İstanbul
Parçalı az bulutlu
25°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
40,8526 %0,58
47,8160 %0,64
4.403,71 % 0,09
123.429,99 %2.902
Ara

Pan ve şatodaki çoban

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Pan ve şatodaki çoban

Orman nedir?

Bir sabah uyandığınızda, kendinizi ormanın içinde, zamanın izlerinin kaybolduğu bir yerde buluyorsunuz. Ne kolunuzda bir saat var ne de zamanı hatırlatan herhangi bir şey… Sadece sessizlik... Zaman burada farklı akar; düz bir çizgide değil, döngüler içinde ilerler. Yapraklar bize bu döngüyü anlatır, dallar ise geçmişin hafızasını taşır. Peki, bu hafıza kimden gelir, kime armağan edilir?

Atam dikti fidanı,
Bana kök oldu can,
Torunlara taşıdı,
Meyvelerden tatlı an.

Orman, sadece ağaç değildir. Ağaç gövdesinde yazılı olmayan bir yasadır. Derinlerde anlaşılmayı bekleyen bir derinlik. İçtenlik. Atanın emeği ve bereketi. Bir ağaca sırtınızı dayadığınızda hissettikleriniz yalnız fiziksel değildir.

Bedeniniz gövdeye yaslanır ama ruhunuz geçmişe dokunur. O gövde, binlerce sabah güneşe uyanmış, binlerce fırtınaya direnmiş, nice kuşu ağırlamış, nice canlıyı barındırmıştır. Siz o ağaca yaslanırken, aslında bir yaşama yaslanırsınız. Peki, siz hayatınızda hangi köklere, hangi yaşamlara sırtınızı dayıyorsunuz?

Orman, yaşamın çoğul halidir.
Tek bir türün değil; bir aradalığın temsilidir. Tavşan ile geyik aynı alanı paylaşır. Düşen tohumlar geleceği taşır. Çürüyen yapraklar toprağa besin olur. Her şey birbiriyle konuşur. Orman, paylaşmayı bilir; bencil değildir. Modern insanın unuttuğu da budur: Birlikte yaşamanın bilgeliği. Biz insanlar bu bilgeliği neden umursamayız? Her şeyi kontrol etmeye, her canlıya hükmetmeye çalışırız. Oysa ormanda hüküm değil, denge yaşar.

Sonsuzluk duygusu verir insana. Bu sonsuzluk, bizi ürkütürken rahatlatır. Çünkü orman, öznelliğimizi unutturan yerlerden biridir. Kendimizi küçük hissettiğimiz ama bunun bize iyi geldiği nadir alanlardandır. O küçüklük içinde büyürüz adeta. Yargılanmadığımız ve bölünmediğimiz anların büyüsünü tattırır.

Bugün ormanlar yalnız.
Her geçen yıl, göğe uzanan o yeşil eller azalıyor. Artık yeşil bir coğrafyaya değil, gri bir geleceğe uyanıyoruz. Duman. İs. Kül. Karanlık bir ruhun elleri dolaşıyor ormanlarımızda. Gece başını yastığa bastırdığında kulağı korkunun sesiyle doluyor bu ruhun:

“Dikkat edin bu ev size ateş olmasın. Zira içerisi odun dolu.”

Ormanı hatırlıyor. Oradan geliyor bu sesler. Bu yüzden ellerini çoğaltıyor her gece. Uyuyamadığı saatler sayısınca el yapıyor kendine. Korktuğu tüm yeşilleri bir bir yok ederek kurtulacağını sanıyor. Ormanın kalabalığından oldukça haberdar. Bir şiirde duyduğu kadarıyla ormanın tam yüz bin eli var.

Onu bu kadar gözü kara yapan da bu sesin kuvvetidir. Yastığı yırtılıyor, kulağı zonkluyor bu şiddetli sesle. Karanlık ruhun bir kulağı var. Az dinler; çok yakar. Üstelik düşünmeden kimseyi. Bir kulağının acısı yeter yakmak için her şeyi. Beynini çatlatıyor o ses: “Dikkat edin bu ev size ateş olmasın.  Zira içerisi odun dolu.”

Orman tanrısı Pan’ın flütünün sesidir bu; korkutur tüm çobanları.

Evet, karanlık ruh bir çobandır. Artık şatoda yaşasa da o hala bir çobandır. Üstünü örtemez bu gerçeğin. Pan’ın sesi tüm çobanların kulağına ilişir. Karanlık ruhun korkusu büyür. “Kendim yanmadan bir çaresini bulmalı,” der titreyen elleri. Şatosunun etrafından ona bakan ormanları yok etmekle başlar. Dört köşeyi bir bir yakar. Belki böylelikle Pan’ı da susturabileceğini düşünür. Bir gece olsun rahat uyuma hayaliyle ormanın ortasındaki şatoda.

Hepsini yakarak; yeşil adamları, kahve gözlü genç gövdeleri... Onların merhametine sığınan küçük canlıları, bu ormanda yaşamaktan oldukça mutlu güzel sesli şarkıcıları: Kuşları... Yeşil adamların gözettiği sincapları, kaplumbağaları... Kahve gözlü genç gövdelerin geyik dostlarını ve daha birçok canlıyı... İnsanların da yaslanacağı dünyanın en paylaşımcı yaşam alanını şatosunda rahat uyumak için yakmayı göze alır.

Orman, insanın ilk eviydi.

Bir ağaç kesildiğinde sadece odun değil, insanlığın köklerinden bir parça kopar. Orman, bizim ilk evimiz, ortak hafızamız ve hayatın kendisidir. Bu yüzden ‘Orman nedir?’ sorusunu da sorgulamak gerekir. Mitolojilerde, kutsal metinlerde, masallarda orman hep dönüşen dönüştüren bir alandır. Kırmızı Başlıklı Kız ormanda korkularla yüzleşir. Hansel ve Gretel ormanda açlıkla sınanır ve olgunlaşır. Yunan mitolojisinde kırların, ormanların, çobanların ve sürülerin koruyucu Tanrısı Pan’dır.

Hatırlıyor musunuz babası Hermes, onu Olympos’a Tanrıların yanına götürmüştü. Dionysos sahip çıkmıştı Pan’a. Çünkü diğer Tanrılardan oldukça farklıydı. Yarı insan, yarı hayvan görünümüne sahipti. Buruşuk bir çenesi, alnında kocaman iki boynuzu vardı. Vücudunun alt kısmı bir keçiyi andırırdı.

Pan’ın en sevdiği şeylerden biri de akşama doğru çayırların kenarında oturup, flütünü çalmaktı. O, flütünü çaldığı sırada bütün peri kızları müziğin etkileyici sesiyle birlikte onun yanına gelir, sabahlara kadar dans ederdi. Çoğunlukla kırlarda dolaşıp flüt çalan, sevimli bir figür olarak betimlenir. Fakat Pan, çığlık atarak kaçırma, panik ettirme yeteneğine de sahipti. Kimleri mi? Karşısına çıkan çobanları...

Dağlarda, ağaçların arasında, rüzgarların çıkardığı seslerde, kayalarda yankılanan o korkunç uğultular Pan’a aitti. Onun çığlıklarıyla korkuttuğu çobanların panikleyerek sağa sola kaçışması, korku atağı olarak bilinen panik atak kavramının oluşmasına yol açtı.

Karanlık ruh da bu atağı geçirenlerden biriydi. Bunu bildiğinden şatosunu tam ormanın ortasına yapmış ve oraya saklanmıştı. Ne için mi? Her gün kendine bir el yaparak yeşil adamları yok etmek için. Kahve gözlü; genç gövdeleri kurutmak için. Artık ormanda değil de şatosunda olmasına rağmen nasıl o sesleri bu kadar derinden duyuyordu?

Çobanlara ait bir kulağa sahip olduğu için mi?

Kendisini kurtaracağını sandığı bu kıyımda, aslında ruhunu yakıyor. Ormanın çok sesliliğinden korkuyor; bu yüzden onu susturmak istiyor. Oysa ne kadar yaksa ne kadar kaçsa da sesin geldiği yer değişmiyor. Çünkü bu ses, dışarıdan değil, içeriden geliyor.

Orman, yalnızca bir ‘varlık’ değil, bir ‘varoluş biçimi’dir. Kesilen her ağaç, bizim içimizden kopar. Ancak çoğu zaman bunu hissetmeyiz. Çünkü duman artık uzaklarda değil, bilincimizde yoğunlaşıyor. Alışıyor muyuz? Uyuşuyor muyuz?

Ormanın kalbinde bir sır saklıdır.
Sadece yaprakların fısıldadığı değil, ruhların dinlediği bir sır. Pan’ın flütü, rüzgarın taşıdığı mitolojiden bir sır gibi... Karanlık ruh ise bir masalın gölgesinde, telaşla ellerini yakan yaramaz bir çocuk gibi.

Ve işte tam bu çatışmada, orman var olur.

Yalnızca ağaçların, hayvanların değil; korkularımızın, umutlarımızın, geçmişimiz ve geleceğimizin de yeri orasıdır. Pan, doğanın neşesi ve özgürlüğüdür. Karanlık ruh ise insanın korkusu, kaygısı ve hırsıyla şekillenen gölgesidir.

Ama unutmamalıyız ki, ne kadar karanlık olursa olsun, o flütün sesi her zaman bir umut taşır. Ağaç gibi, yavaş ama devamlı büyüyen umut, ormanın ta kendisidir. Karanlık ruh bu yüzden korkar Pan’dan. Yeşil adamlardan, genç gövdelerden... Onlar yüreklerinde umudu taşırlar ve Pan’ın flütünü her şeye rağmen çalmayı sürdürürler.

Ve belki de en çok ihtiyacımız olan şey, o sesi dinleyebilmek...
Çünkü orman bize şunu hatırlatır:
Pan hala flütünü çalıyor.
Karşısına çıkan tüm çobanlar için…

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *