27 Mayıs 1960'tan bugüne dersler

Birkaç gün önce 27 Mayıs İhtilali'nin yıldönümüydü. Askerlerin hiyerarşik olmayan bir şekilde ilk ve tek olarak iktidara el koyduğu 27 Mayıs, üniversite gençliği, sivil toplum ve aydınların da içinde yer aldığı bir aksiyondu. Bu boyutuyla kansız bir ihtilal olarak tarihe geçti. 27 Mayıs'ın öngünlerindeki 555 K , 28 Nisan Beyazıt gibi kitlesel halk ve gençlik hareketleri iktidarı sarsan eylemlerdendi. 27 Mayıs, birçok yönüyle özellikle getirdiği anayasa ile diğer askeri müdahalelerden ayrılır. 27 Mayıs sonrasında ihdas edilen fakat 12 Eylül cuntacılarının kaldırdığı "Hürriyet ve Anayasa Bayramı" da istibdat girişimine karşı özgürlüğü ve buna dayalı anayasayı vurgular.
Ne var ki Menderes, Zorlu ve Polatkan'ın idamı 27 Mayıs'ın meşruiyetini gölgeledi. Ki, bu üç idam fazla değil, 12 yıl sonra "üçe üç!" nidaları arasında Üç Fidan'ın idamını beraberinde getirdi. İki ayrı "üç idam" siyasi tarihimizde derin izler bıraktı.
İktidardaki Demokrat Parti'nin gemi iyice azıya alarak kurduğu Vatan Cephesi ile ülkede aşırı bir kutuplaşma iklimi oluşturması, TBMM'de tamamen DP'li milletvekillerinden oluşan bir Tahkikat Komisyonu kurularak yargılama yetkisi verilmesi; bu komisyonun hukuku adeta ıskartaya çıkarmaya kalkması ve CHP'yi kapatmaya yeltenmesi 27 Mayıs'ın adeta ebeliğini yapan adımlardı.
Asıl olarak bu yazıda 27 Mayıs ve sonuçlarına değil, "Ne olmasaydı 27 Mayıs olmazdı?" sorusuna yanıt aramaya çalışacak ve 1950'lerin sonları ile bugünler arasındaki benzerlikler üzerinde duracağım.
KURUCU PARTİ CHP ÇOĞULCU DEMOKRASİYİ İÇİNE SİNDİRDİ
1)14 Mayıs 1950'deki genel seçimlerde CHP'nin lehine olacağını düşündüğü seçim sisteminin azizliğine uğraması, bumerang olması sonucunda CHP'den Dörtlü Takrir ile ayrılan Bayar, Menderes ve arkadaşlarının 1946'da kurduğu DP iktidara geldi ve 1923-1950 arasındaki 27 yıllık CHP tek parti iktidarı son buldu. Cumhurbaşkanı ve CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, seçim sonucunu soğukkanlılıkla karşıladı, hatta yenilgisini "zafer" olarak niteledi. Çünkü, çoğulcu demokrasi işlemiş ve iktidar serbest seçimlerde el değiştirmişti. 1954 seçimlerinde de DP seçimleri kazandı fakat 1958 seçimlerine kadar iktidarı sürdürmekte zorlanacağını öngörerek seçimleri erkene alıp 1957 sonbaharında yapmaya karar verdi.
DP İTTİFAKI YASAKLAMASA DEMOKRASİ RAYINA OTURACAKTI
2)1956'dan itibaren ülkede işler iyi gitmiyor, iktidar partisi DP kaynıyordu. DP'den ayrılan bir grup Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu liderliğinde Hürriyet Partisi'ni kurmuştu. CHP, 1957 erken seçim kararı alınınca HP ve Osman Bölükbaşı liderliğindeki Cumhuriyetçi Millet Partisi ile güçbirliği (ittifak) arayışlarına girmiş; üç parti sonunda bir Güçbirliği Deklarasyonu'nda mutabık kalarak kamuoyuna açıklamıştı.
3)Güçbirliği Deklarasyonu DP iktidarını ürkütmüş, Menderes kılıcı çekerek meclisteki çoluğunu ile ittifakı yasaklamıştı! (İttifak 2018'e kadar yasak olarak kaldı) Böylece üç parti seçime birlikte giremeyince CHP'nin oyu yüzde 42'ye yaklaşsa da yüzde 50'nin altına düşen DP yüzde 47 ile üçüncü kez iktidara geldi.
4)Menderes ve Bayar, ittifakı yasaklamasa, Güçbirliği (CHP-HP-CMP) seçimi kazanacak ve yedi yıl sonra ikinci kez serbest seçimlerle iktidar el değiştirmiş olacak; Türkiye seçimle iktidara gelinen ve iktidarın seçimle el değiştirdiği bir çoğulcu demokrasiyi oturtmuş olacaktı.
5)Maalesef, 1957 seçimleri istikrar yerine kaosu artırdı, DP iktidarı akıl danıştığı Prof. Dr. Ali Fuat Başgil'i de dinlemeyerek mutedil adımlar yerine sertliği seçti ve nihayet bu süreç 27 Mayıs 1960'a kadar ilerledi.
KEŞKE..
6)Keşke DP 27 Mayıs'ın ebeliğini yapmasaydı, keşke 27 Mayıs olmasaydı,, keşke Menderes, Zorlu, Polatkan idam edilmeseydi. Ve keşke DP 1957 seçimleri öncesinde ittifakı yasaklamasaydı, hadi yasakladı, keşke Prof. Dr. Başgil'e kulak verebilseydi, keşke Bayar "Bilakis, tenkil, tenkil!" demeseydi de danışılan hocanın itidal tavsiyesine kulak assaydı.
O GÜNLER VE YAŞADIĞIMIZ GÜNLER
Bugünün Türkiye'sinde yaşananlarla 1957 seçimlerinden sonra bilhassa 1958'in ikinci yarısı ve 1959 ile 27 Mayıs 1960'a kadar yaşananlar büyük benzerlik gösteriyor. Cumhur İttifakı iktidarı, kendisi de ittifaka mecbur olduğu için İttifakı yasaklayamıyor ama CHP'nin Kürt demokratları ile ittifak yapmasını soruşturma konusu yaparak belediye başkanı ve belediye meclis üyelerini görevden alıp tutukluyor yerine kayyım atıyor! Yargı alabildiğine araçssallaştırıyor, hukuk ayaklar altına alınıyor... Cumhurbaşkanı Erdoğan, rakibi olan İmamoğlu'nu iddianamesi bile ortada yokken 'suç örgütü lideri' ilan ediyor! Siyasi bir koltuk olan bakan yardımcılığı koltuğunda önceden oturan birisi, İmamoğlu'nun soruşturmasını yürütebiliyor! Medya üzerindeki baskı ve kontrol DP dönemini bile solladı! Dahası, iktidar, CHP Kurultayı'nda ortaya çıkan ve kendisini ilk seçimlerde alt eden parti yönetiminin elinden yönetimi alarak kayyıma vermeyi bile aklından geçirebiliyor!
ERDOĞAN'IN UNUTTUĞU
İktidar, devletin bütün kurumlarını ele geçirmiş olabilir... Anayasaya işine gelmediğinde uymayabilir... Ancak Erdoğan'ın unuttuğu bir faktör var; attığı demokrasi ve hukuk dışı adımlara dur diyerek meydanları, caddeleri dolduran halk var, canından bezen ve geleceğini karanlık gören gençler var, canından bezen emekliler var, milletin efendisi olmaktan çıkarılan üretici köylü var, asgari ücret kıskacındaki çalışanlar var, barınma sorunu ile inim inim inleyenler var, var da var...
ENİNDE SONUNDA O SANDIK GELECEK
Eninde sonunda sandık gelecek, ülke değişim sancıları çekiyor, değişim kaçınılmaz olacak. Muhalefet o sandığa sahip çıktığında mesele tamamdır. Hukuka ve demokrasiye dönüş sürecine girilmiştir. Fakat tarih Erdoğan'ı, demokrasinin gereğini yaparak iktidarı seçimin tecellisinin gereği olarak DP'ye veren İnönü gibi yazmayacak. Tarih onu seçime giderken rekabeti sakatlayan, araçsallaştırdığı yargı marifetiyle rakibini diskalifiye etmek isteyen, rakibi ile yarışmaktan korkan ve demokratik kurallar içinde geldiği iktidarı aynı kurallar içindeki bir yarışla bırakmak istemeyen bir kimlikle yazacak.
400'LE OLMAZ, OLAMAZ...
Yazıya son noktayı anayasa tartışmaları, daha doğrusu iktidar blokunun DEM'i de içine alabilmesi için anayasada yapmak istediği değişiklikler için koyalım... Erim erim eriyen Cumhur İttifakı'nın oyu yapılan anketlerin ortalamasına bakıldığında yüzde 40'ı geçmiyor. Zaten son yerel seçimde ak koyun kara koyun ortaya çıktı; CHP'nin birinci parti çıktığı seçimde AK Parti 2002'den o zamana kadar ilk kez ikinci parti olarak çıktı. Cumhur İttifakı'nın oyu mecliste anayasa değişikliği için yetmiyor. Bu durumda anayasa değişikiği için bastırması da abesle iştigal. Anayasa, bir toplumsal sözleşmedir ve nitelikli çoğunlukla değişiklik yapılmalıdır. Oysa, Erdoğan'ın, önceki günlerde açıkladığı partisinin anayasa değişikiği için oluşturduğu kurul, transferlerle kafasına koyduğunu yapmak istediğini gösteriyor. Aslında kurulda yer alan Prof. Dr. Serap Yazıcı Özbudun'un geçtiğimiz aylardaki transferi bugünlerin habercisiydi. Fakat birşey söyleyeyim mi; transferlerle de, DEM'le de 400'ü de bulamayacak Erdoğan. Çünkü MHP Grubu Anayasa 42 ve 66'ncı maddelerdeki değişiklik için çantada keklik değil. Erdoğan'ınki olmayacak duaya amin demek. Desin dursun da, bir de iyice gerilen memleketi daha da germek var. Anlaşılan kutuplaşmayı had safhaya çıkarmak istiyor iktidar. Oradan beslendiğini düşünüyor.
Evet, şairin dediği gibi; "hava kurşun gibi ağır"... Ve devam ediyor şair; "kurşun eritmeye çağırıyorum".
Not: Yazıyı çarşamba öğleden önce kaleme aldım fakat sonradan şu gelişme yaşandı; AK Parti'nin oluşturduğu anayasa hazırlık komisyonu üyeleri arasında yer alan Prof. Dr. Serap Yazıcı Özbudun'un komisyondan çıktığını ya da çıkarıldığını gördük! Tahminim, Prof. Dr. Yazıcı ile Erdoğan arasında bir anlaşmazlık olduğu yönünde. Belki, Yazıcı Komisyonun başında olmak istedi, bu olmayınca da affını istedi; belki de başka bir anlaşmazlık söz konusu... Alay-ı vala ile AK Parti'ye katılan Yazıcı'nın neden komisyonun dışına çıktığını herhalde fazla zaman geçmeden anlarız.