İstanbul
Açık
15°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
38,7042 %-0.18
43,5204 %0.33
3.993,68 % 0,82
102.088,58 %-1.14
Ara

Semerkant Zirvesi’nin ardından: İhanet demeden önce düşünelim!

YAYINLAMA:
Semerkant Zirvesi’nin ardından: İhanet demeden önce düşünelim!

Özbekistan'ın Semerkant kentinde 4 Nisan 2025 tarihinde Orta Asya Cumhuriyetleri Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Tacikistan ile Avrupa Birliği (AB) arasında bir zirve düzenlemiştir. Türünde bir ilk olan bu zirvede, AB ile Orta Asya ülkeleri arasındaki ilişkilerin “stratejik ortaklık” seviyesine yükseltildiği bildirilmiş, bu vesileyle, AB’nin, bölge ülkelerinin kalkınmasını desteklemek üzere 12 milyar avroluk bir yatırım paketi oluşturduğu açıklanmıştır. Zirvede ayrıca, Türk Devletleri Teşkilatının (TDT) üyeleri Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan ile “tarafsızlık” politikası nedeniyle TDT gözlemci üyesi Türkmenistan'ın, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) nezdinde Büyükelçilik açacakları ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin (KKTC) kurulmasını kınayan ve BM üyesi ülkelere KKTC’ni tanımama çağrısı yapan BM Güvenlik Konseyi'nin 541 ve 550 sayılı kararlarına bağlı kalacakları kaydedilmiştir.

ZİRVE SONUÇLARI TÜRKİYE VE KKTC AÇISINDAN RAHATSIZ EDİCİ, ANCAK…

Zirvenin sonuçları Türkiye ve KKTC bakımından elbette önemli ve rahatsız edicidir. Çok şey söylenebilir ancak medyamızda bu gelişmenin “Türk devletlerinin ihaneti” yolundaki tepki abartılı, gereksiz, her halükarda yanlış adrese yöneliktir.

Şimdi eğri oturup, doğru konuşmaya çalışalım… Önce Orta Asya Cumhuriyetleri açısından bakalım duruma… Eski Sovyetler Birliği’nin ardılı olan bu devletler kuzeyde Rusya Federasyonu’nun, güneyde ise Çin’in arasına sıkışmış bir konumda yaşamaya mahkum devletlerdir. İki dev ülkenin nefesleri her an üzerlerindedir. Böyle bir ortamda bu ülkelerin nüfuslarının küçüklüğü ve savunma güçlerinin yetersizliği nedeniyle güvenlik ve çeşitlendirilmiş dost dış bağlantılar ihtiyacı doğal olarak yüksektir. ABD Başkanı Trump’ın Rusya Devlet Başkanı Putin’le ısrarla iyi ilişkiler kurma çabası içinde olması nedeniyle, ABD Orta Asya ülkeleri için bu aşamada bir cazibe merkezi veya güvenli liman oluşturmamaktadır. ABD’nin de bu coğrafyayla henüz ne kadar ilgilendiği zaten cayi sualdir. Dolayısıyla, AB’nin kendilerine bu dönemde el uzatmasının bu ülkeler tarafından rahatlatıcı ve değerlendirilmesi gereken önemli bir fırsat olarak görüldüğü düşünülebilir.

Zirvede KKTC bakımından alınan olumsuz kararlara gelince… AB’nin 12 milyarlık paketine, bu ülkelerin Türkiye ve KKTC’ne ihanet pahasına, tenezzül etmelerine bağlamaya çalışmak yanıltıcı olur, gerçekci olmaz. 12 milyar avro çok büyük bir meblağ değildir. Bu meblağın önemi, miktarından çok, yatırım paketinin AB’yle uzun erimli bir ilişkinin vasıtası olmasında yatmaktadır. Olası yatırımlar sürekli karşılıklı etkileşim içinde olmak demektir. Devletlerin somut ulusal çıkarları tarih, kültür gibi soyut unsurların önüne geçebilir.

TANIMA AYRI, DİPLOMATİK İLİŞKİ AYRI

KKTC faktörüne gelince… Bütün bu ülkelerin GKRY’ni resmen tanımaları aslında yıllar öncesine gider. 1992’de ilk tanıyan Azerbaycan’ı, Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan izlemişlerdir. Tanıma ile diplomatik ilişki kurmak ayrı işlemlerdir. Örneğin, Türkiye Ermenistan’ı tanıyan ilk ülkelerden biridir ancak aralarında henüz diplomatik ilişki kurulmamıştır. AB’yle yapılan bu zirvede, “tanıma” keyfiyeti bir adım ileri götürülerek GKRY’de bu ülkelerin Büyükelçilik açacakları ilan edilmiştir. Türkiye’nin reddettiği Kıbrıs’la ilgili BMGK kararlarını ismen zikrederek tanımaları ise tarafımızdan tepki gösterilmesi gereken ciddi bir hata oluşturmuştur. Bu hatanın zamanla telafi edilmesi için Türkiye ve KKTC tarafından anılan devletler nezdinde girişimler yapılması gerekecektir.

ORTA ASYA CUMHURİYETLERİ NEDEN BMGK KARARLARINA ATIF YAPILMASINA KARŞI ÇIKMADI?

Peki, Orta Asya Cumhuriyetleri BMGK kararlarına atıf yapılmasına neden karşı çıkmamışlardır? Bu sorunun yanıtı bir bütünün parçaları olarak üç ayrı planda verilebilir. Biri, anılan Cumhuriyetlerin AB tarafının müzakereye kapalı katı tutumu karşısında, bütün BM üyesi ülkeler için bağlayıcı olan BMGK kararlarını kabullenmekte beis görmemiş olmalarıdır. İkincisi, Yunanistan ve GKRY’nin israrlı talepleri karşısında AB tarafının kendisinin de tanıdığı bu kararları zirve gündemine almak mecburiyetini hissetmiş olmasıdır. Ve nihayet, gerek AB, gerek Orta Asya Cumhuriyetleriyle Türkiye'nin ilişkilerinin sorunlu ve güçsüz durumu ve ayrıca Türkiye’nin dış ilişkilerinde genelde zayıflayan durumu konumu nedeniyle, zirveden böyle bir karar çıkmasını engelleyecek bir Türkiye değişkeni söz konusu olamamıştır.

AB’NİN ZİRVEDEN MURADI

Zirve süreç ve sonuçlarına AB açısından baktığımız zaman, AB iyi bir zamanlamayla uzun süredir pek ilgilenmediği bu coğrafyayla kalıcı bağlar tesis etmek için planlı bir hamle yapmıştır. Trump’ın NATO, savunma ve Ukrayna konularındaki ters düşen yaklaşımları nedeniyle AB çok yönlü siyasi, savunma ve ekonomik arayışlar içine girmek zorunluluğuyla karşı karşıya kalmıştır.

Öte yandan, Rusya’nın Ukrayna saldırısı ve devam eden çatışmalar nedeniyle AB, Orta Asya Cumhuriyetlerinde hava ve ortamın bir Avrupa hamlesi için elverişli olduğunu hesaplamış olmalıdır. Fakat belki de en önemlisi, bu ülkelerin, Türkiye’nin bu Cumhuriyetlere kağıt üzerinde kalan kimi iddialı söylemlere rağmen, sahip çıkmadığını, etkisinin fazla olmadığını ve AB katılım müzakerelerinin de bir yere gitmeyeceğini görerek böyle bir zirve düzenleme için Türkiye’yle ilişkilerin durağan durumu bakımından da zamanın uygun olduğunu değerlendirmiş olmalıdırlar. Türkiye’nin zirve kararlarına kamuoyundaki göreceli tepkisizliği AB’nin değerlendirmelerinin isabetli olduğunu göstermektedir.

Netice olarak, zirve sonuçları AB’nin bu hamlesinin kendi çıkarları bakımından istenilen sonuçları verdiği söylenebilir.

TÜRKİYE’NİN AÇMAZLARININ DA ORTAYA ÇIKAN SONUÇTA PAYI VAR

Şimdi medyamızda genelde ‘ihanet’ olarak değerlendirilen bu zirvenin sonuçlarını Türkiye bakımından değerlendirelim. Hemen belirtelim: sorumluluk neticede Türkiye’nin Orta Asya Cumhuriyetlerine yönelik tutarlı, eşitlikçi, karşılıklı çıkarlara dayanan bir politikasının olmayışında aranmalıdır. 1991 yılında bağımsızlıklarını kazanan bu ülkelere Türkiye ilk yıllarda yakın ilgi göstermiş, işbirliği ve dayanışma alanları oluşturmaya çalışmıştır. 2009 yılında Türk Keneşi adıyla Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi kurulmuş, 2021 yılında da Türk Keneşi Türk Devletleri Teşkilatı’na (TDT) dönüştürülerek daha kalıcı bağların tesisi hedeflenmiştir. Ancak mevcut iktidar ortak tarih, kültür ve dil zemini üzerinden politika izlemek yerine giderek siyasal İslamcılığı yeğleyen bir yaklaşımla bu ülkelerin Sovyetler döneminden kalma “laik” alışkanlıklarına da ters düşmüştür. Üstelik bu coğrafyada açılan FETÖ ‘okulları’ vasıtasıyla siyasal İslamcılığa derinlik kazandırılmaya çalışılmıştır. Aynı zamanda Türkiye’deki mevcut yönetim bu ülkelere bir ”aile” muamelesi yaparak, eşit devletler yerine sanki onların “ağabeyi”imişiz gibi yukarıdan baktığı izlenimini vermiştir. TİKA’nın kimi sınırlı çalışmaları olmakla beraber Türkiye kaynaklarını bu ülkeler için değil, Suriye, Irak ve Afganistan’da gelen sığınmacılara, çeşitli Afrika ülkelerine asker göndermeye ve ne işe yaradığı belli olmayan yatırımlar yapmaya harcamıştır. Orta Asya ise büyük ölçüde ihmal edilmiştir.

SONUÇ

Sonuç olarak, Türkiye’nin Orta Asya Cumhuriyetlerine yönelik olarak köklü bir strateji ve politika değişikliğine ihtiyaç vardır. Bugünkü iktidardan böyle bir değişikliği yapılmasını beklemek nafile bir bekleyiştir. Bunun için Türkiye’de laiklik ve devletler arası ilişkilerde eşitliği esas alan yeni bir zihniyetin iktidara gelmesi gereklidir. Bu bağlamda TDT uygun ve uzun vadede verimli bir çerçeve oluşturacaktır. TDT konusunda çok emeği geçen Büyükelçi Halil Akıncı’nın ifadesiyle TDT bir “fidan”dır.

Olgunlaşması için zamana ihtiyaç vardır. Bizim onlarla, Türk Cumhuriyetlerinin de bizimle her türlü yoğun ilişki kurmak için uzun vadeli karşılıklı stratejik, siyasi, ekonomik ve kültürel çıkar ve nedenler vardır. Bu tarihsel fırsatı aceleci, yanlış ‘ihanet’ değerlendirmeleriyle heba etmeyelim! Çünkü neticede daima varolacak KKTC’ni ilk tanıyan devletler, kanımca yine Türk Cumhuriyetleri olacaktır.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *