllerine...
Bir sırrı uzun süre saklarsanız, her şey sır gibi gelir.
Başlangıçta yalnızca bir taneydi. Küçük bir detay, belki de kimseyi ilgilendirmeyen basit bir giz. Ama zaman geçtikçe, saklanan o tek şeyin çevresine bir duvar örülür. Kelimeler seçilirken daha dikkatli olunur, bakışlar daha temkinli, sessizlik daha sık yer edinir. Derken bir bakarsınız, sadece o sırrı değil, bütün hayatı saklamaya başlamışsınız.
Gerçek bile fısıltıyla konuşur olmuştur.
Zaman ilerledikçe, sakladığınız şey yalnızca bir bilgi olmaktan çıkar; bir duyguya, bir tavra, bir yaşam biçimine dönüşür. Kendinizi korumak için uydurduğunuz küçük suskunluklar, zamanla karakterinizin ana dili olur. Gerçeği saklamaktan çok, artık her şeyi gizli yaşamak istersiniz.
Çünkü bir sırrı uzun süre taşıyan biri, açıkta kalan her şeyin savunmasız olduğunu öğrenmiştir. Konuşmaktan değil, şeffaflıktan korkar hâle gelirsiniz. Ve bir gün, birisi size basit bir soru sorduğunda, sanki en mahreminize dokunulmuş gibi irkilirsiniz:
Artık sır yalnızca bir şey değil, siz olmuşsunuzdur.
Kafka’nın Gregor Samsa’sını düşünün. Bir sabah devasa bir böceğe dönüşen adam, sadece bedenini değil, içindeki en mahrem sırrını da saklamak zorundaydı. Sessizliği ve yabancılaşması, sırla örülmüş yeni bir dünyaya kapı aralamıştı. O artık kelimelerle değil, suskunlukla konuşuyordu.
İnsanlarla kurduğunuz ilişkilerde de bu sessiz gölge peşinizi bırakmaz. Dostluklar, sohbetler, aşk bile bir perdenin ardından yaşanır. Kendinizi anlatmaktan değil, görünmekten çekinirsiniz. Çünkü bir noktadan sonra kim olduğunuza değil, neyi gizlediğinize göre var olursunuz. İnsanlara yaklaşmak tehlikeli gelir; çünkü yaklaşmak, açılmak demektir ve siz artık açılmanın ne kadar kolay kırılabildiğini bilirsiniz. O yüzden temkinli cümleler kurarsınız, içtenlikli olmaktan çok, dikkatli olmayı seçersiniz. En yakınlarınız bile gerçek sizi tanımaz; çünkü siz bile neyi sakladığınızı unutur hâle gelmişsinizdir.
Gregor’un dönüşümü, sadece fiziksel bir değişim değil; aynı zamanda içinde yaşadığı toplumdan, ailesinden ve en önemlisi kendinden bir kopuştu. O gizli kalan korkular, dile getirilemeyen düşünceler ve açığa çıkmayan gerçekler, onu görünmez kılmıştı. Suskunluk onun tek sığınağıydı. Ama bu sığınak aynı zamanda bir hapishaneydi. Onu özgürlüğünden mahrum eden bir kapan gibiydi.
Başta kendini korumak için susarsın; ama sonra fark edersin ki bu korunak, kendi ellerinle ördüğün bir labirente dönüşmüş. Ne kadar az şey paylaşırsan, o kadar güvende olduğunu sanırsın. Oysa asıl güven, paylaşmakta değil midir? Gerçek bağlar, açıklıkla kurulmaz mı?
Fakat artık o noktadan geri dönmek kolay değildir. Çünkü uzun süredir sustuğun bir şeyi dile getirmek, onu sadece açığa vurmak değil; aynı zamanda onunla yüzleşmek demektir. Ve çoğu zaman insanlar, başkaları duymasın diye değil, kendileri duymaya cesaret edemedikleri için sırları saklar.
Gregor’un ailesi de onun değişimini kabul etmekte zorlanır, çünkü bu yeni hali kabullenmek, onların da kendi gerçekleriyle yüzleşmesini gerektirir. Böylece sırlar, yalnızca saklanan kişi için değil, çevresi için de bir yük haline gelir.
Belki de bu yüzden bazı insanlar sessizdir; anlatmadıkları için değil, anlatamayacak kadar derinlere gömdükleri için. Bazı cümleler dilin ucuna gelse de susulur; çünkü o sır artık sadece bir bilgi değil, bir yara gibidir: Kanamadığı sürece varlığı unutulur. Ama unutmak da iyileşmek değildir. İnsanın en çok kendisine dürüst olması gerekirken, bazen en çok kendinden saklanır.
Bu durumda Kafka’nın Gregor Samsa’sı gibiyizdir aslında. Bir sabah ansızın değişiriz, içimizde sakladığımız o mahrem sır bedenimizi, hayatımızı hapseder. Artık sözsüzlükle konuşur, kelimelerden uzaklaşırız. O sır, bizi bizden koparır, kendimize ve yaşadığımız dünyaya yabancılaştırır.
Ve gün gelir, bir vitrine takılır gözünüz. Aynaya bakar gibi bakarsınız ona… Yazılan bir cümle, bir çift göz gibi bakar size: Tanıdık ve oldukça yakın. Volkan gibi patlamaya başlar nodüle dizilmiş suskunluklarınız. Hayatınız: Mahrem sandıklarınız.
Paylaşmaya gelmiştik oysa... her şeyi.
Kendine bile yabancılaşmışsın, der vitrindeki o yazı:
Çünkü bir sırrı çok uzun süre sakladığınızda, her şey size sır gibi gelir. Kendiniz bile.