İstanbul
Kapalı
10°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
35,6501 %0.05
37,1586 %-0.04
105.803,04 %3.146
3.149,35 0,26
Ara

Son Anadolu Parsı

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Son Anadolu Parsı

Anadolu Parsı (Panthera pardus tulliana) asil bir türdür. Aslan, kaplan, jaguar gibi “Büyük Kediler” grubunun bir üyesidir.  Anadolu Parsı en son 1974 yılında Ankara’nın Beypazarı ilçesi kırsalında vurulmuş ve türün neslinin tükendiğine karar verilmişti. Vaşak, Saz Kedisi ve daha birçok türün de aynı kaderi paylaştığı düşünülüyordu. Konya’nın bir dağına sıkışmış 60 kadar Anadolu Yaban Koyunu kalmıştı. Yaban Keçisi, Çengel Boynuzlu Dağ Keçisi, Boz Ayı tükenmenin sınırındaydı. Keklik, Çil Keklik hatta havalandıklarında gökyüzünü karartan su kuşları bile hızla tükenme yolundaydı. Yaşama ortamlarının tahribi, kaçak avcılık tüm hızıyla sürüyordu. Kimsenin de bu yok oluş süreci ile ilgilendiği yoktu. Her bir türün doğanın dengesi ve insan neslinin devamı için ne denli önemli olduğunu bilen, sayıları bir elin parmaklarını geçmeyen bir kaç yurtsever, doğa dostu hariç.

1960’lı yılların ortasında Orman Genel Müdürlüğü’nde Şube Müdürü Nihat Turan önderliğinde, Tansu Gürpınar, Avni Nebioğlu, İsmet Özer bu gidişe dur demek gerektiğini gördüler. Onlara 1970’li yıllarda Sabit Tarhan, Serhan Göksu gibi kendilerini yaban hayatına adamış bir kaç kişi daha katıldı. Konya’da Anadolu Yaban koyunu; Eskişehir’de Ulu Geyik; Antalya’da Yaban Keçisi; Artvin’de Çengel Boynuzlu Dağ Keçisi koruma alanları belirlendi. Bir yandan da kaçak avcılık ve yaşama alanlarının tahribinin önüne geçilmesi için çalışmalar başlatıldı. Ekibin eleman sayısından tutun, araç gerecine, bütçesine kadar olanakları, yok denecek kadar azdı.

Yine de bu bir avuç insanın çabaları, hiç değilse türlerin yok oluşunu geciktirmişti. Kurucu üyesi ve 12 yıl Başkanı olduğum, Av ve Yaban Hayatı Koruma Geliştirme ve Tanıtma Vakfı da o sıralarda, 1992 de kuruldu. Vakfın da parası, araç ve gereci yoktu. Vakıf elemanları kendi parasal ve diğer olanaklarını kullanıyorlardı ama büyük bir avantajları vardı. Doğayı, yaban hayatını korumaya kararlı idiler ve devletin içinden geldikleri için kurumları nasıl çalıştıracaklarını biliyorlardı. O tarihe kadar yaşanan olumsuzlukların en büyük nedeni, görevi yaban hayatını ve doğayı korumak olan, yargı dâhil,  kurumların bu görevlerini yerine getirmemeleriydi.

Vakıf, lafla, toplantılarla, seminerlerle, komitelerle zaman yitirmek niyetinde değildi. Sopayı alıp, sahaya çıktı!

Önce kaçak, usulsüz avcılıkla, balıkçılıkla büyük bir mücadele başlattı. Yıllarca Orman Bakanlığı, Tarım Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı ile Vakıf ekipleri, günler, geceler süren operasyonlara katıldılar. Yargı, usulsüz avcılık ve balıkçılık yasaları ve içtihat konusunda teknik bilgi ile donatıldı. Binlerce kaçak avcı ve balıkçı yakalandı. Yasalar eksiksiz uygulandı. Kimsenin gözünün yaşına bakılmadı.

Kıyamet de o zaman koptu. 1950 sonrasında av yasalarının, uygulanmaması, usulsüz avlananların cezasız kalması nedeniyle, her mevsim, her yerde, aklına estiği şekilde avlanmaya -buna avcılık değil katliam denir- alışmış “eli tüfekliler” bu gelişmeden hiç memnun olmadılar. Vakfı, “avcı düşmanı” ilan ettiler. Ettiler de çok kısa sürede pabucun pahalı olduğunu görüp, yola geldiler. Kaçak avcılık ve balıkçılık, büyük ölçüde azaldı.

Sıra, özellikle sulak alanları yok eden DSİ (Devlet Su İşleri) gibi kurumları yola getirmeye gelmişti. Vakıf orada da önemli başarılar elde etti. Sulak alanların, “bataklık” veya “sivrisineklik” olmadığı, kurutulmaları halinde öncelikle insan nesline büyük zarar verileceği nihayet anlaşıldı.

Böyle kısaca ve kolayca yazdığıma bakmayın. Vakfın desteği ile 1992 yılında başlayan bu mücadele, kıran kırana, günümüze kadar geldi, bugün de sürüyor.(1)

Önce Yaban Keçileri, Çengel Boynuzlu Dağ Keçileri çoğaldı. Sonra Boz Ayılar. Ulu Geyikler, Karacalar koruma alanlarının dışında da görülmeye başladı. Artık köylere, karayollarına iniyorlar. Vaşaklar gündüz bile görünür oldular. Saz Kedileri yeniden ortaya çıktı.

Ve Anadolu Parsı arz-ı endam eyledi. Gazetelere, internet haber sitelerine bakın. Nerdeyse her gün, Doğa koruma ve Milli Parklar (DKMP) ekiplerinin yurdun her tarafına yerleştirmeye başladığı foto kapanlara, pars, vaşak, kurt, ayı ve daha nice yaban hayatı türü yakalanıyor. En son Anadolu Parsı geri döndü. Vakıf ve DKMP, biz parsın yaşadığını ancak sayılarının çok azaldığını biliyorduk. Antalya Milli Parklar Şefi rahmetli Süleyman Karakaya, 1980’li yıllarda,  Düzler Çamı’nda geceleri pars kükremesi duyduğunu bize anlatıyordu. Bu bilgileri kimselerle paylaşmıyorduk. Bugün artık saklanamaz hale geldi çünkü Anadolu Parsı, o muhteşem tür, yurdun birçok bölgesinde sık sık foto kapanlara yakalanıyor.

Anadolu’da türlerin yok oluşunun önlenmesini, resmi veya sivil toplum kuruluşu olsun, yaban hayatına sahip çıkan, ülkede kurumların çöktüğü, her şeyin tepetaklak olduğu bugünlerde hatta terör ortamında bile dağlarda, ovalarda, denizlerde, göllerde kaçak avcıları, balıkçıları yakalayıp adalete teslim eden bu bir avuç inançlı insana borçluyuz. 

(1) Büyük Beyaz Adam. Süha Umar. Boyut Yayıncılık.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *