İstanbul
Parçalı bulutlu
10°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
42,7031 %0.23
50,1678 %0.06
5.902,25 % 0,00
88.484,79 %-1.735
Ara

Bu aynanın burada ne işi var?

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Bu aynanın burada ne işi var?

Bir gün gelir herkes önüne konulan aynada yüzüne bakar. Oysa o aynayı kendimiz koymuşuzdur oraya. Yıllar ve yaşananlar öyle akar ki hatırlamayız bile. Aynada gördüğümüz şey vicdanımızdır. Bugünse o aynada gördüğümüz tek şey adaletin yaralı yüzü.

Bu çöküşler, yoksulluktan başlamaz. Hayır, savaşlardan da başlamaz. Önce adaletin çürümesiyle yola çıkar. Çünkü adaletin olmadığı yerde hiçbir şey yerinde duramaz. Terazinin ta kendisidir o. O, olmadığında sofradaki ekmek küçülür, okulumdaki öğretiler yavanlaşır. Kalabalıkların ortasında çığlık bile olsa umut, solup gider.

Bugün asıl meselesi budur: Adaletin çığlığı, sokaklardan mahkeme salonlarına kadar her yerde duyuluyor ama anlaşılmıyor. Erteleniyor ve umursanmıyor. Yorulduk belki usandık.

Bunlara rağmen hala herkesin kendi payına düşen bir görevi var. Bir yargıç, kararını iktidarın değil vicdanın terazisine koymalı. Bir gazeteci, gerçeği saklamayı değil; açığa çıkarmayı meslek edinmelidir. Bir siyasetçi, koltuğunu kişisel ihtirasları için değil; halkın huzuru için taşımalıdır. En önemlisi, bir yurttaş… Bir yurttaş sessiz kalmamalıdır.

Çünkü suskunluk, adaletsizliğin en sinsi ortağıdır. Sessizler de...

Tarih bize hep farklı isimlerle aynı dersleri hatırlatır. Sokrates, Atina mahkemesinde kendisine yöneltilen suçlamaları reddeder ama kaçma ya da yalvarma yoluna da gitmez. “Benim görevim felsefeyle uğraşmak ve gerçeği aramaktır.” der.

Baldıran zehrini içmeden önce öğrencileriyle ruh, ölüm ve hakikat üzerine konuşur. Hakikate ve adalete bağlılığını, ölümü bile göze alarak gösterir. Zehri içerken bile adaletin hakikatine ihanet etmez. Adeta “Ne ölümden korkarım ne de başka bir şeyden; benim korkum adaletsizliktir,” nidasıdır bu.

Mandela, 27 yıl boyunca hücresinde adaletin rüyasını büyüttü. Bu süre boyunca ırkçılığa ve adaletsizliğe karşı mücadelesini sürdürdü. Hem mahkûm arkadaşlarına hem de dünyaya umut verdi. Mandela, hapisteyken yazdığı mektuplara ve otobiyografisine bakılarak söylenebilir ki adalet ve eşitlik rüyasını korumaya çalıştı.

Nazım Hikmet, parmaklıkların ardından bile “yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine” diyerek eşitliğin şiirini haykırdı. Ne kadar hapis yattığını hatırlamayalım bile...

Ve Mevlâna Celâleddin Rûmî, yüzyıllar öncesinden “adalet bir şeyi yerli yerine koymaktır,” dedi. Bunu en güzel örneklerle bizlere sundu:

“Adalet nedir? Ağaçlara su vermek. Zulüm nedir? Dikeni sulamak. Adalet bir nimeti yerine koymaktır; her su çeken tohumu sulamak değil. Zulüm nedir? Bir şeyi yerinde kullanmamak, ait olmadığı yere koymaktır.”

Biz ise yıllardır yanlış insanları yanlış yerlere koymanın bedelini ödüyoruz. Evet, yetkin olmayanları yetkili yerlere taşımanın bedelini ödemeye devam ediyoruz. Sadakati liyakatten üstün tutuyor, itaatkârı ehline tercih ediyoruz. Tüm bunlara rağmen:

Sokaklarımızda katillerin, canilerin, bozgun ve bozulmuşların ne işi var?

Salonlarımızda, tango okullarında tacizci, sapık eğitmen ve asistanların ne işi var?

Üniversitelerde liyakat yerine sadakatle rektör atayanların ne işi var?

Sanat ve kültür kurumlarında kayırma ile görevlendirilenlerin ne işi var?

Belediyelerde liyakat yerine siyasi yakınlıkla atananların ne işi var?

Enerji ve altyapı projelerinde yeterliliği olmayan danışmanların ne işi var?

Kamu kurumlarında eş, dost, akraba atamalarının ne işi var?

Sahte diplomaların devlet kadrolarında ne işi var?

Adalet dediğimiz şey sadece bir mahkeme kararı değildir. Adalet, annenin ekmeği eşitçe bölmesidir. Kardeşin de! Adalet, öğretmenin en gerideki çocuğu da öne çağırmasıdır. Bu detayları dile getirirken çok mu ince düşünüyoruz?

Oysa Gülten Akın, “ah, kimselerin vakti yok / durup ince şeyleri anlamaya” derken, aslında adaletin en ince ayrıntısının bile gözden kaçırıldığını söylüyordu.

Biz şimdi hangi aynada yüzümüze bakacağız?

Adalet, yönetenin kendi çıkarını değil; toplumun yararını gözetmesidir. Adalet, yurttaşın korkusuzca konuşması, yanlış karşısında sesini yükseltmesidir. Bugün aynaya baktığımızda gördüğümüz yüz, sadece yaralı olan adaletin yüzü değil; aynı zamanda kendi suskunluğumuzun, kendi ihmallerimizin de yüzüdür. Bir toplum kendi adaletini yaratmazsa başkasının adaletsizliğine mahkûm kalır.

Adalet bir gün gelir, o mutlaka gelir. Ancak o gün geldiğinde biz nerede olacağız? Sessizliğin suç ortaklığında mı, yoksa vicdanın onurlu yalnızlığında mı? Ve unutmayalım: Adaletsizliği seyredenler, sonunda onun altında kalanlardır. Çünkü susanları, yarın kimse duymayacaktır.

Bizim kurtuluşumuz, büyük sloganlarda değil; küçük ama sahici davranışlarda saklıdır. Her birimizin adaleti kendi payımıza düşen yerde, savunmamızdadır. Yargıcın kaleminde, öğretmenin sınıfında, gazetecinin satırında, yurttaşın konuşan dilindedir.

Çünkü adalet, yalnızca mahkeme duvarlarında değil; sofrada, okulda, salonda, sokakta ve dilimizdedir. Ve adaletsizliğin aynası en geç yatsıda kapımızı çalacaktır.

Siz, o aynada kendinizi nasıl görmek istersiniz?

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *