İstanbul
Açık
15°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
42,5159 %0.04
49,5596 %-0.08
5.776,21 % 0,40
91.181,58 %-2.041
Ara

Galiba başka bir gezegenden gelmişti

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Galiba başka bir gezegenden gelmişti

Adam; eskimiş, asıl rengini çoktan kaybetmiş yeşil kadifeden bir örtüyle kaplı büyücek ceviz karyolada öylece yatıyordu. Yüzündeki renk, pencereden içeriye giren güneş ışığının açısına bağlı olarak, soluk bir fildişi beyazıyla, donuk bir kehribar sarısı arasında değişiyordu. Şişkin göz kapakları, şişmanlık ya da bilinmeyen bir başka nedenle çizgileri bozulmuş yüzünün üst bölümünü kapatıyor, tuhaf bir biçimde yana kaymış gerdanı, bir zamanlar beyaz olan farbelalı gömleğinin yakasından dışarıya sarkıyordu. Yıpranmış ve yer yer yırtılmış bir battaniyenin kıvrımları arasından, damarları dışarıya fırlamış sağ eli görünüyordu.

Dışarıda insanı hiç mi hiç ısıtmayan kirli beyaz renkli bir güneş vardı ve bu yalancı güneşin yalancı ışıkları, yoksul mahallenin dar sokaklarındaki çoktan kirlenmiş ve çiğnenmiş beyaz karları yalayarak geçip, adamın boylu boyunca yattığı, alçak tavanlı, mobilyası az odada, tuhaf gölge oyunları yapıyordu.

Bunca kasvetli bir atmosferde, karyolada cansız yatan adamın hareketsiz yüzündeki çocuksu gülümseme, inadına dikkat çekiyordu. Adam düpedüz gülümsüyordu. Geniş delikli etli bir burun ve uçları yukarı kıvrık dolgun dudaklar, bu gülümsemenin etkisini daha da artırıyordu.

Aslında bir ölü odasındaki bu tuhaf zıtlıkların farkına varmak için bu kadar ayrıntıya da gerek yoktu. Çünkü karyolada cansız yatan çocuk yüzlü, gülümseyen adamın başında çingene pembesi renginde bir peruk vardı ve biraz aşağıya kaymış olan peruk, adamın fildişi renkli geniş alnında, çöl ortasında ansızın açıvermiş pembe bir orkide gibi, gülünç ama bir o kadar da acıklı bir çelişki oluşturuyordu.

Tarih 5 Aralık 1791’di. Klasik müziğin en önemli isimlerinden biri olan Wolfgang Amadeus Mozart, Viyana’da yaşadığı yoksul evinde 36 yıllık kısacık hayatını noktalamıştı. Yoksul ve kimsesizdi. O kadar kimsesizdi ki, öğleden sonra belediye mezarlığının yoksullara ayrılan bölümüne defnedilmek üzere götürülürken, adi tahtadan yapılmış tabutunun arkasından sadece altı kişi yürümüştü. Mezarlığa yaklaşıldığı sırada kar yağışının şiddetlenmesi üzerine bu altı kişi de tabutu bırakıp sıvışmış ve Mozart’ın cesedi, orada mecburen bulunan bir görevli tarafından, yeri bugün bile tam olarak bilinmeyen boş bir mezar çukuruna öylece konuluvermişti.

‘Saraydan Kız Kaçırma’, ‘Sihirli Flüt’, ‘Don Giovanni’, ‘Faust’, ‘Türk Marşı’, ‘Figaro’nun Düğünü’ gibi unutulmaz ve aşılmaz eserlerin yaratıcısı Wolfgang Amadeus Mozart, 27 Ocak 1756'da Avusturya'da Salzburg şehrinde doğdu. Babası Leopold Mozart, Salzburg Başpiskoposluğu Saray Orkestrası'nda keman çalan, birçok bestesi bulunan usta bir müzisyendi. Wolfgang üç yaşına geldiğinde kendisinden beş yaş büyük olan kız kardeşi Maria Anna'nın çaldığı klavsen parçalarını hafızasına yerleştirip kendi kendine çalmaya başlayınca oğlundaki mucizevi özelliği fark etti. Gerçekten de Wolfgang'ın iyi bir müzikçi olmak için doğuştan olağanüstü özellikleri vardı. Kulağı, kemandaki bir notanın sekizde bir kadar akort düşüklüğünü fark edecek derecede hassastı ve çirkin seslere, gürültülere karşı tepkisi ise baygınlık geçirecek ölçüde şiddetlenebiliyordu. Yaşamının ilk on iki yılında babası ve kız kardeşi ile birlikte konserler vererek boydan boya dolaştığı Avrupa'da geçtikleri her kentte hayranlık ve ilgi topladı, saraylarda krallar ve kraliçeler önünde çaldı. Asiller, her defasında yeni bir eserle ortaya çıkan harika çocuk Wolfgang'ı dinlemek için yarıştılar, çağın ünlü ressamları Mozart'ların portre ve resimlerini yaptılar.

On dört yaşında iken, ilk opera eseri "Lucia Silla" Milano'da çalındığında Mozart kendini opera sahnelerine, hem de operanın vatanı İtalya'da tanıtmıştı. Papa tarafından kabul edilen Mozart’a, o güne kadar sadece büyük ustalara layık görülen "Altın Mahmuz" nişanı ve şövalyelik beratı verildi. Nedir, bütün bunlar Mozart’ın geçinmesine yetmiyordu. Yirmi beş yaşına kadar rahat ve huzur görmeden o kentten bu kente dolaştı, ıssız ve ucuz han köşelerinde barındı, bazen aç kaldı, kar ve yağmur yağarken atlı yolcu arabalarında titreyip durdu.

Bu çetin ve acılı yolculuklar zaten sağlıksız ve zayıf olan bünyesini tümüyle yıprattı ama Mozart hiçbir zaman pes etmedi. İçindeki o hiç büyümeyen çocuk, her acıda keyifli bir yan bulup çıkarıyordu. Birbiri ardına geçirdiği tifo, çiçek ve mafsal romatizması gibi ölümcül olan hastalıkları atlattı ve eser vermeye devam etti. Aslında kendisinin hiç bilemediği, yaşayamadığı çocukluk, ona dayanma gücü veriyordu. Ablası Maria Anna daha sonra yayımladığı anılarında, onun bütün bu zorlu yolculuklar sırasında, “ben ülkesini teftişe çıkan küçük bir kralım” diyerek kendince bir eğlence yarattığını, geçtikleri kasaba ve köylere de bir takım uydurma ve komik isimler takarak güldüğünü anlattı. Mozart hayatın küçük zevklerinden tat almaya bayılıyordu. Odun alamadığı için her zaman soğuk olan odasında ısınmak için vals yapıyor ve bundan da zevk duyuyordu.

Yaşamı boyunca bitip tükenmek bilmeyen feci bir para sıkıntısı çekti. Ona övgüler yağdıran krallar bile cimri davrandılar. Sadece ders ve konser vererek hayatını kazanmaya çalıştı. Mozart, kısacık hayatı boyunca, bencil saray entrikacılarının, kendini beğenmiş asillerin ve parlak kariyerini kıskanan rakiplerinin zalimane, aşağılayıcı davranışlarıyla çok sık olarak karşılaştı. Ancak, Mozart uğradığı acımasız saldırılar karşısında hiç bir zaman yılgınlığa düşmedi. Acısını her zamanki alçak gönüllü davranışlar ve daima gülen yüzü ile maskeledi.

Mozart, kendini ’bu dünyada geçici bir misafir’ olarak gördü. Onun kişiliğini ve eserlerini inceleyen müzik tarihçileri sonunda onun için şöyle bir ortak yargıya vardılar:’Nereden geldiğine akıl erdirmek güç. Elimizde ölümsüz eserleri ve ince bir alayla örülmüş mektupları var, hepsi o kadar. Bir de nerede olduğu bilinmeyen mezarı ve birbirine hiç benzemeyen portreleri ile yere düşüp kırıldığı için bulunamayan alçı maskı. Galiba o bir başka gezegene giderken, yolu dünyamıza düşen bir uzaylıydı. Aramızdaki geçici misafirliği sırasında insanları mutlu etmek için besteler yaptı, umut, neşe ve iyimserlik dağıttı, otuz altı yıl süren misafirliği sona erince de, yine geldiği gibi başka uzaylara doğru gitti’.

Bu sözler elbette Mozart’ın benzersizliğini vurgulamak için bilerek yapılmış bir abartıydı ama yıllar sonra Mozart gerçekten de ‘uzaylılarla ilişki kurmanın’ bir aracı oldu. 1975’te güneş sisteminin ötelerindeki bilinmez evrenleri araştırması için uzaya gönderilen Voyager’a oralarda karşılaşılabilecek akıllı yaratıklara dünyamızı tanıtabilmek için, her dilden ‘merhaba’ diyen kasetler konuldu. Bir de Mozart’ın eşsiz müziğinin ses kayıtları. Eğer uzayda bizden başka zeki yaratıklar varsa, onların en çok Mozart müziğinden hoşlanacakları düşünülmüştü çünkü.

Mozart toprağa verilirken hasta olduğu için cenazede bulunamayan eşi Konstanze, birkaç gün sonra mezarlığa gitti ve eşinin mezarını aradı. Bulamadı. Mezarlık bekçisine gidip, “Kocamı nereye gömdüler biliyor musunuz, adı Mozart’dı” diye sordu. Bekçi, ‘Mozart adını hiç duymadım’ dedi ve ekledi, ‘belki de gökyüzüne uçmuştur’.

Belki gökyüzüne, belki uzaya. İstediği her yere gidebilecekken, hiçbir trenin uğramadığı kör istasyonlarda başında pembe bir perukla beklemeyi tercih eden Mozart adındaki bu çocuk, sonunda sadece kendisinin bildiği bir yere doğru yavaşça hareket etti. Doktor Fitzgerald onun için, 'Mozart öldü, çünkü cennetteki koroyu idare edecek bir sanatçıya ihtiyaç vardı' dedi.

Haklıydı…

 

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *