Tabağımızdaki gelecek yapay et olabilir

Yapay et üretimi, satışı ve tüketimi ülkemizde yasak. Bunu en baştan yazmak istiyorum.
Geçtiğimiz günlerde gündemi oldukça meşgul eden İklim Kanunu geçer ise yapay et yemek zorunda kalacağımızı iddia edenler olunca, hadi şu konuya bir el atayım dedim.
Yeni olana karşı doğal bir refleksimiz var elbette. Zamanında Japon mutfağında çiğ balık tüketmek tuhaf sayılırdı. Avrupa’da domates bile bir dönem zehirli sanılırdı. Patates, toprak altında yetiştiği için özellikle kilise tarafından şeytan yemeği sanılıyordu 16.yy da. Bugünse “olmazsa olmaz” listesindeler. Bu örnekler gösteriyor ki, gıdayla kurduğumuz ilişki sadece damakla değil, zihinle de şekilleniyor.
Yapay et bu açıdan tam bir sınav. Çünkü sadece ne yediğimizle değil, neye inandığımızla da ilgili.
Dünyanın bazı ülkelerinde bu “gelecek yemeği” şimdiden menüye girdi bile. Singapur, ABD ve İsrail, yapay ete resmen onay veren ilk ülkeler oldular. Bizdeyse Tarım ve Orman Bakanlığı, net bir şekilde “Yapay et yasaktır” diyor. Ne üretimine izin var, ne satışına, ne de tüketimine. Bu konuda herhangi bir yasal düzenleme de gündemde değil.
Peki bu yapay et meselesi gerçekten nedir? Ve neden bazıları bu konuyu “yeme içme alışkanlıklarımızı kökünden değiştirecek” kadar önemli buluyor?
Tarihsel sürecine baktığımızda fikir babasının Winston Churchill’e dayandığını görüyoruz. 1931’de “Fifty Years Hence” adlı makalesinde şöyle diyordu İngiltere başbakanı,
“Bir tavuğun tüm vücudunu yetiştirmek yerine, yalnızca yenecek kısımlarını laboratuvarlarda geliştireceğiz.”
2013 yılında Hollanda’da Prof. Mark Post, laboratuvarda üretilmiş dünyanın ilk hamburger köftesini tanıttı. Gerçek hayvan kesilmedi, kas hücreleri alındı, uygun ortamda çoğaltıldı ve ortaya bir hamburger çıktı. Hem de 330 bin dolarlık… Londra’daki tanıtımda tadına bakanlar “et gibi ama tam değil” dediler. Ama zaten o gün, o hamburgerin tadından çok simgelediği şey konuşuldu: Et üretiminde devrim.
Yapay et, yani “kültürlenmiş et” hayvan hücrelerinden elde ediliyor. Gerçek et ama laboratuvar ürünü. Hayvan kesilmiyor, ama hücresinden alınan numune çoğaltılarak ete dönüşüyor. Bir de Bitkisel bazlı et var ancak o tamamen farklı bir şey. O, bezelye, soya, buğday gibi bitkilerden yapılan ve et görünümünü-tadını taklit etmeye çalışan bir üründür.
Oxford Üniversitesi'nin 2019’da yaptığı bir araştırmaya göre, yapay et üretimi geleneksel sığır etine göre %78’e kadar daha az sera gazı salımı sağlıyor. Arazi kullanımında da %99’a varan düşüşten söz ediliyor.
Ayrıca; geleneksel hayvancılık, tek başına küresel sera gazı emisyonlarının yaklaşık %14,5’inden sorumlu. Ormanları yok ediyor, su kaynaklarını tüketiyor, metan gazı salıyor.
Yani tabağımıza koyduğumuz etin kaynağı, doğrudan gezegenin geleceğini etkiliyor.
Yapay etin bu anlamda çevre dostu olduğu söylenebilir. Ancak her şey toz pembe değil. Laboratuvar ortamında üretimin hâlâ yüksek enerji gerektirdiği biliniyor. Yani üretim teknolojisinin daha da geliştirilmesi, çevre dostu hale getirilmesi gerekiyor. Yani bilim diyor ki: Bu teknoloji potansiyel taşıyor ama mucize değil.
Ülkemizde ise şimdilik yasak. Ama mutfakta bir hareketlilik var. İzmir’de kültür eti üzerine denemeler yapılıyor. Tekirdağ’da bitkisel bazlı alternatifler deneniyor. Yani “resmi olarak yok” ama “gayriresmi olarak kapı aralanmış” bir hal söz konusu.
Ben bu yazıyı yazarken markette yapay et reyonu yok. Ama bu böyle kalacak mı, zaman gösterecek.
Kişisel görüşüm ise; karşı değilim. Tıpkı elektrikli arabalar, güneş panelleri ya da dijital para gibi... Yapay et de insanlığın “mevcut sistemle daha ne kadar devam edebiliriz?” sorusuna verdiği bir yanıt sadece. Belki geçici, belki dönüşümsel. Belki sofralarımıza girmeyecek. Belki de bir gün çocuklarımız gerçek eti sadece belgesellerde görecek.
Bugün birçoğumuz için yapay et hâlâ uzak, hatta belki biraz rahatsız edici bir fikir. Ama bu tür fikirlerin bazen geleceğin normaline dönüştüğünü görmek için çok uzun zaman gerekmiyor. Tıpkı ilk ısırıkta “et tadına yakın ama mükemmel değil” dedikleri o hamburger gibi…