Kıbrıs’ta ezber bozulmadan yeni sayfa açılmaz
BM Temsilcisi Holguín bugün İstanbul’da Dışişleri Bakanı Fidan’la görüşüyor.. Temmuz’daki zirveye günler kala diplomatik kulisler hareketli, ama liderler hâlâ pozisyonlarında sabit. Mülk krizi, Yeşil Hat gerilimi ve dış politika çatallaşmaları, yeni bir çözüm dalgasından çok, kontrollü bir kırılmaya işaret ediyor.
Yusuf Kanlı
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Temsilcisi María Ángela Holguín Cuéllar, geçtiğimiz hafta Lefkoşa’da tamamladığı temaslarının ardından diplomasi turuna Türkiye ve Yunanistan ile devam ediyor. Bugün İstanbul’da, Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile bir araya gelecek Holguín’in bu teması, Temmuz sonunda New York’ta yapılması planlanan gayrıresmî genişletilmiş BM zirvesi öncesi en kritik duraklardan biri olarak değerlendiriliyor.
Fidan ile Holguín’in görüşmesi, yalnızca Türkiye’nin çözüm parametrelerine dair pozisyonunun netleşmesi açısından değil, aynı zamanda diplomatik sürecin yeniden başlatılmasına dair niyetin ölçülmesi açısından da özel bir anlam taşıyor. Görüşme öncesinde bu önemli buluşmaya dair kamuoyuna yansıyan detay az olsa da, diplomatik kulislerde bunun Holguín’in hazırlayacağı rapora yön verecek “kilit temas” olduğu ifade ediliyor.
Liderler değişmedi, ezberler sürmekte
Rum lider Nikos Hristodulidis, müzakerelerin yeniden başlamasını desteklediğini vurgulamayı sürdürüyor. Ancak bu destek, çözüme değil, sürecin devamına yönelik bir arzuyla sınırlı kalıyor. Statükoya karşı olduğunu söylemesine karşın, siyasi eşitlik ve iki taraflılık gibi temel konularda hâlâ 1960’ların zihinsel kalıplarını koruyor. Bu durum, BM sürecinin sonuç yerine “devam ediyor görünme” işlevine indirgenmesi riskini doğuruyor.
Türk lider Ersin Tatar ise, görüşmelere yalnızca “egemen eşitlik” temelinde başlanabileceğini savunuyor. Bu duruş, Türkiye’nin 2017 Crans-Montana sonrası belirlediği yeni çerçevenin bir uzantısı. Ancak bu pozisyon, dış dünyada yapıcı değil “engelleyici” olarak algılanma tehlikesini barındırıyor. Tatar’ın Ankara ile tam uyum içinde mi hareket ettiği, yoksa “uyumlu görünerek” farklı bir yerel dengeyi korumaya mı çalıştığı da diplomasi kulislerinde sorgulanan konular arasında.
Mülkiyet krizi: Çözümden uzaklaştıran yeni cephe
Kıbrıs’ta çözüm masasının toplanmasından bile önce, adanın doğrudan çatışma üretmeye başlayan yeni başlığı: mülkiyet krizi.
- Güney Kıbrıs’ta iki Macar yatırımcının mahkûm edilmesi,
- Türk Yahudisi iş insanı Simon Aykut’un tutuklu yargılanması,
- Tatar’ın Rum lideri “mülk meselesiyle siyasi terör uygulamakla” suçlaması,
krizin artık bireysel haklardan çıkıp jeopolitik mesaj taşıyan bir dosyaya dönüştüğünü gösteriyor.
AB’nin temel ilkeleri olan mülkiyet hakkı, adil yargı ve yatırım güvenliği açıkça ihlal edilirken, Brüksel’in sessiz kalması Kıbrıslı Türk tarafında derin bir güvensizlik yaratıyor. Bu konunun Temmuz zirvesinde gündeme gelmemesi halinde, yalnızca çözüm süreci değil, AB’nin kendi değerler sistemi de ciddi bir meşruiyet kriziyle yüzleşebilir.
Yeşil Hat ve Şengen: Teknikten siyasal kopuşa
Bu kriz hattına paralel gelişen başka bir başlık daha var: Yeşil Hat Tüzüğü ve Güney Kıbrıs’ın Şengen Alanı’na entegrasyon süreci. Eğer AB, Yeşil Hat Tüzüğü’nü Kıbrıslı Türkleri muhatap almadan güncellerse, bu hattın fiilen Avrupa Birliği’nin dış sınırına dönüşmesi söz konusu olacak. Bu ise yalnızca coğrafi değil, hukuki ve siyasal bir tanıma anlamı taşır.
Kıbrıslı Türkler açısından Yeşil Hat, yalnızca fiziksel bir geçiş değil, dış dünyayla kurulan hayati bir irtibat noktasıdır. Bu hattın tek taraflı şekilde daraltılması, çözüm umutlarını değil, adadaki ayrılığı kurumsallaştıran bir uygulamaya dönüşebilir.
Öte yandan, gerek mülkiyet krizinin gerekse de Şengen gelişmesinin Hristodulidis’in “çok da dostça olmayan planlarının parçası” olarak değerlendirildiği de diplomatik kulislerde sıkça dillendiriliyor.
Gerapetritis ve Fidan’ın rolü
Kıbrıs dosyasındaki diplomatik kulislerde son dönemde en dikkat çekici gelişmelerden biri, Türkiye ve Yunanistan dışişleri bakanlarının süreçteki etkisinin artması. Her iki isim de geleneksel söylemleri aşma kapasitesine sahip, teknik donanımı yüksek ve liderlerden zaman zaman farklı tonlar kullanan figürler olarak öne çıkıyor.
Yunanistan Dışişleri Bakanı Giorgos Gerapetritis, akademik geçmişiyle tanınan ve uluslararası hukuku teknik ayrıntılarına hâkim biçimde okuyan bir dış politika aktörü. Statükoyu yalnızca siyasi değil, insani ve hukuki açıdan da sürdürülemez bulan Gerapetritis, müzakere sürecinin “sadece sürecin kendisiyle yetinilerek yürütülmesini” reddediyor. Görüşmelerin başlatılması kadar, bunların çözüm hedefli ve sonuç odaklı olması gerektiğini savunuyor.
Bu tutumu, hem Atina’daki siyasi karar alıcılar hem de Lefkoşa’daki muhataplarıyla zaman zaman gerilimli ilişkiler doğuruyor. Başbakan Miçotakis’in daha “dengeci” çizgisine kıyasla, Gerapetritis’in pozisyonu daha hareketli ve alternatif çözümlere açık. Bu nedenle Kıbrıs Rum lideri Nikos Hristodulidis, Gerapetritis’in “fazla inisiyatifli” tavrını kimi zaman müdahale olarak görüp rahatsızlık duyuyor. Bu da Atina–Lefkoşa hattında alışılmadık bir diplomatik sürtüşmeye neden oluyor.
Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, güvenlik ve istihbarat kökenli bir profesyonellikten gelen ama aynı zamanda son derece sistematik ve kurumsal çalışan bir aktör olarak dikkat çekiyor. Türkiye’nin Kıbrıs meselesine yaklaşımında jeopolitik hassasiyetlerle diplomatik dengeyi birlikte gözeten bir pozisyon geliştiriyor. Son dönemde gerek Kıbrıs Rum gerekse de Kıbrıs Türk tarafının olumlu bakmamasına rağmen María Ángela Holguín Cuéllar’ın BM Genel Sekreteri’nin tekrar “Özel Temsilcisi” olarak atanması önerisinin Fidan’dan geldiği yönündeki iddialar, onun süreci yalnızca izleyen değil, şekillendiren bir aktör haline geldiğini gösteriyor.
Ankara, Fidan döneminde Kıbrıs dosyasını sadece “ulusal dava” söylemiyle değil, uluslararası denklem içinde pozisyon alan bir diplomatik konu olarak işlemeye başladı. Fidan’ın dili hem daha ölçülü hem de teknik temellere dayanıyor. Ancak bu tutum, gerek Türkiye’de gerekse de KKTC’de zaman zaman daha sert ve mutlak ifadelerle yürütülen siyasi söylemle tam örtüşmeyebiliyor. Bu nedenle, kulislerde “Fidan ile Türk siyasetinde etkili bazı diğer güç merkezleri arasında ton farkı var mı?” sorusu da zaman zaman dillendiriliyor – bu farkın siyasi değil, yöntemsel olduğu söylenebilir.
Gerapetritis ve Fidan, iki farklı başkentte benzer konumlara sahipler: Hem çözüm arayışlarının önünü tıkamadan ilerlemeye çalışan hem de siyasi merkezle teknik denge arasında hassas bir çizgide yürüyen aktörler. Her ikisi de liderlerinin söylemlerini harfi harfine tekrarlamak yerine, süreç içinde alan açan, zaman kazandıran ve alternatif üretebilen figürler.
Ancak bu pozisyonun da bedeli var. Liderlerinden farklı düşünen dışişleri bakanları, bir yandan diplomasiye esneklik kazandırırken, diğer yandan iç politikada yalnızlaşma veya hedef haline gelme riskini göze almış durumdalar.
New York zirvesi: Karar anı mı, tören mi?
Tüm bu başlıklar, Temmuz sonunda New York’ta yapılması planlanan Mart ayında gerçekleştirilen Cenevre toplantısı benzeri 5+1 çok taraflı buluşmaya yüklenen anlamı daha da artırıyor. New York buluşması yalnızca Holguín’in raporunun sunulacağı bir prosedür toplantısı mı olacak, yoksa taraflara “ya gerçek adım ya kurumsal kopuş” diyebilecek bir dönüm noktası mı?
Eğer bu zirve de geçmiş örneklerdeki gibi yalnızca “niyet tazeleme” ile sınırlı kalırsa, yeni bir çözüm sürecinden değil, ayrılığı yönetme sürecinden söz etmemiz gerekecek.
Ezber değişmezse, sahne dağılır
Kıbrıs’ta hâlâ aynı türkü söyleniyor olabilir. Ama bu kez orkestrada notalar değişiyor.
Statüko göründüğü kadar sağlam değil; sadece yüksek sesle tekrarlanıyor. Mülkiyet krizinden Yeşil Hat’a, SAFE’den Şengen’e, Fidan’dan Gerapetritis’e uzanan çok katmanlı diplomatik alan, artık çözüm için değil, kırılmaları yönetmek için yeniden şekilleniyor.
Eğer liderler hâlâ ezberlerini sürdürmekte ısrar ederse, çok uzak olmayan bir gelecekte çözüm umutları değil, kontrollü ayrılık modelleri konuşulacak. Ve o zaman, sadece masa değil, sahnenin tamamı dağılmış olacak.